YAZARLAR

Çok faktörlü sistemsel krizin göbeğinde tedirgin bir yıl…

Peki ne yapmak istiyor Batı kapitalizmi?.. Kapitalizmin yeni bir evresine geçmek için bir dönüşüm hamlesi… Nasıl? Hidrokarbon temelli enerji sistemini değiştirmek, kol emeğine dayalı üretimi asgariye indirmek, küresel ölçekte yeni bir para sistemi oluşturup, musluğun başını tutmak ve ulusal sınırların ötesinde bir küresel şirketler sistemi kurmak. Ama bu işler ha deyince olmuyor.

Kapitalizm krizlere alışık bir sistem, hatta döngüsel krizlerle kendini yenileyen ve güçlenen bir sistem olarak yoluna gitti. En azından küreselleşme öncesinde, en zorlu sınavları bir şekilde atlatmayı bildi. Söz gelimi 1929 Buhranı’ndan yara bere içinde de olsa çıkabildi. Şu ana kadar bilindik en büyük sınavı buydu. ABD o süreçte ‘New Deal’ ile yokoluşun eşiğinden döndü, ama 8 milyar dolarlık borcunu savaş gazisi Almanya’dan istemesiyle, İkinci Dünya Savaşı’na giden yolu da bir ölçüde açtı. O ekonomik krizde ölen binlerce Alman olduğu biliniyor değil mi? Ama öyle ya da böyle kapitalizm, milyonlarca insanın yoksullaşması, sürünmesi ve korkunç bir dünya savaşıyla yeniden doğdu küllerinden… Bir farkla, artık kapitalizmin lokomotifi Britanya ve Avrupa değil, Atlantik’in ötesiydi. Bedeli en az ödeyen, en karlı çıkan ABD olmuştu.

Süreç, 2000’li yıllarla birlikte, kriz döngüsünün aralıklarının azaldığı, bir krizden ötekine geçiş gibi bir hal almaya başladı. Kriz döngüsü, varolan krizin bir sonrakine aktarılarak ötelenip, birikimli krizlere dönüşmesine yol açıyor. Bu kez sorun, 1929’da olduğu gibi tek bilinmeyenli bir denklem de değil. Saymakla bitmeyen, dönemsel çözümlerle ötelenen, kaynakların amansızca sömürüldüğü ve eğer bir çözüm bulunmazsa sistemin çökmesine, ama bir alternatifin doğmasına izin vermeyecek, toplu yokoluşa kadar gidebilecek bir meseleler yumağıyla yüzleşmek üzereyiz.

GORDİON DÜĞÜMÜNÜ KESECEK BİR KILIÇ YOK!

Bu Gordion düğümüne dönüşmüş yapısal bunalımı, şu günlerde yaşanan bir çeşit yeni tip dünya savaşı diyebileceğimiz, sürmekte olan Rusya-Ukrayna savaşı veyahut yarın kapımıza dayanacak bir Çin-Tayvan savaşı da çözemeyecek. Yani savaşarak krizden çıkma modeli geçmişte kaldı. Peki ya yeni sektörler?.. Söz gelimi yeşil ekonomi? Pek mümkün görünmüyor, zira 1929’da dünya nüfusu sadece 2 milyarken, bugün 8 milyar insan yaşıyor yeryüzünde. Sadece Çin ve Hindistan’ın nüfusunu toplasak, o dönemdeki nüfusu 1 milyar kişi aşıyor. Yani bir ya da birkaç sektörün kapitalizmin yeniden ayağa kalkmasını sağlaması mümkün değil. Küresel ekonominin girift yapısı da, böylesi bir yeniden yapılanmaya müsait değil.

