YAZARLAR

Çocuklar nerede? Toplumsal bir talep olarak 'çocuksuz' alanlar

Seoul’de, bazı kafe ve restoranlar, “müşterilerine huzurlu bir ortam sunmak” gerekçesiyle çocukları kabul etmiyor. Japonya’da bazı otellerde de “12 yaş altı çocuğa” izin verilmiyor. İspanya ve İtalya’da “huzur arayan” tatilciler için, “yalnızca yetişkinlere özel” oteller popülerlik kazanıyor. Güneydoğu Asyalı bazı havayolu şirketleri, “no kids zone” (çocuksuz sessiz bölüm) uygulamalarına yöneliyor. 

Bir sabah, toplu taşıma aracında hem annesine hem de diğer tüm yolculara adeta meydan okuyan bir çocuğun haykırışları, mızmızlanması ve kıpır kıpır halleri… 

Ya da sevgilinizle çıktığınız ilk akşam yemeğinde, romantik bir atmosfer olacağını umarken yan masada sandalye tepesinde adeta cambazlık yapan iki küçük afacanın size sürekli dil çıkarması ve komik sesler eşliğinde birbirinizin konuşmasını bile anlayamaz hale gelmenize yol açmaları…

Patronunuzun sizden istediği raporu yetiştirmeye çalıştığınız, ama kulaklığınızı da evde unuttuğunuz bir öğle vakti parkta otururken yanınızda köşe kapmaca oynayan çocukların dünyayı ayağa kaldırırcasına bağrışları eşliğinde bir türlü yaptığınız işe odaklanamamanız… 

İşte tam da böyle anlarda, bazılarınızın bilinçaltından şöyle bir dileğin geçtiğine eminim: Keşke yalnızca yetişkinlere özel alanlar olsa!

Bu dilek, son dönemde Güney Kore ve Japonya’da giderek yaygınlaşan “no kids” (çocuksuz) alanlarda karşılığını buluyor. 

Ne de olsa yetişkinler hep çocukların sınırlarını tanımlar, onların etki, varoluş ve hareket alanlarını yine onlar tasarlayıp denetler, değil mi? 

Benzer mekânsal kurgular, otellerden restoranlara bazı havayolu uçuşlarından mağazalara dek Amerika ve Avrupa’da da artıyor; Fransa dahil bazı ülkelerde çocukların “nazikçe” istenmediği düğün davetiyeleri, Türkiye’de de çocukların belirli bir yaşa kadar kabul edilmediği oteller ve çocukların girişini sınırlı tutan restoranlar “yeni normal” halini alıyor. 

Seoul’de, bazı kafe ve restoranlar, “müşterilerine huzurlu bir ortam sunmak” gerekçesiyle çocukları kabul etmiyor. Japonya’da bazı otellerde de “12 yaş altı çocuğa” izin verilmiyor. İspanya ve İtalya’da “huzur arayan” tatilciler için, “yalnızca yetişkinlere özel” oteller popülerlik kazanıyor. Güneydoğu Asyalı bazı havayolu şirketleri, “no kids zone” (çocuksuz sessiz bölüm) uygulamalarına yöneliyor. 

Çocuklar nerede? Toplumsal bir talep olarak 'çocuksuz' alanlar - Resim : 1

Peki, bu çocuklara kapalı alanlar, yetişkinlerin huzurunu kutsayan modern bir dünyanın doğal sonucu mu? 

Yoksa çocuklarla yetişkinlerin ilişkisini sorgulayan, çocukların medeni kuralları öğrenmediği ön kabulüyle hareket eden ve daha derinlere kök salmış bir toplumsal krizin belirtisi mi? 

Veya çocuklar artık daha fazla “rahatsızlık” nedeni veya “ehlileştirilmesi gereken sorun kaynakları” olarak mı görülüyor?

Öncelikle, Avrupa’da çocuksuz mekanların sayılarının artması, hatta bazı otellerin çocuklara “yasak” olması, ebeveynler ve çocuk hakları savunucularının tepkisini çoktan çekmiş durumda.

Bu eğilimin, çocukları anlama, onlarla toplumsal huzuru koruyan bir diyalog kurma ve onlara empatiyle yaklaşma yerine “ebeveynlik pratiklerini ve çocuklarını yetiştirme biçimlerini yargılama” haline dönüştüğüne dikkat çekenler var. 

Hatta Fransa’da aileden, çocuklardan ve kadın haklarından sorumlu eski bakan ve şu anda Senatör olan Laurence Rossignol, 2024 yılı ilkbaharında, çocuklara yasak mekanları engellemeye yönelik bir yasa teklifi sundu. Rossignol, “Çocuklar, yetişkinlerin küçük birer kopyası değil, çocuk olma hakları olduğunu savunuyorum,” diyerek çocukların kamusal alanlardan dışlanmasına karşı tavrını net bir şekilde ortaya koydu.

