YAZARLAR

Çocuk-dostu şehirlerde yılın her günü bayram

Kentlerin hak-temelli bir şekilde çocuklara uygun şekilde yeniden düzenlenmesi, uluslararası düzeyde en başarılı örneklerden esinlenilmesi ve katılımcı çözüm önerileriyle kentin nefes borularına o çocuk soluğunun yeniden nüfuz etmesi gerekiyor.

Çocuklarla 23 Nisan’ı kutlamak ve o günün bir şenlik havası içerisinde geçmesini sağlamak elbette önemlidir, ancak geriye kalan 364 gün boyunca ne yaptığımız da bir o kadar önem taşıyor.

Çocuklarda denetimsiz bir biçimde teknoloji bağımlılığının yaygınlaştığı, çocukluğun doğasında olan hayal kurma yetisinin günbegün güçsüzleştiği, hareketsizlikten dolayı çocuk obezitesi ve bağlantılı hastalıkların arttığı günümüzde, farklı gelişim aşamalarındaki çocuklar için mekânsal farkındalık geliştirilmesi göz ardı edilen ancak çok kritik bir konu.

Örneğin, kentleri çocuk-dostu hale getirmek için neler yapıyoruz? Çocukların gelişme çağlarında sağlıklı ve güvenli şekilde oyun oynayabilecekleri, sosyalleşebilecekleri, Türkiye’nin de 1995 yılından beri taraf olduğu Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi uyarınca eğitim ve sağlık haklarına kolaylıkla erişebileceği, havası ve suyu temiz kentler tasarlayıp uygulayabiliyor muyuz?

Çocukların gelişimlerinde aile ve sosyal çevreleriyle ilişkileri kadar kentle ilişkileri de belirleyici. Kentlerin bellekleri, kentlerdeki sosyolojik, tarihsel ve kültürel birikim, çocukların kent kültürüne dair edinimleri üzerinde doğrudan etki yaratıyor; onlarda duygudaşlık ve aidiyet duygularını perçinliyor.

Çocukların kentin dokusunu, genişliğini, kültürel çeşitliliğini algılaması, o kente ve içinde bulunduğu topluma dair aidiyet geliştirmesinde oldukça belirleyici olabiliyor. Bunun için de o kentte oyun oynayabilmesi, engelli-dostu yollar ve yaşam alanlarından yararlanması, kentteki kültür-sanat faaliyetlerine rahatlıkla katılabilmesi, kente dokunup onu hissedebilmesi, temel haklarından mahrum kalmaması için gerekli mekanizmaların tesis edilmesi önemli.

Örneğin Nisan ayı başında İstanbul genelinde 6.601 çocuğun katılarak İstanbul’la ilgili görüşlerini ve beklentilerini paylaştıkları “İstanbul Çocuklara Soruyor” projesinde, oyunlar, barometre uygulaması, atölyeler aracılığıyla çocukların yaşadıkları şehre dair beğeni ve eleştirileri ortaya çıktı.

Ne de olsa İstanbul nüfusunun dörtte biri çocuklardan oluşuyor ve bu atölyeler sırasında “Neden her yerde az ağaç var?”, “İstanbul’u daha güzel yapın. Kıyılar ücretsiz olsun”, “18 yaşına kadar toplu taşıma ücretsiz olsun” şeklindeki katkılar oldukça değerli.

Dolayısıyla çocukların kentsel mekân bağlamında toplumsal, coğrafi, ekonomik, bedensel, siyasal kaynaklı eşitsizliklerle karşılaşmamaları, karşılaştıkları durumlarda da bu sorunların eşitlikçi bir anlayışla kentsel ölçekte çözülmesi gerekiyor.  

Hiçbir engelli çocuk, kaldırımda rampa olmadığı için hayata karşı öfkelenmemeli. Hiçbir çocuk, mahallesinde ücretsiz kreş olmadığı için okul-öncesi eğitimden mahrum kalmamalı. Hiçbir çocuk, oyun parkındaki paslı, kırık, güvensiz oyuncaklardan dolayı hastanelik olmamalı. Hiçbir çocuk, mahallesinde yeterince kaldırım olmadığı için sokakta can güvenliğini hiçe sayarak yürümek zorunda kalmamalı.

Kentlerin hak-temelli bir şekilde çocuklara uygun şekilde yeniden düzenlenmesi, uluslararası düzeyde en başarılı örneklerden esinlenilmesi ve katılımcı çözüm önerileriyle kentin nefes borularına o çocuk soluğunun yeniden nüfuz etmesi gerekiyor.

