Çok katlı binadan gözü yaşlı bir veda: Türkiye’nin güneydoğusunda mülksüzleştirme ve zorla yerleştirme
1993'te bir çatışma sonrası bir gece aniden evimizi terk etmeye ve oradan Türkiye’nin batısına kaçmaya zorlandık. 28 yıl sonra, aynı bölgede, asıl gördüğüm şey tarihin tekerrür etmesinin de ötesinde.
Özlem Belçim Galip*
Türkiye’nin Kürt bölgesindeki Kürt kadınların içinde bulundukları vahim durumu ilk kez 2019 yılında bölgedeki pek çok şehirde belgesel filmimi çekerken fark ettim. Kürt illerinin ve kasabalarının kültürel ve geleneksel örüntülerini baltalayarak şehir savaşına ve sonrasında bölge halkının devlet tarafından inşa ettirilen apartmanlara yeniden yerleştirilmesine eşlik eden sosyo-kültürel dinamiklerde yoğun değişiklikler gözlemledim. Yaşadığım bu rahatsız edici ve boğucu his Şırnak’ın Cizre ilçesinde yaşayan 60 yaşındaki halamın devasa bir apartman blokunun dokuzuncu katının balkonundan bana el salladığını ve onu görebilmem için zıplayarak, çok uzaklardan küçücük elleriyle beni şehir merkezinin uzağındaki apartmanın, yeni ikametgahının girişine yönelttiğini gördüğümde daha da arttı. Çok katlı apartmanın balkonunda onu görebilmemin biraz zaman alması yalnızca dokuzuncu katta olması değildi, bu apartman bloklarından onlarca vardı, hepsi aynıydı, yan yanaydı, şehrin dışındaydı ve etraflarında neredeyse hiçbir şey yoktu. Ufacık halamın tüm bu birbirinin aynısı, ruhsuz apartmanlar arasında sıkıştığını görmek yüreğimi dağladı. Bu her şeyden çok, ormanın dışına hiç çıkmamış bir kuşun kafese sokulduğunu görmeye benziyordu. Onu görmek için merdivenleri çıktığımda, iliklerime işleyen bu his daha da arttı. Onun oraya ait olmadığını hissettim ama gidecek hiçbir yeri yoktu.
Onu son kez 2008 yılında bölge boyunca tek başıma çıktığım yolculuk sırasında gördüm. İngiltere’de Kürt Çalışmaları alanında doktoraya başlamadan önce onu kendi evinde, yine 30 yıldan fazla yaşadığı ve tüm çocuklarını ve iki torununu yetiştirdiği Cizre’de ziyaret etmiştim. Büyük bir avlusu, birçok odası olan ve ihtiyaç duyduğu her şeye erişebildiği şehir merkezinin tam ortasında bulunan evini hatırlıyorum. Bana sürekli bahçesinde yetişen mahsulleri yedirmeye çalışırken yüzündeki o kocaman gülümsemeyi hatırlıyorum. Ama şimdi yere bakarak yanımda sessizce otururken eski neşesinden eser yoktu. Halam yıllarca süren şehir savaşından ve evlerinin yıkılmasından sonra bir gecede evsiz kalarak, mahallelerinin tümünün devlet yetkilileri tarafından yerle bir edildiğini görerek zorla yerinden edilen ve devlet tarafından inşa ettirilen çok katlı apartmanlara yeniden yerleştirilen çoğu Kürt olan yüzbinlerce kadından yalnızca biri.
