YAZARLAR

Çocuk zamanla tanışınca ne olur?

İnsanlar çocukluklarına bakarken, oradaki mutluluğu geçmişe atfederler. Başka çocukların mutsuz olduğunu görmezler. Bazı çocukların hayattaki ilk ölçeklerini kimliklerini saklama tembihiyle edindiklerini bilmezler.

Çoğu insan çocukluğunu hayatının en mutlu dönemi olarak hatırlar. Sonradan hep çocukluğunu arar.

Travmayla, savaşla, acılarla kuşatılmamışsa çocukluk sahiden de hep bir rüya âlemidir.

Herkesin çocukluğa dair söyleyecek lafı vardır elbette; en temel ortaklığımız çocukluktur. Bu satırları okuyanlar arasında çocuk olmamış kimse yok örneğin. Hepimiz bu rüya alemini kendimizce tarif ederiz.

Bana göre çocukluktaki mutluluk “sınırsız zaman var” hissinden gelir. Göle bırakılan bir taşın suyu halka halka açması gibi zaman genişler, genişler, genişler…

Çocuklukta zaman bir uğultu değil fısıltıdır. Geçen bir şey değildir zaman o günlerde. Esen bir şeydir en fazla. Bahçelerdeki kocaman ağaçların yüksek dallarında esen rüzgârdır. Çocuğun saçlarını karıştırır. Döner yine karıştırır. Karışık bir şeydir zaten zaman. Ama çocuk karışıklık hissetmez.

Bir ölçeksizlik hisseder ama. Rüzgâra, suya karışan, bahçelere sızan bir ölçeksizlik. Hayat çok büyük, çocuk çok küçüktür.

Bir gün ortadan kalkar bu his (Belki hâlâ onu koruyanlar vardır, kim bilir).

His ne zaman ortadan kalkarsa, hayat işte o zaman değişir.

*

O his gidince büyür çocuk.

Çocuğun içine zaman girer. Ölçek girer.

Gündüz Vassaf, “büyüme süreci, çocuğun kendine özgü ruhsal yapısını ve bağımsızlığını kaybetme sürecidir” der.

“Büyüme sürecindeki çocuk ‘uygarlaştırılan' bir yerliye benzer. Anne ve babanın görevi çocuğu vahşi ve özgür ruhunu ezmek, okula, topluma ve devlete uysal bir çocuk teslim etmektir. (…) çocuk anne ve babasından fiziksel olarak bağımsızlaştığında, çağın ruhuna bağımlı olmaya da çoktan hazır hale gelmiştir. Çocuğun tüm duyularının gelişimi, yine içinde yaşadığı toplum ve uygarlık tarafından koşullandırılır. Tarih boyunca ya da aynı zaman dilimi içinde bir arada yaşayan başka uygarlıklara ait algısal ve bilişsel kalıpları tanıma fırsatı bile verilmez çocuğa. (Gündüz Vassaf, Cehenneme Övgü, İletişim Yayınları).

*

Demek ki büyümek, kaybederek ilerleyen bir süreç. Bir tür egemenlik devri.

Bağımsızlığın kaybı. Ölçeksizliğin kaybı. Başkalarına dair muhtemel bilginin kaybı.

Olasılıkların kaybı.

Kaybederek büyüyor herkes.

Kaybedilenlerin yerine dönemin ruhu konuluyor. Büyürken işte o ruhla yoğruluyoruz.

*

Yeterince büyüyünce de geçmişe bakıyoruz.

Geçmişte bir güzellik arıyoruz. Özlüyoruz tabii. Hayat genelde özlemekle geçiyor. Buram buram özlüyoruz. Şanslı bir çocukluk yaşadıysak, çocukluğumuzu özlüyoruz. O sınırsızlığı. O güzelliği...

Ama bu defa da…

Edindiğimiz yeni ölçek, içimize giren yeni zaman, edindiğimiz yeni ‘uygarlık’ kafamızı karıştırıyor.

Çocukluğun güzelliğini geçmişe ait sanıyoruz. Her çocuğun aynı güzel hayatı yaşadığını sanıyoruz.

*

Geçmiş güzel bir yer değildir.

Güzel anlar, muazzam iyilikler muhakkak yaşanmıştır ama geçmiş daha çok kanla, savaşla, gözyaşıyla doludur. Hem de tıkabasa.

Entrikalar, ihanetler, kırımlar. Güzel bir ülke değildir geçmiş.