Küresel düzeyde 1996 yılından beri, 3500’ün üzerinde belediye ve 57 ülkede “Çocuk Dostu Şehirler Girişimi”ni yürüten ve bu şekilde yaklaşık 30 milyon çocuğun hayatına dokunan UNICEF’in kriterlerine göre, bir kentin “çocuk-dostu” olabilmesi için; çocuk hakları konusunda toplumsal duyarlılığın artırılmasından, sokak ve caddelerin çocuklar için daha güvenilir hale getirilmesine, düşük gelirli ailelere yoksullukla mücadelede destek olunmasına, kız çocuklarının okullaşmasının teşvik edilmesine dek kentsel ölçekte birçok somut ölçüt öngörülüyor.

Çocuk dostu kent olabilmek için çocukların gereksinimleri, öncelikleri ve hakları kentsel politikaların, programların ve kararların bütünleşik bir parçası haline gelirken, çocukların şiddet, sömürü ve ayrımcılık karşısında korunduğu, güvenli ve yeşil bir ortamda yaşadıkları, oyun oynayabildikleri ve sosyalleşebildikleri mekanlar yaratılması isteniyor.

Bu kapsamda, çocuk konseyleri de kurularak yerel düzeyde kendilerini ilgilendiren başlıklarda karar alma süreçlerine çocukların katılımı da sağlanıyor; çocukların bu konseylerde verdikleri geri bildirimler sonucunda yerel eylem planları hazırlanıp bunlar projelendiriliyor.

Bir diğer deyişle, hiçbir şey “lafta kalmıyor”, eyleme dökülüyor. Çünkü yöneticiler de ayrımında ki; eğer kentler çocukların gereksinimlerine yanıt veremez hale gelirlerse, aileler de başka kentlere taşınır ve bu da onlar üzerinde ekonomik ve kültürel etkiler doğurur.

Öte yandan, çocukların ve gençlerin kendi ölçeklerinden kentlerin gereksinimlerine bakması ve eksik, aksayan yönleri yansıtması, karar alıcıların da bu verileri kentsel planlama, tasarım ve yönetim konusunda bir çerçeve olarak kullanması, hepimiz için yararlı bir uygulama oluyor.

Çocuklar, kentlerin geliştirilmesi ve düzenlenmesinde bir motivasyon kaynağı haline geldiğinde de kentlere dair karar alınması çok daha hızlanıp kolaylaşıyor.

Ancak şu da gerçek ki, eleştirdiğimiz kadar değiştirmek zor zanaat. Bir oyun alanını başarıyla tasarlamak görece olarak kolay iken, tüm kenti bir oyun alanı şeklinde tasarlamak ise çok daha karmaşık bir hedef.

Bütün dünya buna inansa, hayat bayram olsa” derken aslında hayatın bayram olduğu örnekler de oldukça fazla.

Arnavutluk’un Tiran kentinin yayalaştırılmasında çocuk-dostu kent yaratma girişimi temel dinamik olmuştu. Tiran Belediye Başkanı Erion Veliaj, mevcut kent politikalarının çocuklar üzerindeki etkilerini değerlendirmek için özel bir görevli bile atamıştı.

Benzer şekilde, Belçika’nın Ghent kentinde de kentsel planlama politika belgesinin tüm siyasi görüşlerin desteğini alması, yine çocuklara yönelik kentsel düzenleme önerileri sayesinde gerçekleşmişti. Bu çerçevede dünyanın “en çocuk-dostu kentlerinden biri” olarak kabul edilen Ghent’in kent merkezine arabayla ulaşım kolaylığı yerine, araç kullanımı şehir merkezinde azaltılarak, tercih hakkı, çocukların güvenliği lehine kullanıldı.  

Mexico City’de ise, okullar ve çocuk bakım hizmetleri sunan tesislerin yakınındaki tehlikeli geçiş noktaları, trafik kazalarıyla ilgili verilerin haritalandırılması sonucu belirlenmiş; bu haritaların kamuoyu dikkatini çekmesiyle birlikte söz konusu bölgelerde yol güvenliğini artırmaya dönük karar verme süreçleri hızlanmıştı.

Bu ve daha nice örnek…

Ortak noktaları ise, şu tercihte gizli: Kent onu turistik veya ekonomik amaçla kullananlar için midir, yoksa çocuklar için mi?

Kentte çocuk parkı yapılabilecek boş bir alan alışveriş merkezi inşa etmek için midir, yoksa yüzlerinde güller aça aça sek sek oynamaya doymak, öğle güneşinin altında tırmanma alanlarında parlak gökyüzüne doğru yükselmek veya kum havuzlarında çılgınca eğlenmek için mi?

Masum gibi görünen bu konuda bir tercihe gidilmesi ve çocuklara daha fazla mekân ayrılması gerekiyor.