BÜYÜK ÖLÇEKLİ YERİNDEN ETMELER VE YIKIMLAR: HARABELER ALTINDA YAŞAMLAR VE KÜLTÜR
Bölgedeki çatışmalar 2015 yılında başladı. Türkiye’nin güneydoğusunda Kürtlerin yaşadığı şehirlerde -Sur/Diyarbakır, Nusaybin, Yüksekova, İdil, Şırnak, Cizre ve Silopi- 2016 yılına kadar süren çatışmalar arkasında 169 sokağa çıkma yasağı, 5 bin 161 ölü, yaklaşık 355 bin-500 bin kişinin yerinden edilmesi, işkence, toplumsal cinsiyete dayalı şiddet, kaybolmalar, tarihi bölgelerin ve kültürel anıtların yıkımı ve Acele Kamulaştırma Kararı ile ilişkilendirilen askeri operasyonlar sırasında 16 bin evin yıkımını bıraktı.(1) Zorlu inşaat teftişlerinden geçen mülklerin dahi buldozerle yerle bir edilmesinin emredildiği kanıtlandı.(2)
Yalnızca memleketim Şırnak’taki çatışmalar ve askeri operasyonlarla sekiz aylık kesintili sokağa çıkma yasağı yaşandı ve 61 bin 335 aileden 8 bin 700’ü (55 bin kişi) göç etmeye zorlandı.(3) Çatışmalar sırasında ve sonrasında Şırnak’ın yüzde 70’i yıkıldı ve 6 bin aile Toplu Konut İdaresi Başkanlığı (TOKİ) tarafından inşa edilen ağırlıklı olarak şehir dışında yer alan çok katlı binalara yeniden yerleştirildi. Yüzde 70’in yıkılışını ve Şırnak’ın tarihi ve kültürel mirasının silinmesini kendi gözlerimle gördüm. Babamın doğduğu ev, dedemin 40 yıl imamlık yaptığı cami sözüm ona acele kamusallaştırma kararıyla buldozerlerle tamamen yerle bir edildi. Yine, Şırnak gibi, Mardin’in ilçesi olan Nusaybin’de de binaların yüzde 70’i ya hasara uğratıldı ya da yıkıldı. 116 bin 68 kişilik bölge halkından 80 bininin bu durumdan etkilendiği ve 65 bin kişinin şehirden göçmeye zorlandığı tahmin ediliyor. Etkilenen muhitler buldozerle yıkıldı ve hapishaneye benzeyen apartmanlarla dolduruldu.
Araştırma eksikliği ve devlet sansürü nedeniyle kesin rakam belirsiz olsa da 150 binden fazla kişinin şehir savaşının ardından ve hükümetin talimatları kapsamında gerçekleştirilen imhalar sonrası “Planlı Kentleşme ve Konut Seferberliği” kapsamında devlet desteğiyle inşa edilen apartmanlara yerleşmeye zorlandığı tahmin ediliyor (Ruhavioğlu, 2021). (4)
Bu sözde sosyo-mekansal mutenalaştırma politikası bu şehirlerin toplumsal, kültürel ve tarihsel dokusunu çarpıcı biçimde değiştirdi fakat yerinden edilme, kentsel mülksüzleştirme ve yeniden yerleştirmenin bölge halkı -özellikle kadınlar ve kız çocuklar- üzerindeki etkisi hem ulusal hem de uluslararası aktörler tarafından göz ardı edildi. Bu durumdan en çok kadınlar etkilendi, çünkü Kürt kadınların bu bölgedeki domestik alanı evlerinin ötesine uzanıyordu ve çoğu istihdam yoluyla ya da başka bir şekilde kamusal alana doğrudan katılmadığı için sosyalleşmek ve network kurmak için büyük ölçüde komşularına bağlı kalıyorlardı. Şimdi ise organik habitatlarından dışlandılar, ötekileştirildiler ve çoğunlukla hayvanları güdebilecekleri dış mekanlara sahip, kendi inşa ettikleri binalardan oluşan, atalarından kalma muhitlerin kültürel ve geleneksel pratiklerinden koparıldılar. Daha az taban alanına sahip oldukları ve dış alandan mahrum oldukları için, apartmanlar eve dayalı ekonomik üretime de daha az uygun, dolayısıyla kadınların ev merkezli geleneksel ekonomik faaliyetlerle ilgilenmelerini engelliyor. Atalarından kalma toprakları piyasa fiyatlı kalkınmaya terkedilirken şehir dışına itildikleri için “kamusal” ve “özel” alanlar daha da ayrıştı. Bölgede tanıştığım ve konuştuğum onlarca kadın ve kız çocuğu geçim sıkıntısı, ötekileştirme, dışlanma, boyun eğdirme ve sosyo-kültürel pratiklerinden ve ilişkilerinden koparılma yaşadıklarını söylediler. Örneğin, 37 yaşındaki Hêvî su depolama tesisatları apartmanın tümüne yetmediği için su yardımı istiyor ve kadınlar olarak tüm aileye yetecek kadar su toplayabilmek için alternatif yollar aramak zorunda kalıyorlar.