Ücra bir kasabadayken cızırtılı bir FM radyosunda ne kadar istasyon yakalayabilirseniz, tarihte ancak o kadar iyi şey yaşanmıştır. Geriye kalan hep cızırtının tarihidir.

Ama insan geçmişe, çocukluğa baktığında iyilikle, güzellikle büyülenirken o cızırtının da güzellikten doğduğunu sanır.

*

Bu kadar girizgâhı niye yaptım?

Sosyal medyada zaman zaman tartışmalar çıkıyor. Yakınlarda yine vardı. Geçmişte, bizler çocukken toplumumuzda hiç ayrılık gayrılık olmadığına, birbirimizle ne kadar da iyi geçindiğimize dair bir tartışma… Hep tekrarlanan, hiç eskimeyen bir uzak hayale dair tartışma.

Yarın yine olacak. Çocuklarımız da yapacak bu tartışmayı. İyileşmemiş yaralar kanayacak. Kanıyor.

Tartışma hep aynı:

Biz bir zamanlar huzurlu, birbirini seven, birbirinin hakkını ve kimliğini gözeten, farklılıklara ses etmeyen, o kadar ki bu farklılıkların gündeme dahi gelmediği bir toplum muyduk?

Böyle olduğumuza dair o tasavvur nereden geliyor?

*

Geçmiş sadece bizim için değil tüm insanlık için, söylenenlerden çok söylenemeyenlerin ülkesidir.

Geçmiş, iyilik ve kötülüğün beraber var olduğu bir yerdir. İyilik ferahlatır, kötülük de acıtır. Ferahlık geçer, acı kalır.

Ama insanlar bazen kendi çocukluklarına bakarken; oradaki mutluluğu geçmişe atfeder.

Başka çocukların mutsuz olduğunu görmezler.

Bizde bazı çocukların ilk ölçeklerini kimliklerini saklama tembihiyle edindiklerini bilmezler.

Vassaf’ın sözlerini tekrarlarsak:

“Tarih boyunca ya da aynı zaman dilimi içinde bir arada yaşayan başka uygarlıklara ait algısal ve bilişsel kalıpları tanıma fırsatı bile verilmez çocuğa.”

Verilmemiştir.

Konu burada başlamıştır.

Çocuk başkalarını görmemeyi daha burada öğrenmiştir.

*

Dönemin ruhu…

Çocukluktaki egemenliğimizi kaybederken bu ruhla yoğrulduk. Bize bir ölçek ve zaman verildi. Bir hiza…

Hizadan çıkabiliyor muyuz çıkamıyor muyuz, mesele hep budur.

Geçmişte kalarak bunu yapmak mümkün değil. Şimdiki zamanı kurtarmamız lazım. Ama şimdiki zamanın geçmesini bekleyip onu sonradan güzellemek daha kolay. Bizden beklenen buydu.

Biz de çocuklarımızdan bunu bekliyoruz.


Yenal Bilgici Kimdir?

Yenal Bilgici, gazeteci. 1979 İskenderun doğumlu. Siyaset bilimi eğitimi aldı. 2000 yılında gazeteciliğe başladı. Nokta, Aktüel, Newsweek, GQ Türkiye, Habertürk ve Hürriyet’te çalıştı; yazılı ve görsel birçok başka mecrada yazdı çizdi anlattı. Siyaset, kültür, tarih üzerine röportajlar yaptı, yapmaya devam ediyor. 2022 Ocak’ında Türkiye’de son dönemde yaşananları hakikat-sonrası çerçevesinde ele aldığı “Memlekette Tuhaf Zamanlar - Hakikat Sonrasıyla Geçen İki Binli Yıllarımız” isimli eseri Doğan Kitap’tan yayımlandı. 2019’da tarihçi İlber Ortaylı ile “Bir Ömür Nasıl Yaşanır” isimli, büyük ilgi gören bir nehir röportaj kitabı yayımladı, bu kitabı 2022 Şubat’ında yine Ortaylı ile söyleştiği “İnsan Geleceğini Nasıl Kurar” takip etti. Özellikle Avrupa gündemini takip etmeyi, toplum ve teknolojinin kesişiminden türeyen yeni dünya üzerine düşünmeyi, edebiyatı ve bir de bloglarında 'Eski Usul' ve 'Tuhaf Zamanlar’ yazmayı seviyor.