UNICEF, Çocuk Dostu Kentler ve Toplumlar Girişimi’ni 2014 yılında Türkiye’nin 10 ilinde başlattı. Amaç, yerel yönetimlerin dezavantajlı çocuklara yönelik politikaları ve uygulamalarında kapasite artırımı sağlamak, bütçeleme çerçevesinde bu alana kaynak tahsisini özendirmek, çocuk işçiler konusuyla yerel düzeyde mücadele etmek ve belediyelerin kent kararlarına çocukların da katılımına destek olmaktı.

Proje, daha sonra 100 civarında belediyeyi kapsayacak şekilde genişletildi. 

Çocuk dostu kentlerden söz ettiğimizde, erken çocukluk politikalarının da kentsel düzenlemelerle bütünleştirilmesi önemli, çünkü kentlerin tasarımına çocukluğun ilk üç yılına yapılan yatırımın da yansıtılması gerekiyor.

0-3 yaş arasını kapsayan, uzmanların “altın çağ” olarak adlandırdıkları ve çocuğun beyin gelişiminin yüzde 85’inin tamamlandığı erken çocukluk dönemine yapılan her 1 dolarlık yatırım, ekonomiye 7 ila 10 dolar arasında geri dönüş sağlıyor; toplumsal fayda dalga dalga artmış oluyor.

Bernard van Leer Vakfı’nın Kent95 girişimi bu açıdan çarpıcı bir örnek; çünkü 95 sayısının bir anlamı var. Kent95 girişimi şu soruyu kent yöneticileri, kent plancıları, tasarımcılar ve liderlere soruyor: ‘Eğer bir kenti, 95 cm yükseklikten yani 3 yaşında bir çocuğun boyundan deneyimleyebilseydiniz, neleri farklı yapardınız?’ Yani “küçük düşünmek” gerekiyor.

Kent mobilyalarının çocukların da erişebilecekleri ve oynayabilecekleri şekilde tasarlanması, yaratıcı çocuk oyun parkları tasarlayarak çocuğun bazı ergonometri kurallarını kendiliğinden öğrenmelerinin sağlanması, çocukların yaya yollarının genişletilmesinden kaldırımlara engelli çocukların çıkışı için rampalar eklenmesi, kamusal alanlarda lavabo ve tuvaletlerin çocukların boyuna göre de tasarlanması, yani var olan kentlerin çocuklar için de yaşanabilir hale getirilmesi önemli. Bu da, hafta sonları çocuklara yönelik aktivite olarak AVM gezmeleri yerine, kentin farklı alanlarında sosyalleşebilmeyi sağlıyor.

Kent95’in Türkiye’ye uyarlaması olan İstanbul95 programında 0-3 yaş arası çocuklar ve ailelerine yönelik oyun alanları ve parkları tasarlanması ve belediyeler için kamusal alan tasarımı rehberi hazırlanması söz konusuydu.

Bir diğer deyişle, kent yoksulluğunun kaçınılmaz bir parçası olan çocuk yoksulluğuna bağlı risk etmenlerini ailelerin tek başına üstlenmemesi için, yaşadıkları kentin de bu çocukları kucaklaması, bilişsel ve fiziksel gelişimlerine ücretsiz, erişilebilir ve yaygın bir destek verip, onların gelişim potansiyellerini ortaya koymalarında kolaylaştırıcı olunması gerekiyor.

Türkiye’nin bu ve benzeri projeleri, ilgili tüm tarafları katarak, çok-yönlü düşünerek, çocukluğun tüm aşamalarını dikkate alarak ve çocukların görüş ve önerilerini dikkate alarak çeşitlendirmeleri ve sadece çocuk-dostu kentler değil çocuk-dostu bir ülke yaratmanın ilk adımı olarak mekânsal iyileştirmeleri başlatması gerekiyor.

Amerikalı yazar ve mimarlık tarihçisi Lewis Mumford’un da o güzel sözüyle, “Lanet olası motorlu taşıtları unutun ve kentleri aşıklar ve dostlar için inşa edin”.


Menekşe Tokyay Kimdir?

Uluslararası ilişkiler alanında Galatasaray Üniversitesi'nde lisans, Avrupa Birliği bölgesel politikaları alanında Belçika Katolik Louvain Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimini tamamlayan ve Avrupa Birliği siyaseti alanında Marmara Üniversitesi Avrupa Birliği Enstitüsü'nden doktora derecesi olan Tokyay, 2010 yılından beri ulusal ve uluslararası haber ajansları için röportaj ve analizler yaptı. Uzmanlık alanları arasında AB siyaseti, Orta Doğu, çocuk hakları ve sosyal politikalar yer almaktadır. Kendisi Fransızca ve İngilizceden birçok kitabı Türkçeye kazandırdı. Aynı zamanda aylık klasik müzik dergisi Andante’de köşe yazarı olan Tokyay, bir yandan da sanat alanında önde gelen isimlerle ve müzik alanında üstün yetenekli çocuk ve gençlerle ses getiren söyleşi dizileri gerçekleştirdi.