YAZARLAR

Çocuktuk ama iyi çocuklardık

Edebiyatla heykelin buluşması hep büyülü anlar üretiyor. Kopenhag’da ‘Küçük Denizkızı’, Madrid’de ‘Don Kişot’, Budapeşte’de ‘Pal Sokağı Çocukları’. Hepsi bulundukları semtin en güzel süsü. Hepsi hayal kurduruyor. Bugün elimizde hayaller bitti. Zamanın ve mekânın döngüsünden çıkabilmek için edebiyattan biraz hayal ödünç alalım.

1.

Amsterdam Oosterpark’ta her gün önünden geçip gittiğim bir küçük heykel var. Bir bankta yan yana oturan, keyifle takıldıkları, muhabbet ettikleri her hallerinden belli olan üç arkadaşın heykeli. İsmi ‘De Titaantjes’. Küçük titanlar ya da genç titanlar… Durup heykele baktığınızda, sizin bu küçük titanları değil, aslında onların sizi seyrettiği hissine kapılıyorsunuz.

Yersiz bir his sayılmaz. Sizi seyrediyorlar zaten. Bu son derece işlek şehir parkında önlerinden gelip geçenleri seyrediyorlar. Hep yaptıkları gibi.

‘De Titaantjes’, Amsterdam’ın ünlü hikâyecisi Nescio’nun (1882-1961) bir hikâyesinin ismi. Küçük Titanlar, yedikleri içtikleri ayrı gitmeyen üç kafadar. Yolun başındalar. Büyük idealleri var. Bir şeyler yapmak istiyorlar ama tam olarak ne yapmak istediklerini bilmiyorlar. Bu yüzden konuşup duruyorlar. Bir araya geliyorlar, insanları seyrediyorlar, güneşin doğuşunu batışını seyrediyorlar, dünyayı kurtarıyorlar. En çok da şimdi heykellerinin durduğu Oosterpark’a geliyorlar. Hiçbir şey yapmadan hayata bakıyorlar. Hayal kuruyorlar.

Amsterdam Oosterpark - De Titaantjes (Küçük Titanlar) 

Gençliğin güzelliği üzerlerinde, gençliğin yükü omuzlarında. İyi çocuklar.

Nescio’nun hikâyesi de böyle başlıyor zaten: “Çocuktuk ama iyi çocuklardık.”

Bu ilk cümle Hans Bayens’in elinden çıkma heykelin kaidesinde de yazıyor: Çocuktuk ama iyi çocuklardık…

‘İyi çocuklar’, oradan gelip geçen herkesi, her gün, her an seyrediyor. Dünyayı anlamaya çalışmaya, kurmaya, kurtarmaya devam ediyorlar.

2.

Küçük titanların sırtımda hissettiğim bakışları, başka bir heykeli düşürüyor aklıma. Budapeşte’de bir sokak arasında apansız karşınıza çıkan misket oynayan çocukların heykelini.

Pal Sokağı Çocukları heykeli

Prater Sokağı’ndaki heykel, Ferenc Molnar’ın doyumsuz eseri ‘Pal Sokağı Çocukları’ndan bir sahneyi gerçek boyutlarıyla canlandırır. Çantalarını bir kenara fırlatmış misket oynayan çocuklar ve kenardan onları izleyen karşı grubun çocukları. Nemeçek, Boka ve rakipleri… Bir şehirde karşınıza daha güzel bir sürpriz çıkamaz.

Edebiyatla heykelin buluşması hep büyülü anlar üretiyor. Kopenhag’da tam da yerindeki ‘Küçük Denizkızı’, Madrid’de ‘Don Kişot ve Sanço Panza’… Her biri bulundukları semtin en güzel süsü.

Küçük Deniz kızı (Kopenhag) - Don Kişot ve Sanço Panza (Madrid) 

Ama illa da sahneler… Edebiyatın o unutulmaz anları… Onlar heykelle boyut kazanınca, zamanın da mekânın da sürekliliğini kırıyorlar. Gündelik yaşama rüya katıyorlar.

3.

Bizim edebiyattan da böyle anların canlandırılmasını isterdim. Yaşar Kemal’in köyü Hemite’de ‘İnce Memet anıtı’ var. Çok da yerinde, isabetli bir iş. Tek bildiğim o.

İnce Memed Anıtı (Hemite)

Fazlasından zarar gelmezdi. O halde biraz hayal kuralım.

Yazının iktidarına ve sabrınıza sığınarak, heykele bürünmesini istediğim edebiyat anlarını sıralayacağım (Hem belki siz de kendi favori anlarınız üzerine düşünürsünüz, bu yazı da böylece fazladan bir iki hayale vesile olur). 

İlk heykelim şehirde değil. Vapurda. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ‘Huzur’unda, ada vapurunda tanışan Mümtaz ve Nuran’ın heykeli. Belki bir koltukta yan yana oturuyorlar, belki dışarıda, aşk içinde denize bakıyorlar. İkisi de kabulüm. Sırf bu romantik heykelle beraber seyahat etmek için vapura binebilirdim.

