Çoban Kulübesi: Babalarından nefret eden çocuklar

Tim Winton'ın 'Çoban Kulübesi' romanı Seda Çıngay Mellor çevirisiyle Konu Kitap tarafından yayımlandı. 'Çoban Kulübesi', hem konusu hem üslubuyla oldukça sert bir roman, kaçak dövüşmüyor. Aileyi, arkadaşlığı ve aşkı, geçmiş, şimdi, gelecek üçgeninin olanca çıplaklığıyla sorgularken okurun gözlerinin içine bakmaktan çekinmiyor.

Google Haberlere Abone ol

1960 doğumlu olan Tim Winton, Avustralya’nın en sevilen yazarlarından biri. Winton’ın iyi bir kaleme sahip olduğunu okurlarından aldığı yorumlardan, birçok dile çevrilmesinden ve yine birçok ödüle layık görülmesinden belli.

Yazarlık kariyeri boyunca toplamda yirmi dokuz kitaba imza atan Winton’ın Türkçeye iki kitabı çevrilmiş durumda. 2017 yılında 'Dönüş' isimli öykü kitabı Seda Çıngay Mellor tarafından çevrilmiş ve Yüz Kitap etiketiyle basılmış. Geçtiğimiz günlerde yayımlanan 'Çoban Kulübesi' adlı romanın çevirmeni de Seda Hanım. Konu Kitap etiketiyle raflardaki yerini alan 'Çoban Kulübesi', Winton’ın en ses getiren kitaplarından biri.

ÖLÜME ÖVGÜ

“Birinin ölmesi için dua etmek yanlıştır herhalde. Ama biz Clackton’lar kilise tayfasından değilizdir, benim de artık devam etmek için elimde başka bir şey kalmayana dek dua etmişliğim yoktu. Kiliseye sadece bir ya da iki kere gitmiştim, o da epey boktandı.”

Bir kasabada yaşayan Jaxie Clackton sorunlu bir genç olarak etrafına nam salmıştır. Şiddet yanlısı hali, ağzından düşürmediği küfürleri, sert tavırlarıyla her an kavga etmeye hazırdır ve pek kimsenin bulaşmak istemeyeceği bir tiptir.

Çoban Kulübesi, Tim Winton, Çevirmen: Seda Çıngay Mellor, 264 syf., Konu Kitap, 2020.

Babasından nefret eder Jaxie, dahası onun ölmesi için her fırsatta dua eder, ölmeyince de ya Tanrı’ya çatar ya da küfreder. İhtiyar Deyyus, der babasına. Köpek kusmuğu kovası kılıklı, der ama en çok Kaptan Deyyus’u kullanır, kısaca Kap, der. Annesi ona ne kadar kızarsa kızsın Jaxie’nin öfkesi her geçen gün daha da artar.

Babasının, küçüklüğünden beri hem kendisine hem de annesine sürekli fizyolojik/psikolojik şiddet uyguladığını okuruz sonra. Liseyi bıraktıktan sonra babasıyla beraber kasaplık yapan Jaxie’nin hayatında şiddet neredeyse attığı her adıma, aldığı her nefese siner.

'Çoban Kulübesi' böyle bir atmosferle başlar ancak esas kırılmayı yaratan şey Jaxie’nin dualarının kabul olmasıdır; babası tamir ettiği arabanın altında kazara kalması sonucu aniden ölür. Jaxie, cesedin başında büyük bir şaşkınlıkla dikilirken birden paranoyaklaşmaya başlar. Babasına karşı beslediği duygular tüm kasabaca bilindiğinden, bu ölümün cinayet şeklinde görüleceğinden ve katil olarak suçlanacağından korkar. Hızla hazırlanır, bir çantaya üç beş parça bir şey tıkar ve doğru kuzeye, Avustralya bozkırlarına doğru dağ bayır kaçmaya başlar.

KAYIP RUHLARIN YOLCULUĞU

“Yürüyüşümün ilk günlerinde bir şeyi iyi biliyordum. İlk panik dindikten sonra yola devam etmemi o sağladı. Ben oydum. Ayakta kalandım. Hâlâ öyleyim. İster şansın yüzüme gülmesi deyin ister dualarımın cevap bulması. Bir mucizenin ardından ben buradayım işte. Ben, orospu çocukları, ben!”