SİSTEMİN DÖNÜŞTÜRÜLMESİ ÇOK BÜYÜK RİSKLER TAŞIYOR

Peki yeni bir finansal model?.. Söz gelimi 1980’lerde ortaya çıkan monetarizm gibi bir şeyler?.. Görünen o ki, zaten o günlerde kapitalizmin hızla gelişmesini sağlayan para ve maliye politikaları, aynı zamanda bugünkü yapısal bunalımın da temel etkenlerinden biri… “E o zaman yeniden Keynes’a sarılırız, yine düze çıkarız” demek de mümkün değil. Zira gerek küresel finansal sistemin içinde bulunduğu batak, gerek küresel ölçekte üretimin Asya-Pasifik’te öbekleniyor olması, gerekse Batı kapitalizminin kurallarına uymaya hiç de niyetli olmayacak ülkelerin sayısının artması, böyle bir modelin dünya ölçeğinde işletilmesine engel. Şöyle düşünelim, Çin, Hindistan, Pakistan, Rusya ve daha pek çok gelişen piyasa buna eyvallah demeyecekken… E ulusal sınırlara geri dönüp, otarşik bir ekonomik modele sığınmak da imkânsız. 

YEŞİL EKONOMİ, YAPAY ZEKÂ, O BU VESAİRE…

Bugün başta ABD ve Avrupa Birliği’nin küresel ekonominin kurallarını değiştirmeye yönelik hamleleri, gelişen ve gelişmekte olan ülkeler tarafından öyle kolay kolay benimsenecekmiş gibi görünmüyor. Niye benimsesinler ki!.. Peki ne yapmak istiyor Batı kapitalizmi?.. Kapitalizmin yeni bir evresine geçmek için bir dönüşüm hamlesi… Nasıl? Hidrokarbon temelli enerji sistemini değiştirmek, kol emeğine dayalı üretimi asgariye indirmek, küresel ölçekte yeni bir para sistemi oluşturup, musluğun başını tutmak ve ulusal sınırların ötesinde bir küresel şirketler sistemi kurmak. Biyoteknoloji, yapay zekâ, elektrikli otomobil, hidrojen enerjisi, füzyon ve daha neler neler… Ama bu işler ha deyince olmuyor. Hidrojen enerjisine geçmeye izin verir mi petrol kartelleri kolay kolay? Milyarlarca dolarlık dönüşüm yatırımını hemen yapabilir mi otomotiv endüstrisi, elektrikli araçlara geçebilmek için?.. Yapay zekâ bu hızla yayılırsa, işsizler ordusu ayaklanmaz mı?.. Peki geri bırakılmış ülkeler, tam kalkınmaya başlarken, bir buçuk yüzyıldır dünyayı kirleten gelişmiş ülkelerin gündeme getirdiği karbon vergisini öder mi? Yok bu öyle kolay bir dönüşüm asla olamaz. Ve tabii buna karşı direnç de yükseliyor, hatta bambaşka bir biçimde bölgesel savaşlarla sürecek üçüncü dünya savaşı da bu sebeple gündemde!

