Çoklu kriz, Davos ve küresel ara rejim: Batı cephesinde yeni bir şey var mı?
‘Batı cephesinde’ yani önemli kapitalist merkezlerde kritik değişimler yaşandığını düşünüyorum. Özellikle ABD, Almanya ve Çin’i merkez alıp, bu ülkelerin etrafındaki ticaret alanlarını da eklediğimizde ortaya çıkan üç kutup arasındaki ilişkiler, önümüzdeki dönemi şekillendirecek temel dinamiklerden biri olacak.
Bir süredir Türkiye ekonomisindeki gelişmeleri, ekonomi yönetiminin adımlarını ve Altılı Masa’yı oluşturan muhalefet partilerinin ekonomi alanında neredeyse tamamen iktidarı destekler hale gelerek, deyim yerindeyse iktidar saflarına katıldıklarını yazıyorum. Önümüzdeki dönemde yeri geldikçe Türkiye’deki gelişmelere yine döneceğim ama bu haftadan başlayarak bir süre küresel ekonomi politik gelişmeleri ele alacağım.
Bu tür bir uluslararası politik ekonomi serisini 2017 yılında yine Gazete Duvar sayfalarında yazmıştım. 6 yıl sonrasında benzer bir çerçeveden bakarak önceki tespitlerin sağlamasını/güncellemesini yapmanın yararlı olacağını düşündüm. Zira, Türkiye’deki gelişmeler genellikle dünyadan kopuk bir şekilde tartışılıyor ve uluslararası politik ekonomideki ana eğilimler yeterince dikkate alınmıyor. Bu hafta, Dünya Ekonomi Forumu’nun Davos toplantıları çerçevesinde açıkladığı Küresel Riskler Raporu ve Dünya Bankası’nın yayınladığı Küresel Ekonomik Beklentiler raporundan hareketle, ‘Batı cephesinde yeni bir şey var mı?’ sorusuna yanıtlar arayacağım.
2024’TE KÜRESEL RİSKLER
Küresel Riskler Raporu, iki yıllık kısa ve on yıllık uzun vadeli olarak olası riskleri değerlendiriyor. Detaylara girmeden raporda iki yıllık kısa vadeli görünümün olumsuz olduğunu ve bu görünümün önümüzdeki on yıl boyunca daha da kötüleşmesinin beklendiğini belirteyim.
Raporda dört ana yapısal değişime vurgu yapılmış: İklim değişikliği, dünya genelinde nüfusun yapısındaki değişikliklere vurgu yapan demografik çatallanma başlığı, teknolojinin olası uygulanma alanları ve bunların yaratacağı sorunlar ve son olarak jeopolitik gerginliklerin artması.
Rapor, bu yapısal sorunları değerlendirecek bir kavramsal çerçeveye sahip değil ve zenginler kulübünün risk gördüğü alanları ve dolayısıyla onların görüşlerini yansıtıyor. Ancak belirtilen bu sorunların aşağıda değineceğim ve küresel ara rejim olarak adlandırdığım dönemin bazı özelliklerini taşıdığını söyleyebilirim.
2024’te Davos’ta öne çıkarılan kısa dönemli risklerin başında ilginç bir şekilde ‘yanlış ve yanıltıcı bilgi’ ve bunun yaygınlaşması geliyor. Türkiye’den de tanıdık olan sosyal medyadaki ‘yankı odaları’ ve bunun sonucunda ortaya çıkan ‘paralel gerçeklikler’ küresel anlamda da temel bir sorun olarak tanımlanıyor. Aşırı iklim ve hava olayları, toplumsal kutuplaşmanın tırmanması, savaşların yaygınlaşması ve ekonomide fırsat eşitsizliğinin artması, enflasyon yada ekonomik yavaşlama, ilk sıralarda tanımlanan riskler arasında.
2024’TE KÜRESEL EKONOMİ
Dünya Bankası’nın 2024’e ilişkin tahminleri de ekonomik büyümenin yavaşlayacağı yönünde. Rapora göre 2024’te gelişmiş ekonomilerdeki ve Çin'deki büyüme, 2010-2019 dönemindeki ortalama hızın oldukça altına düşecek. Bunda temel etken büyük merkez bankalarının faiz artışları nedeniyle ekonomik faaliyetin yavaşlaması.
Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu tarafından geliştirilen ‘küreselleşmenin yavaşlaması’ (slowbalization) tespitine katılarak 2023'te küresel ticaretteki büyümenin, küresel durgunluklar dışında, son 50 yıldaki en yavaş düzeyine gerilediğine işaret ediyor.
Raporda özellikle dikkat çekilen hususlardan biri yatırımların zayıflığı. Yatırım temposunun küresel olarak yavaşlamasında gelişmiş ekonomilerin ve özellikle Çin’deki yavaşlamanın etkisi var. Rapora göre uzun süreli zayıf yatırım büyümesi, emek üretkenliği artışlarını sınırlıyor ve daha önemlisi, ‘yeşil dönüşüm’ için gerekli olan yatırımların hayata geçmemesine neden oluyor.
KÜRESEL ARA REJİM
Her iki raporda da yukarıda öne çıkardıklarım dışında da pek çok önemli konuya vurgu yapılmış. Ancak hiper-küreselleşmenin sonlanması, dünya ticaretindeki durgunluk, düşük büyüme oranları ve yatırımların yavaşlaması kapitalizmin önemli birikim merkezlerindeki ataleti gösteriyor. Yatırımların duraklaması eğilimine, emeğin milli gelirden aldığı payın sistematik bir şekilde azalmasını da eklediğimizde, talebin ve dolayısıyla da büyümenin canlı tutulmasının borçlanmadaki artış ya da ihracatın desteklenmesi yoluyla gerçekleşebileceği seçenekleri karşımıza çıkıyor. Bu ikisi de iki temel büyüme modeline tekabül ediyor.
Ekonomik durgunluğun yanında jeopolitik gerginliklerin artması ve özellikle önemli kapitalist merkezler arasında ekonomik rekabetin sertleşmesi, günümüzde küresel ara rejimi tanımlayan özellikler arasında. Son yıllarda sıklıkla tekrarlandığı şekilde İtalyan Marksist A. Gramsci’nin, eskinin öldüğü ancak yeninin henüz doğmadığı bir anı tasvir etmek için kullandığı ‘interregnum’ kavramının uluslararası politik ekonomiye uyarlanması, küresel ara rejim kavramının çıkış noktası.
Küresel ara rejim gözlüğü ile başta sorduğum soruya dönersem, ‘Batı cephesinde’ yani önemli kapitalist merkezlerde kritik değişimler yaşandığını düşünüyorum. Özellikle ABD, Almanya ve Çin’i merkez alıp, bu ülkelerin etrafındaki ticaret alanlarını da eklediğimizde ortaya çıkan üç kutup arasındaki ilişkiler, önümüzdeki dönemi şekillendirecek temel dinamiklerden biri olacak. Önümüzdeki haftalarda bu tartışmayı derinleştirmeye çalışacağım.