Bu talebin “çocuklar için daha kapsayıcı şehirler kurulması” boyutu da var kuşkusuz…

Fransa’da Yüksek Aile Konseyi (Haut Conseil de la famille) tarafından hazırlanan bir rapor, çocuklar için daha “kucaklayıcı” şehirler kurgulanmasına yönelik öneriler sunuyordu. Çocukların oyun oynayabileceği alanların artırılması, ders saatlerinin bir kısmının açık havada geçirilmesi gibi önerilerle, şehirlerin çocukların “enerjisine, çeşitliliğine ve kırılganlığına” uyum sağlayan yerlere dönüşmesi gerektiği tam da bu raporda vurgulanıyordu.

Bu yaklaşıma göre, şehir planlamasında çocuk dostu alanların artması, kapsayıcı şehirler tasarlanması, toplumsal birlikteliği ve kuşaklar arası dayanışmayı özendirebilir. Örneğin Paris’in 19. bölgesinde Cité des Sciences kapsamında birkaç yıldır yapım aşamasında olan Cité des bébés adlı bebek mekânı, yeni yürümeye başlayan ve 23 aya kadar olan bebeklere yönelik olarak dokunabilecekleri, bakabilecekleri, dünyayı keşfedecekleri ve öğrenirken ebeveynleriyle birlikte oynayabilecekleri, bilişsel ve duyusal-motor gelişimlerini artıracakları bir yer olarak tasarlandı. Cité des Enfants da 2-12 yaş arası çocuklar için aynı kampüs içinde tasarlanmıştı. 

Çocuklar nerede? Toplumsal bir talep olarak 'çocuksuz' alanlar - Resim : 2
Cité des Sciences

Benzer mekânsal tasarımlar, çocukların çocukluklarının hafta sonları AVM’lere sıkışıp kalmasının önüne geçerek onların enerjilerini aktarabilecekleri çözümler sunuyor. 

Aile düzeyinde de bakıldığında, çocuklara alan açma ve yetişkinlerin kendi özel zamanlarını korumaları arasında bir denge kurulması gerekiyor. Örneğin, geniş aile tatillerinde yetişkinler ve çocuklar için ayrı yemek saatlerinin uygulanması, kuşaklar arası uyumu ve huzuru korumanın bir yöntemi olarak öneriliyor.

Benzer şekilde, çocukları oyalamak için onlara telefon veya tablet vererek toplumsal etkileşimden izole edilmeleri yerine, çocukların aileleriyle eğitici, bilgilendirici ve toplumsal huzuru gözeten ses ve gürültü düzeyinde saygı temelinde ilişki kurması da bu şablonun ayrılmaz bir parçası. 

Sonuç itibariyle, günümüz Batı dünyasında “çocuksuz mekanlar” konusundaki artan tartışmalar, toplumsal tecrit halinin ve özellikle pandemiden sonra içine kapanan bir dünyanın göstergelerinden… Zira birçok uzmana göre, çocukların dışlanması, tam da sevgisizliği, empati yoksunluğunu ve kuşaklar-arası etkileşimi önceleyen bir toplumsal kurgunun sonlanması anlamına geliyor. 

Çocukların kamusal alandan dışlanması, aslında modernitenin beraberinde getirdiği bireyci yaşam tarzının bir yansıması… Fransız kültür tarihçisi Philippe Ariès, benim de doktora tezimde sık sık atıfta bulunduğum, L’Enfant et la Vie Familiale sous l’Ancien Régime (Eski Rejim’de Çocuk ve Aile Yaşantısı) adlı eserinde, modern toplumların çocuklara atfettiği anlamın ve onların yerini kurgulama biçiminin, ekonomik, politik ve sosyal dinamiklerle şekillendiğini söyler. 

Ariès, çocukluğun modern dönemde bir “icat” olarak ele alındığından ve çocukluğun biyolojik değil, sosyo-kültürel bir kurgu olduğundan söz eder. Bu yaklaşım, modern çocukluk anlayışının toplumsal, kültürel ve ekonomik dönüşümlerle nasıl şekillendiğini anlamamız için önemli bir pencere aralıyor aslında… 

Bu açıdan, kamusal alanları çocuklardan ‘arındırma’ eğilimi, tam da bu modernitenin bireycilik arayışının uç noktası olup, çocukları toplumdan dışlayan “ayrımcılığın” yeni bir aşamasına karşılık geliyor. Çocuk hakları açısından da bu tür uygulamaların, toplumsal eşitsizliği ve yaş temelli ayrımcılığı derinleştirdiği düşünülüyor. 