AL TAKKE VER KÜLAH, BORÇ DÖNDÜRMECE

Buraya kadar biraz olanlar ve olacaklar üzerine bir spekülasyon yaptık gibi… Şimdi rakamlara bakarak, kısa vadede bizi nelerin beklediğine bir bakalım. Kimsenin pek konuşmak istemediği korkunç bir küresel borç yükü altında sistem. 300 trilyon dolarla 350 trilyon dolar arasında olduğu tahmin edilen bu borç yükünün daha artacağı aşikâr. Bu borç devletlerin devletlere, şirketlerin şirketlere, hane halkının finans kurumlarına, aklınıza gelebilecek her türlü kayıtlı borç ilişkisini içeriyor. Bir de türev piyasalardan söz etmeden olmaz. Küresel ekonominin hızla büyümesini finanse eden ve aslında gelecekteki varsayılan hasıladan ödünç alma üzerine kurulu (daha doğrusu kurgulu) finansal enstrümanlardan söz ediyoruz. Hatırlarsanız, 2008 krizinin sebeplerinden olan CDO (Collaterilized Debt Obligation-Teminatlandırılmış Borç Yükümlülükleri) çok konuşulmuş ve çok lanetlenmişti! 2019 itibarıyla yaklaşık 600 trilyon dolarlık bir hacmi olan türev piyasaların en toksik enstrümanlarından biri işte bunlardı. Azaldı mı? Hayır! Şu anda ne kadar hacme sahip olduğu ve bunun ne kadarının küresel borç yükünde yer aldığı konusu tam net değil. Kabaca şöyle tarif edeyim, CDO’lar sonuç itibarıyla teminatlandırılmış krediler… Bir ticari banka kişilere teminatlandırılmış kredi verir. Bu kredileri bir pakette toplar ve bir yatırım bankasına satar. Yatırım bankası bu kredileri alarak, kredi teminatları üzerinde hak kazanır. O yatırım bankası da bunu bir sigorta şirketine satabilir. Bu varlıklar küresel piyasalarda alım-satıma tabi olduğundan yatırım fonları, emeklilik fonları ve devlet fonları da bu alışverişe dahil olur. Söz gelimi bir mortgage işlemi finansal piyasalarda öyle işlemlerden geçer ki, bir bakmışsınız bu rakam onlarla çarpılmış, köpürmüş de köpürmüş! Söz gelimi bir gün gelir de emlak balonu patlar ya da piyasa krize girerse, o varlıkların değeri çöp olur. Burada küçük bir not, şu anda küresel emlak balonunda sönmeye yönelik işaretler alınmaya başladı bile… 2008’de üç-beş kurban verilerek içinden çıkılan o tehlikeli süreç işte bu toksik CDO’lar kaynaklıydı. Lehman Brothers’ın batırılıp diğer yatırım bankalarının daha da güçlenmesini sağlayan o süreç hakkında pek çok film de çekildi ve rezaletin, daha doğrusu yasal soygunun ne olduğunu o filmler gayet iyi anlatıyor. Bu arada hemen belirtelim, bu rakamları verirken toplam küresel yıllık GSYİH’nin yaklaşık 100 trilyon dolar civarında olduğunu söyleyebiliriz.

ÖNGÖRÜLEMEYENLER VE PALYATİF ÇÖZÜMLER

Dönelim bugüne, daha doğrusu 2019’un sonlarından itibaren geçen zorlu sürece… Pandemi öncesinde, küresel ekonomi için çanlar zaten çalmaya çoktan başlamıştı bile… Pandemi, belki de bu çanların sesinin duyulmasını engelledi. Bu ‘beklenmedik’ süreçte, nasıl beklenmiyorsa artık, gerek Dünya Sağlık Örgütü (DTÖ) ve diğer bilimsel kurumlar pek çok salgın simülasyonu yapmışken, tek tek devletlerin ve genel olarak küresel sistemin yapısal bunalımı ortadan kaldırmaya yönelik bir önlem almaya ne gücü ne de cesareti vardı. Ama özellikle pandeminin ilk yılında, bir kesim sistemin krizini insanca olmayan yollarla çözmek için ‘ataklar’ gündeme getirmeye başladı. Birikmiş potansiyel kriz faktörlerinin pandemiyle çeşitlenmesi sürecin çok daha zorlu olmasını getirdi. Pandemi atlatılamasa da sistemin kapanmalara dayanacak hali kalmadığından normalleşme süreci başlatıldı. Mecburen uygulanan gevşek para politikasının, ertelenen taleplerin talebe dönüşmesiyle birlikte enflasyonist sarmalın bir tehdit olarak ortaya çıkacağı öngörülüyordu, ama öngörülenin ötesinde bir sonuç çıktı ortaya. Tedarik zincirindeki kopuşların etkisi de enflasyonun körüklenmesini getirdi. Tedarik zincirindeki kopukluklar halen devam ediyor. Çin Halk Cumhuriyeti, Covid-19 sebebiyle kapanmaları yeniden başlatıp bunu biraz da siyasi bir baskı olarak kullanınca, tedarik zincirinin toparlanması da tökezledi 2022’nin ikinci yarısında… Şimdi yeniden normalleşecek olan Çin, anlaşılan o ki Çin Komünist Partisi (ÇKP) Kongresi’nde belirlediği hedefler doğrultusunda ekonomik yeniden yapılanma sürecine girecek, aynı zamanda ÇKP tarafından ’savaş koşulları’ tespiti de yapıldığı için sürecin nasıl ilerleyeceği ayrı bir muamma… Ama şu bir gerçek, Çin üretim üssü olmasının avantajını bir silah olarak çok daha sık kullanacak.