Jaxie’nin sırt çantasında birkaç konserve, su şişesi ve bir tüfek vardır; kafasında bin türlü soru, sırtındaysa geçmişin yükü. İnsanlara görünmemek için otoyola çıkmadan gizlene saklana yürür. Yaşadığı türlü zorluk bir yana, onu asıl rahatsız eden şey sırtındaki yüktür. Her adımında geçmişinden bir iz bırakmaya başladıkça okur olarak biz de bir sürü kaba gerçekle yüzleşmek zorunda kalırız. Belki de bunların arasında en hüzünlü olanı Jaxie’nin annesiyle olan ilişkisidir.

Sürekli şiddet gören bir kadın olan anne, her şeye rağmen, Jaxie anlayamasa bile kaçıp gitmez. Şiddet sürer, annenin her yanı morluk içinde kalır, fakat o yine gitmez. Jaxie, çocuk aklıyla annesinin hem kaçıp kurtulmasını arzular hem de kalıp onu tek başına bırakmadığı için sevinir. Çaresizlik ete kemiğe bürünür. Jaxie de aklına gelen her şeye sayıp sövmeye, akranlarıyla dalaşmaya, tüm dünyaya nefret kusmaya başlar. Kilisedeki “hokkabazların” kurtuluş zırvalıklarınaysa hepten delirir. Esas kurtuluşun İsa değil, otobüse binip defolup gitmek olduğunu söyler.

“Annemin yardıma ihtiyacı olduğunda hiçbir komşu koşmamıştı. Kimse polisi aramamıştı. Tek gözlü o pislik yığını cinnet halindeyken yapmazlardı. Kasabamızda bol miktarda yüce görüş vardı ama iş Shirley Clackton’u kurtarmaya geldiğinde koca ilçede tek bir taşak bulunmazdı.

Taşaklı olan annemdi. Benim için kaldığını söylemişti. Bunun nasıl bir şey olduğunu, bu kadar güzel ve saf bir şeyin bile insana ne kadar pis gelebileceğini bilemezsiniz.”

Jaxie’nin yolculuğu bu haliyle bir arınma yürüyüşüne döner. Hem fiziken acı çeker, susuz kalır, aç kalır; hem de psikolojik olarak yıpranır, geçmişin sorunları şimdinin belirsizliğini iyiden iyiye arttırır.

Akabinde ikinci kırılma yaşanır. Jaxie, sonsuz bozkırın bir yerinde tek başına bir kulübede yaşayan Fintan MacGillis adındaki bir rahiple karşılaşır. Kendinden kaçan bir rahip, sürgündeki bir ruh olan MacGillis ile Jaxie bu noktadan sonra şüpheyle yaklaşıp birbirlerinin yaralarına dokunmaya başlarlar.

AĞZI BOZUK BİR İSYAN

'Çoban Kulübesi'nin en dikkat çeken taraflarından biri Winton’un üslubudur. Winton bu sarsıcı romanı başkarakteri olan Jaxie’nin ağzından anlatır. Jaxie’nin sokakta yetişten bir “bela” olduğu düşünülünce romanın dili de alışılmışın dışına çıkarak okurları etkilemeyi başarır.

Dilin sunduğu bir diğer artıysa romanın akışındaki kayganlığı arttırmasıdır. İster en acı olaylardan bahsedilsin ister trajikomik meselelerden, Jaxie’nin o kendine has argosu ve küfürleri hepsini tek bir potada eritmeyi başarır. Böylelikle de 'Çoban Kulübesi' hak ettiği yere oturur. Pek tabii bunda çevirmen Seda Hanım’ın titizliğinin de katkısı büyüktür.

'Çoban Kulübesi', hem konusu hem üslubuyla oldukça sert bir roman, kaçak dövüşmüyor. Aileyi, arkadaşlığı ve aşkı, geçmiş, şimdi, gelecek üçgeninin olanca çıplaklığıyla sorgularken okurun gözlerinin içine bakmaktan çekinmiyor.

Umarım Winton’ın diğer kitapları da kısa zamanda çevrilir.