Çocuklar nerede? Toplumsal bir talep olarak 'çocuksuz' alanlar - Resim : 3Zira artık kentlerin çeperlerinde, türlü yoksullukların merkezinde çocukluklarını yaşayamayan veya dijital medyaya kontrolsüz şekilde maruz kalarak çocukluğunu hissedemeden yetişkinlerin dünyasında emekleyen çocukların olduğu bir yaşam kurgusunda, “çocuksuz mekân” taleplerinin yaygınlaşmasıyla birlikte çocuklar ayaklarının altındaki zeminin daha da kırılganlaştığını hissediyorlar.  

Peki süregiden bu tartışma, bireysel huzur ile çocuk haklarını dengeleyen bir toplumsal manifestoya dönüşebilir mi? 

Modern çocukluk yaklaşımlarında, çocukların haklarının ve varlığının toplumsal saygı ve uyum kuralları çerçevesinde teslim edilmesi önceleniyor. Onların bazen kontrol edilemeyen ve “rahatsız edici” olarak algılanan davranışları ise, yetişkinlerin tahammül sınırlarıyla ilişkili olarak “kişisel alan” tanımı üzerinden değerlendiriliyor. 

Bir yandan da çocuklar, sırf geleceğin bireyleri olarak değil, bugünün toplumsal yaşantısının ayrılmaz bir parçası olarak görülüp, erken yaşlarda toplumsal kuralları içselleştirmeleri için empati ve saygı temelli eğitimlere konu oluyorlar. Fransa’da yüzlerce okulda bir pilot proje olarak başlatılan “empati” dersleri, tam da nesiller arası bu diyalog eksikliğini giderecek iksiri içinde barındırıyor. 

Öte yandan, pozitif ebeveynlik yaklaşımı, çocukların enerjisini bastırmak yerine, bu enerjiyi toplumsal saygı ve anlayış temelinde doğru kanallara yönlendirecek sağlıklı diyaloglar kurmayı öneriyor. Bu açıdan, çağdaş eğitim modelleri, çocuğu bir birey olarak ele alarak, toplumsal alanlarda saygı ve empati temelli bir ilişki geliştirme potansiyelini güçlendiriyor. 

Ancak, bu yaklaşımlar yalnızca bireysel değil, aynı zamanda toplumsal bir değişimi de gerektiriyor. 

Belki tam da burada soluklanıp Fransız filozof Emmanuel Levinas’ın şu sözünü anımsamak gerek: “Öteki ile karşılaşma, tüm insan deneyimlerinin başlangıcıdır.” 

Çocuklar, biz yetişkinler için birer “öteki” değil; tam tersine insan deneyimlerine başladığımız o “biricik anı” anımsatan aynalar aslında... Yirminci yüzyılın görünürde “Çocuk Yüzyılı” olarak kabul edilmesi, ardından gelen yüzyılda da çocukların iyi olma halini güçlendirici reformlar yapılması, tam da çocuklara açılan bu tür mekânsal özgürlükle mümkün. 

Bu bakış açısıyla, çocukları dışlayan, onların sesinden, gürültüsünden, enerjisinden arındırılmış kamusal mekanlar kurulmasına yönelen her yaklaşım, kişinin “öteki” ile karşılaşma olasılıklarını da azaltır ve bu tür toplumsal deneyimleri yavanlaştırır. 

Yine Levinas’ın “öteki” ile ilişkilere dair söylediği gibi, “İnsani sorumluluk, özgürlükten önce gelir.” Çocuklara toplumsal mekanlarda alan açmak, onlara sadece “yaramazlık yapma imkânı” sunmak demek değil, aslında insani bir sorumluluğu da yerine getirmektir. 

“Çocuksuz mekân” talebi, ilk aşamada bireysel konfor arayışı gibi görünse de, derinlerde, çocuklara dair toplumdaki algıya ilişkin köklü bir sorgulamayı gündeme getiriyor: Çocukları dışlamak, bir toplumun kendine yabancılaşmasının ve toplumsal diyalogu “yetişkin pratikleri” üzerinden kurgulamasının en somut göstergesi olabilir mi?


Menekşe Tokyay Kimdir?

Uluslararası ilişkiler alanında Galatasaray Üniversitesi'nde lisans, Avrupa Birliği bölgesel politikaları alanında Belçika Katolik Louvain Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimini tamamlayan ve Avrupa Birliği siyaseti alanında Marmara Üniversitesi Avrupa Birliği Enstitüsü'nden doktora derecesi olan Tokyay, 2010 yılından beri ulusal ve uluslararası haber ajansları için röportaj ve analizler yaptı. Uzmanlık alanları arasında AB siyaseti, Orta Doğu, çocuk hakları ve sosyal politikalar yer almaktadır. Kendisi Fransızca ve İngilizceden birçok kitabı Türkçeye kazandırdı. Aynı zamanda aylık klasik müzik dergisi Andante’de köşe yazarı olan Tokyay, bir yandan da sanat alanında önde gelen isimlerle ve müzik alanında üstün yetenekli çocuk ve gençlerle ses getiren söyleşi dizileri gerçekleştirdi.