NEGATİF REVİZYONLAR DÖNEMİ

Hemen bir hatırlatma yapayım, Güneydoğu Asya’da bir çatışma olasılığı, en azından iki sektörün ölüm fermanı demek. Birincisi Çin kaynaklı çip tedariğinin durması durumunda otomotiv sektörü çok ciddi bir üretim krizine girer, diğeri Tayvan bu çatışmada odak olacağı için bilgi teknolojileri sektöründe çok ciddi bir çip krizi yaşanır. Zira halen neredeyse bilgisayar çipi üretiminde Tayvan alternatifsiz…

Rusya-Ukrayna savaşının sonucunda, şu an biraz sakinleşmiş görünse de enerji fiyatlarındaki artış ve enerji krizi, enflasyon sarmalının artmasının sebeplerinden… İklim krizi kaynaklı tedarik sorunlarının artarak devam edeceğini de eklemek gerek sanırım. Bu faktörlerin sadece birkaçını ele alarak 2023 yılı öngörülerine gelelim şimdi. Gerek Uluslararası Para Fonu, gerek Dünya Bankası gerekse diğer resmi ve resmi olmayan uluslararası kurumların büyüme tahminleri, zaten bir olgu haline gelen resesyonu teyit eder nitelikte. Kurumlar büyüme öngörülerinden negatif revizyonlar yapıyor.

Önce büyüme tahminleri… IMF’in küresel büyüme öngörüsü yüzde 2.9’du, yıl sonuna doğru 2.7’ye çekildi. IMF, Türkiye için öngörüsünü ise pozitif olarak yüzde 4’ten yüzde 5’e yükseltti. Dünya Bankası, küresel ekonominin 2022'de yüzde 2.9, 2023 ve 2024’te yüzde 3'er büyümesini bekliyor. Dünya Bankası, Ocak 2022'de yayımladığı raporda, küresel ekonominin 2022'de yüzde 4.1 ve 2023’te yüzde 3.2 büyüyeceğini öngörmüştü. Ardından revizyona gitti, ve gelişmiş ekonomilerin bu yıla ilişkin büyüme beklentisinin yüzde 3.8’den yüzde 2.6’ya düşürüldüğü bildirilen raporunda, bu ekonomilerin gelecek yıla ilişkin büyüme tahmininin yüzde 2.3’ten yüzde 2.2’ye çekildiğini, 2024 yılı büyüme tahmininin ise yüzde 1.9 olarak belirlendiğini açıkladı. Dünya Bankası’nın tahminlerinin ayrıntılarına girmek yerine, bu yazıda kurumun ‘Global Economic Prospects’ raporundan küresel enflasyon, küresel ve bölgesel büyüme grafiklerine yer vermeyi tercih ettim. Birkaç faktörlü grafiklerde de göreceğiniz üzerine, 2023 yılı pek çok sürprize açık, çok değişkenli sorunlar yumağı sebebiyle, fazlaca revizyonla geçecek bir yıl olacak. Ve görünen o ki o revizyonlar genelde negatif yönlü olacak.

RESESYONU TARİF EDİP, ADINI KOYMAMAK

Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’nden (OECD) rakam vermek yerine bir kısa betimleme aktarayım, OECD baş ekonomistlerinden Alvaro Santos Pereira’dan: “Oldukça zorlu bir ekonomik gelecekle karşı karşıyayız. Temel senaryomuz küresel resesyon değil, ancak 2023 yılında ekonomik büyümede çok ciddi bir durgunluk yaşanacak. Bunun yanında zaten oldukça yüksek olan enflasyon düşüş eğilimine girse de pek çok ülke için sorun olmayı sürdürecek”. Hani biraz zorlasanız, bölgesel stagflasyon olasılığından söz edecek!

YÜZDE 2 BÜYÜMEYE DE ŞÜKÜR!