(5) Aynı şekilde, 45 yaşındaki Sevim şunları söylüyor: “Kocam çatışmalardan sonra işini kaybetti ve hâlâ işsiz, apartmanların bakımı için her ay aidat ödemek zorunda bırakılıyoruz. Eski evimizde böyle bir masrafımız yoktu. Faturalarımız da çok daha yüksek. Eskiden ekmeği kendi avlumuzdaki tandırda pişirirken, şimdi ekmek pişirmek için evde kullanılacak bir tandır bulabileceğim uzak semtlere gitmek zorunda kalıyorum.” Sevim TOKİ binalarında dört çocuğuyla birlikte kendisini hapiste gibi hissettiğini, diğer dairelerdeki hiç kimseyi tanımadığını ve zorla yerinden edilmeden önce tanımadığı hiç kimseye güvenemediği için orada oturan kişilerin bu karışımının kendisini korkuttuğunu söyleyerek sözlerini bitiriyor.(6)
Muhafazakâr ve Müslüman iktidar partisi AKP rehberliğinde sermaye birikiminin neoliberalleştirilmiş biçimleri olarak bu tür kitlesel kentsel mutenalaştırma projeleri ve onların mekânsal müdahaleleri Türkiye’nin diğer bölgeleri için yeni bir fenomen değil. TOKİ, büyük bölümü Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu bölgesinde olan, çoğunlukla Kürtlerin yaşadığı 176 bin 329 apartmanın son on yılda inşa edildiğini ve 2019-2023 dönemi için esas hedefin 25 bin yeni ev üretmek olduğunu -ki, bu daha fazla yerinden edilme demektir- gururla ilan ediyor.
Aslında piyasa odaklı hedeflerle güdülenen devlet destekli projelerin çoğu, kâr odaklı temellük biçimleri olarak fiziksel çevrenin fiziksel yenilenmesinin ötesine geçti ya da yalnızca mekânı metalaştırmak için neoliberal stratejilerden biri haline geldi. Örneğin, İstanbul’un merkezindeki “Sulukule Kentsel Dönüşüm Projesi” gibi, Türkiye’deki Roman mahalleleri hedef alan yenilenme projeleri akademisyenlerin, uzmanların ve sivil toplum örgütlerinin yasal itirazlarına rağmen, 1000 yıldır aynı yerde yaşayan yerel toplulukların tahliyesine yol açarak birbirlerine sıkı sıkıya bağlı bir topluluk olma geleneğine sahip Roman mahallelerin asırlık eski kültürünü yok etmeyi amaçlayarak asıl semti üst-orta sınıfa devretti (Tok ve Oğuz 2013).(7) Aynı şekilde, 2016’dan bu yana Kürt bölgesindeki binlerce mülkün yok edilmesi ve insanların büyük ölçekli yerinden edilmesinde devletin oynadığı agresif rol yalnızca zorla mülksüzleştirme ile kentselleşme süreçleri üçlüsü arasındaki farklı yöntemleri göstermekle kalmıyor, Kürt Sorununa (örn: Ilısu Barajı ya da GAP olarak bilinen bölgedeki (Güneydoğu Anadolu Projesi) sosyo-ekonomik kalkınma projesi) ilişkin devletin devam eden karşı-ayaklanma jeopolitiğini de vurguluyor.
Çatışma ve insani krizler hakkındaki kapsamlı çalışmalarıyla tanınan Prof. Mark Duffield devletlerin, ordunun ve diğer aktörlerin etkili karşı-ayaklanma taktikleri olarak insani gelişim müdahaleleri kullandıklarını iddia etmiştir.(8) Bu bakımdan, Türk “güvenlik geliştirme bağı” kalkınma yoluyla eşitsizliği sona erdirmeyi değil, zorla mülksüzleştirme ve yerinden etme gibi diğer araçlar yoluyla savaşı devam ettirerek onu denetlemeyi ve yönetmeyi amaçlıyor. Buna göre, Türkiye’nin Kürt bölgesindeki kentsel mülksüzleştirmenin her yere nüfuz eden bu yoğunlaştırılmasını maddi, kültürel ve etnik/ırksallaştırılmış mülksüzleştirme içeren bir neo-liberalleştirme ve savaş-açma stratejisi olarak görüyoruz. Devlet erki ile askeri ve yasal aygıtın desteğiyle toprak, su ve fikrî mülkiyet gasp ediliyor ve toplumsal güvenlik ağları zorla alınıyor. Bu durum sınıf çatışması ve politik praksis içeren çok sayıda dinamiği de kapsıyor.