İkincisi, Orhan Pamuk’un ‘Kara Kitap’ından… İstanbul’un uygun bir köşesine konabilir. Rüya’yı aramaktan usanıp uzun uzun Boğaz’ı seyreden Galip… Bu şekilde sonsuza dek aramaya devam edecek. Ama karşı kıyıda da Rüya olacak. O da dalgın ve hülyalı, denize baksın isterim.

(Pamuk demişken… Onun sayesinde heykelin de ötesinde, İstanbul’un bir romanın müzesine sahip tek şehir olduğunu da unutmayalım. ‘Masumiyet Müzesi’ hakikaten bambaşka bir fikir)

Üçüncüsü, Suat Derviş’in ‘Fosforlu Cevriye’si. Sahile yanaşmış bir kayığın içinde. Evsiz barksız kimsesiz, soğuktan tir tir titreyen Cevriye. Bizim denizkızımız.

Dördüncüsü sinemadan. Yavuz Turgul’un hayalinden… Tarlabaşı’nda bir damda ellerini gökyüzüne kaldırmış Eşkiya’nın heykeli. Tabii ki Şener Şen’in formunda. Ama yine bir damda Uğur Yücel’in öldüğü o sahnenin canlandırılmasına da varım. “Korkma, sadece toprağa gideceksin. Sonra toprak olacaksın. Sonra sularla birlikte bir çiçeğin bedenine yürüyeceksin. Oradan özüne ulaşacaksın. Çiçeğin özüne bir arı konacak. Belki… Belki o arı ben olacağım.” Bu konuşma da heykelin yanında yazılı dursun.

Çamlıca sırtlarında Bihruz Bey de heykele dönüşsün. Recaizade Mahmut Ekrem’in ‘Araba Sevdası’nın hesapsız, özenti, mirasyedi Bihruz’u… Bu züppe beyzade, çok yakında elinden çıkarmak zorunda kalacağı faytonuna kurulsun. Bihruz Bey bir yerlerde heykel olarak dursun ki bizim büyük çatışmamız, ‘Batılılaşma belamız’ bir cisme bürünsün. Bütün günahları yanlışıyla doğrusuyla Batılılaşmaya yükleyenler, bu arada çaktırmadan da entelektüel düşmanlığı edenler, arada gidip heykele veriştirsin. Rahatlasınlar.

Derken… Bir Çukurova treninde bizim üç arkadaş, bizim küçük titanlar. Orhan Kemal’in ‘Bereketli Topraklar Üzerinde’sinin açılışı… Ellerinde emekleri, Kayseri’nin köyünden kopup, Çukurova’ya giden üç kafadar. Halen yaşıyorken, halen beraberken.

Bir de ‘Göğe Bakma Durağı’. Turgut Uyar’dan. “Şimdi otobüs gelir biner gideriz / dönmiyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç” dizeleri var şiirde. O halde heykel de değil, gerçek bir otobüs durağı olsun. Herhangi bir yerde. Herhangi bir şehirde. “Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda / Beni bırak göğe bakalım.”

Son heykelim biraz can sıkıcı. Sıkılalım ama hep uyanık kalalım diye. Aziz Nesin’in ‘Zübük’ünün heykeli. Meşhur kürsüsünde görelim Zübük’ü. Bir de hiç unutmamak için, Zübük’ün ağzından şunları yazalım heykelin kaidesine: “Zübük’lerden kurtulmanın birinci çaresi, kendimize bakmak, kendi Zübüklüğümüzden kurtulmaya çalışmaktır.”

4.

Listem sonsuza gider de burada durayım. Emimim sizin de listeleriniz, gerçek olsun istediğiniz hayalleriniz vardır.

Hayatın ve zübüklerin hayale izin vermediği, izin vermek ne kelime hayalleri boğduğu bugünlerde elinizde ne kadar kaldıysa artık.

Biz yine de göğe bakalım.


Yenal Bilgici Kimdir?

Yenal Bilgici, gazeteci. 1979 İskenderun doğumlu. Siyaset bilimi eğitimi aldı. 2000 yılında gazeteciliğe başladı. Nokta, Aktüel, Newsweek, GQ Türkiye, Habertürk ve Hürriyet’te çalıştı; yazılı ve görsel birçok başka mecrada yazdı çizdi anlattı. Siyaset, kültür, tarih üzerine röportajlar yaptı, yapmaya devam ediyor. 2022 Ocak’ında Türkiye’de son dönemde yaşananları hakikat-sonrası çerçevesinde ele aldığı “Memlekette Tuhaf Zamanlar - Hakikat Sonrasıyla Geçen İki Binli Yıllarımız” isimli eseri Doğan Kitap’tan yayımlandı. 2019’da tarihçi İlber Ortaylı ile “Bir Ömür Nasıl Yaşanır” isimli, büyük ilgi gören bir nehir röportaj kitabı yayımladı, bu kitabı 2022 Şubat’ında yine Ortaylı ile söyleştiği “İnsan Geleceğini Nasıl Kurar” takip etti. Özellikle Avrupa gündemini takip etmeyi, toplum ve teknolojinin kesişiminden türeyen yeni dünya üzerine düşünmeyi, edebiyatı ve bir de bloglarında 'Eski Usul' ve 'Tuhaf Zamanlar’ yazmayı seviyor.