Peki ya yatırım bankaları ve rating kuruluşları?.. Küresel ekonomide büyümenin 2023 yılında, 2022 yılındaki yüzde 3’ten yüzde 2.2’ye gerileyeceğini öngören Morgan Stanley, gelişmekte olan piyasalar için 2023 yılı büyüme tahminini yüzde 3.7 olarak belirledi. Eylül ayında yayınladığı ‘Global Ekonomik Görünüm’ raporunda küresel ekonomi için 2023 büyüme tahminini yüzde 1.7’ye indirmiş olan Fitch, bu tahmini yüzde 1.4 olarak revize etti. Küresel enflasyonun hızlıca düşmesinin muhtemel olmamasının para politikasını ‘sınırlayıcı’ olmaya zorladığını belirten Barclay’s ise, 2023 yılı için GSYİH büyüme beklentisini yüzde 2.2’den yüzde 1.7’ye indirdi. Bazı sapmalar dışında genel olarak tahminler yüzde 2 bandında diyebiliriz. Ancak süreç içerisinde negatif revizyonlar gelmesi de çok muhtemel. Çünkü savaş, enflasyon, enerji fiyatları, tedarik zincirindeki sorunlar diye başlayan bir liste var ki, uzun mu uzun!

KIRILGAN GELİŞEN EKONOMİLERİN KÂBUSU

Bu büyüme tahminleri, aslında net olarak dile getirilmeyen küresel resesyonun teyidi anlamına geliyor. Zira gelişmiş ülkeler için büyüme oranlarıyla gelişen ve gelişmekte olan ülkeler için büyüme oranları çok farklı anlamlar taşıyor. Söz gelimi gelişmiş ekonomiler pandemi sürecinde kaybettiklerini hemen hemen geri aldılar gibi… Oysaki, birçok kırılgan ekonomi için pandeminin kayıpları telafi edilemedi. Gelişen ekonomiler arasında, kırılgan ve çatışmalardan etkilenen ekonomilerin hasılası, pandemi öncesi seviyelerin yüzde 7.5 altında. İklim krizi kurbanı küçük ada devletlerinin hasılası ise pandemiden bu yana yüzde 8.5 civarında azaldı. Yani gelişmiş ve gelişmekte olan ekonomiler arasında makas biraz daha açıldı.

2023’ÜN İKİNCİ YARISI ‘MÜKEMMEL FIRTINA’YA GEBE

Türkiye, gelişmiş ekonomiler arasında şimdilik pozitif bir ayrışma sergiliyor. Bunun sebebi üretim gücü ve ihracat potansiyeli… Ancak en büyük ihracat pazarı olan Avrupa’nın üzerinde kara bulutlar dolaşıyor. Deutsche Bank analistleri, Avrupa’nın içinde bulunduğu durumu ‘çoklu kriz’ terimiyle açıklıyor. Yani, ‘maliyetleri, parçaların toplamından daha büyük olan farklı köklerden gelen ve birbirleriyle etkileşimli krizler’ Avrupa’nın kapısında… Enerji fiyatları, ortak para birimi kaynaklı sorunlar, enflasyonist baskı, rekabet gücündeki kırılganlıklar ve daha pek çoğu… Bu sorunları yaşayan bir Avrupa’nın ihracat partnerleri de bu sorunlardan doğrudan etkilenecek tabii ki… Enflasyonist sarmalda dünya şampiyonluğunu kolay kolay kaptırmayacağı belli olan Türkiye için ise sorunlar, yılın ikinci yarısında kangrenleşmiş biçimde ardı ardına darbeler vurmayı bekliyor. Seçim sürecinin popülist uygulamaları başladı ve artarak devam edecek. Zaten yanlış para ve maliye politikaları sebebiyle tüm dengeleri dağılan ekonominin, 2023’ün ikinci yarısında stagflasyona girmesi bile ihtimal dahilinde… Asgari ücret, emekli maaşları zamları ve EYT kararı, ekonominin üzerine çok ciddi bir yük getirdi ve anlaşılan o ki, seçim ekonomisi uygulamaları devam edecek. Çıkan faturayı ödeme tarihi, seçimin ertesi gününden itibaren başlayacak.