TARİH TEKERRÜR EDER AMA…
Marcus Taylor Displacing Insecurity in a Divided World adlı makalesinde, kalkınma yoluyla güvenlikleştirmenin güvensizliği en kırılgan nüfuslara geçirdiğini göstermiştir.(9) Bu açıdan, bu tür geniş ölçekli operasyonlarda en kırılgan nüfuslar kadınlar ve kız çocuklarıdır. Mekânsal değişiklikler, kadınların ve kız çocuklarının direnme ve devlet-girişimli yeni ortamlara-düşük gelirli kentsel yerleşimlere uyum sağlama stratejilerinde farklı düzeylerde değişiklikler dayatıyor. Kadınların ve kız çocuklarının fazlasıyla ihtiyaç duydukları acil desteği sağlamak ve zorla yerinden etmenin uzun vadeli sağlık, sosyo-kültürel ve ekonomik etkilerini azaltmak için etkili hizmetlere acil bir ihtiyaç var. 1990’lı yıllarda zirveye ulaşan Türkiye’nin aynı Kürt bölgesindeki ölümcül çatışma, çok sayıda Kürt köyünün boşaltılmasına ve yaklaşık 1,5 milyon Kürdün Güneydoğu ve Doğu Anadolu’dan zorla yerinden edilerek büyük çoğunluğunun kent sanayilerinde iş aramak için Batı şehirlerine göç etmesine yol açtı. Ben de bu göçmen ailelerin çocuklarından biriydim. 1993 yılında silahlı bir şehir çatışması sonrası bir gece aniden evimizi terk etmeye ve oradan Türkiye’nin batısına kaçmaya zorlandık. Zorunlu göç ve evin kaybının yarattığı travmatik deneyimin hayatımdaki olağanüstü etkisinin son derece olumsuz olduğunu söylememe gerek yok. 28 yıl sonra, aynı bölgede, aynı politik atmosferde, asıl gördüğüm şey bu tarihin tekerrür etmesinin de ötesinde.
Amerikalı gazeteci Sydney J. Harris, “Tarih tekerrür eder ama bunu öyle kurnazlıkla yapar ki iş işten geçene kadar bu benzerliği fark etmeyiz,” demiş. Tarihin tekerrür ettiği doğrudur fakat tekrarlanan olaya eşlik eden acı biz tekrarlanmayı durdurana dek gitgide büyür de büyür, bunu da kafamıza iyice kazımalıyız.
*Dr., Antropoloji Bölümü-Araştırma Görevlisi / Oxford Üniversitesi
İngilizce aslından çeviren: Özde Çakmak
1- Bkz, “Report on the Human Rights Situation in South-East Turkey, Temmuz 2015-Aralık 2016”. BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği, 2017. Raporun tamamına şuradan erişilebilir. “Turkey’s PKK Conflict: A Visual Explainer. International Crisis Group, 2021
2- “Şırnak’ta sağlam raporlu evler için yeniden yıkım kararı”. Gazete Karınca, 13 Haziran 2017.
3- “2015-2020 Curfew and Media Monitoring Report”. GÖÇIZDER, 2020.
4- Rawest Araştırma Merkezi’nin yöneticisi Reha Ruhavioğlu ile görüşme, 28 Haziran 2021, Diyarbakır.
5- Hêvî ile görüşme, 2 Nisan 2021, Cizre.
6- Sevim ile görüşme, 15 Mayıs 2021, Şırnak.
7- Manifestation of Neoliberal Urbanisation: The Case of Sulukule/Istanbul. Planlama 23 (2), s. 57-66; Avgenikou, I. ve diğ.(2007). Placing Sulukule: towards an alternative proposal to conserve the living heritage of Romani culture. Report prepared by MSc Building and Urban Design in Development students. Development Planning Unit, University College London.
8- Duffield, M. Development, Territories, and People: Consolidating the External Sovereign Frontier. Alternatives. 2007; 32(2): 225-246. doi:10.1177/030437540703200204
9- Taylor, M. Displacing Insecurity in a Divided World: global security, international development, and the endless accumulation of capital. Third World Quarterly. 2009. 30 (1): 147-162. Erişim: https://www.tandfonline.com/doi/abs/10.1080/01436590802622441