Çok üzgünüz, Ahpar
Sizin oralarda gavur olmak, ötekileşmek seni bir şeye küstürmemişti. Aksine her şeyi, berine almış, benimsemiştin. Bitmeyen bir memleket sevgisiyle "oralar"ı düşündün, hatırladın, yazdın...
Erol Sevindir
1938 yılında Diyarbakır'da doğdun. Doğduğun mahalle 1915'teki "qefle"den artakalanlardı. Her biri, bir yerliydi. Birbirlerine sokulmuşlardı. Diyarbekirli olmuşlardı. Sen de onlardan birinin oğluydun. Heredanlı Sarkis ve Hıno'nun oğlu.
Mahalleniz, kadim şehrin Xançepek Mahallesi'ydi. Mardinkapı'daydı. Adı öyle olmasına öyleydi ama bir de öbür, diğer, öteki adı vardı. Her an bir yerde, bir dilde duyuluyordu, duyuyordunuz. Türkçe konuşulursa "Gavur mahallesi", Kürtçe "Mehla Fılla."
Sen misin, Hıno'dan doğan... O halde kaderinde Fılle, Gavur, öteki olmak, bunları derin yaşamak vardı. Zor şeydi bunlar. Bunu en iyi sen bilirsin, en sarih sen anlattın. Hıno'nun burnuna dek büyümüş karnından kucağına; oradan baban Sarkis'in betu bereketli, çok çocuklu ocağına düştün mü büyüyeceksin demektir. Oturduğunuz Surp Giragos'un evlerinden birinde başta deden Halo, nenen Saro'nun kendini sana yer etmesi
dahil ne kadar sevilirsen, "law, law" denip göğse bastırılırsan da saltanatın ikinci çocuk olana kadardır. İkinci çocukla kendini kapıda bulursun.
Önce avluda, sonra küçelerde koştun, koşturdun. Tarihi şehrin, muhtemelen Ermeni ustaların hünerle yaptığı taş okullarında okudun. Sur'da, burçlarda kadim Şemsi âdedi güneşi selamladın. Hevsel'de kuş avladın, serin ve derin Dicle'de yüzdün. Hayallerin kadar güzel, rüyaların kadar gerçek o şehirde her şey istediğin gibi gitmiyordu.. Önceki yıllarda da gitmediği gibi. Bunu, seni dokuz ay taşıyan, karnını neredeyse burnuna değdirdikten sonra doğuran Hıno da biliyordu, büyüdükçe sen de. Sırf Ermeni olduğun için örselendin, ötelendin. Dayak yedin. Gırtlağına dirsek dayanıp "eşhed" getirmeye zorlandın.
Ergenliğinde "daha iyi okusun, dilini diyanetini daha iyi öğrensin" diye bir qefle Diyarbekirli yaşıtınla İstanbul'a geldin. Şişli Karagözyan'dan sonra Üsküdar'da Yatılı Ermeni okuluna kaydedildin. Mahcup, korkak ve güvercindiniz. Ne Türkçeniz, ne Ermeniceniz bunlarınkine benziyordu. Bildiğiniz Kürtçe de yitmiş, küçelerde derin bir oluğa girmişti. Sizler, Diyarbekirli Fılle tığaları koridorda kayıt için beklerken, mahkum gibi ayakta dikelikken, sizi gören yatılı çocuk bağırıyordu:
"Koşun, Kürtler gelmiş."
Kaderin cilvesi işte. Diyarbakır'da Ermeni'ydiniz, İstanbul'da Kürt olmuştunuz. Sen de biliyorsun ki, insan yaşadığı yere benzer. Dil, din, ırk sonradır. Biraz sizin oralarda, biraz buralarda, yani İstanbul'da zaman seller sular misali akıp geçti. Okuyup büyüdünüz. Ama doğup büyüdüğün şehri, mahalleyi, sokakları, olayları hiç unutmadın. O, ne vefaydı. Ne hafıza ne hatırlamaydı. Hatırladıkça yazdın, yazdıkça hatırladın. Yazdıklarının özeti iki kelimeydi: Bizim Oralar.
Sizin oralarda gavur olmak, Ermeni diye itilmek, ötekileşmek seni bir şeye küstürmemişti. Aksine her şeyi, herkesi berine almış, benimsemiştin. Bitmeyen, tükenmeyen bir memleket, insan sevgisiyle "oralar"ı, sizin diyarı düşündün, hatırladın, yazdın.
Belli ki çocukken, oralardayken çok Diyarbekir türküsü dinledin. Baharın ilk ve sarhoş eden yeli sana yol uzattırıp Zülal'in evinin önünden geçirirken, ,bir yan bakışla pencerelerine bakıp perde gerisini süzerken hangi türküyü mırıldandın. En çok hangisi içini yaktı, Zülal'e yakıştı. Hep bildiğimiz o muhayyer türküler nasıl serpiliyordu yazılarına. Yazın uzayıp giderken o türküler sanki bir yerde çalıp duruyordu.
Hangi bağın bağbanısan gülisen
Aldın aklım, ettin beni deli sen
Kırk yıl geçse gene menim malımsan
İsterem ki bir gün evvel gelesen.
Diyarbekir etrafında bağlar var
Fitil işler cigerimde yaram var
Sen gidersen menim başka kimim var
İsterem ki bir gün evvel gelesen.
Hele bize hatırlattığın, bellettiğin bir türkü vardı. Kitaplarında birkaç yerde geçiyordu. Hani Ermeni kızını prothanaya (Protestan kilisesi) çağırıyordu. Sanki oralardaki bir avuç Ermeni'nin türküsüydü. Sanki Xançepek'te bir Ermeni civan bir nigara gönlünü kaptırmıştı da yakmıştı.
El ele ver, gidax prothanaya
Heyran olam seni doğ'ran anaya
Seni doğdi, meni saldi belaya
Yeni duydum, Ermenisen, Ermeni
Şu göynümün dermanisan, dermani.
Ne durmuşsan dam başında ay kimi
Yanakların ayva kimi, nar kimi
Gel sarılah ikimiz bir can kimi
Yer ver bana, mey ver bana, yâr bana
Kurban olam seni doğ'ran anaya
Biz seni, yazdıklarını çok sevdik, Axpar! Kelimesine, hecesine; kalemine, mürekkebine dek. Çok okuduk ve çok sevdik.
Artık biz de senin doğduğun, anlattığın, destanlaştırdığın Diyar'lıyız, "oralı"yız." Seni okuduğumuzdan beri Diyarbekir'in tarihi bir taş evinin avlusundaki "buz kimın" tulumba suyunu tek elimizle yüzümüze şap şap vurup serinliyor, yumurta topuk ayakkabıların arkasına basıyor, küçelerinde tur atıyor, Fiskaya'da ya da Şemsiler Burcunda doğan güneşi karşılıyoruz, selamlıyoruz.
Kitaplarına taşıdıkların şimdi kimsesiz, kitaplarında yaşayanlar şimdi yetim kaldı. Mekanlar da sahipsiz. Bizler ölümüne, gidişine çok üzüldük usta! Sana veda ama eserlerini okumaya, seni orada görmeye, orada hasbihal etmeye, Diyarbekir'i oradan sevmeye devam. Elden ne gelir.
Elden ancak bu gelir.