YAZARLAR

Çoklu kriz döneminde küresel kapitalizmin yeni eğilimleri ve Türkiye

Çoklu kriz ortamı, farklı sermaye fraksiyonlarının çıkarları doğrultusunda ve milliyetçi-muhafazakar güçlerin yönlendiriciliğinde şekilleniyor. Tüm bu tabloda soldan yana bir alternatif nasıl kurulabilir sorusu, gerek demokratikleşmenin, gerek iklim kriziyle daha etkin baş etme yollarının keşfedilmesinin, gerekse de kapitalizmin aşılacağı yeni üretim ve bölüşüm organizasyonlarının geliştirilmesi açısından kritik önemde duruyor.

Geçtiğimiz günlerde Çin, çip sanayisini desteklemek için 40 milyar dolarlık devlet destekli yeni bir fon kurduğunu açıkladı. Yarı iletken (semiconductor) parça üretiminde kendi kendine yeterliliğe ulaşma hedefi, bu yeni yatırım programının temel motivasyonunu oluşturuyor. Bu elbette Çin’in ABD ile rekabetindeki temel yarışma alanlarından biri. Geçtiğimiz ay, Japonya da devlet destekli fonla çip sanayinde üretim yapan bir firmayı 6.4 milyar dolarlık yatırımla satın aldı ve küresel çip savaşlarına katıldı. ABD’de ise Biden yönetimi tarafından geçtiğimiz yıl çıkarılan Enflasyonu Düşürme Yasası ve Çip Yasası, sadece çip sanayinin teşvik edilmesini değil aynı zamanda genel olarak yerli üretimin artırılmasını ve yeniden sanayileşme hedeflerine ulaşmayı amaçlıyor. Sadece Çip Yasası çerçevesinde öngörülen teşvik miktarı ise baş döndürücü düzeyde; 280 milyar dolar. Avrupa Birliği de, küresel çip yarışında geride kalmamak için 15 miyar Avro büyüklüğünde bir fon ayrıldığını açıkladı.

Örnekler uzatılabilir ama tüm bu gelişmeler bize küresel ekonomi politikte bazı önemli değişimlerin yaşandığını ifade ediyor. Bu yazıda, kapitalizmin Türkiye’deki dönüşümünü, küresel kapitalizmin yakın dönem eğilimleri üzerinden değerlendireceğim.

ÇOKLU KRİZ DÖNEMİ VE KÜRESEL KAPİTALİZMİN YENİ EĞİLİMLERİ

Küresel kapitalizmin yakın dönemli eğilimlerini şekillendiren beş önemli gelişme var.

1- 2008 küresel finansal krizi ve durgunluk

2008’de ABD finans sistemindeki çöküşle başlayan küresel finansal kriz, kısa sürede hızla AB’yi etkilemiş ve 2013 sonrasında da Küresel Güney’i etkisi altına almıştır. ABD’de krize verilen politika tepkisi ‘batmak için çok büyük’ olarak kabul edilen firmaların kurtarılması, faizlerin sıfırlanması ve miktarsal genişleme mekanizmasıyla ekonomiyi canlandırma adımlarından oluşuyordu.

Bu adımlar kısa sürede etkisini gösterdi ve 2010’da ekonomik toparlanma geldi. Dahası, miktarsal genişleme ve sıfır faiz ortamında Küresel Güney ülkelerine sermaye akını yaşandı. Bu sayede, aralarında Türkiye’nin de olduğu ülkelerde 2010 ve 2013 arasında güçlü ekonomik büyüme rakamlarına ulaşıldı.

Avrupa’daki politika tepkisi ise ‘daha fazla neoliberalizm’ olarak şekillendi. Kemer sıkma politikalarıyla Güney Avrupa ülkeleri uzun bir depresyona mahkum edildi. Sonunda AB’de ihracata dayalı bir büyüme modeli şekillenirken Küresel Güney’de özel ya da kamu borcuyla finanse edilen ve iç talebe dayanan büyüme modelleri mevcudiyetini korudu. Çin’de dahi net ihracatın büyümeye katkısı 2008 krizi sonrası dönemde azalmaya başladı ve Çin daha dengeli bir büyüme patikasına yöneldi. Kısacası, 2008 krizinden geriye kalan, gelir dağılımı adaletsizliğinin daha da büyümesi ve ekonomik durgunluk oldu.

2- Jeopolitiğin ve ekonomik milliyetçiliğin geri dönüşü

2020’li yıllardaki çoklu kriz ortamının temel bileşenlerinden biri Covid-19 pandemisi sonrası pek çok ülkede artan kendi kendine yeterlilik endişeleridir. ‘Kaynak milliyetçiliği’ olarak adlandırılan eğilimlerle de desteklenen bu endişeler, bir kriz ortamında ihracatın sınırlanması ve dünya ticaretinin daralması gibi sonuçlar doğurabilmektedir. Bunun yaşanmış olması, doğal kaynaklara, temel gıda ürünlerine ve stratejik emtialara ulaşmanın hayati önemde olduğunu yeniden hatırlatmıştır. Bu ise, ekonomik güvenlik kavramının yeniden öne çıkmasına neden olmuştur.

Pandemiye ek olarak Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi ile başlayan savaş konjonktürü de jeopolitiğin küresel ekonomi politikte yeniden öne çıkmasına neden olmuştur. Özellikle 1990’larda Sovyetler Birliği yıkılınca oluştuğu ilan edilen tek kutuplu dünya ve bu bağlamda gelişen tek bir küresel pazar, küresel tedarik ve üretim zincirlerinin kurulmasını beraberinde getirmişti. Yani jeopolitik risklerin ortadan kalktığı ve ABD liderliğindeki bütünleşmiş bir dünya pazarı oluştuğu fikrine dayanarak geliştirilen uluslararası üretim ve finans sistemi, pandemi ve savaş konjonktürü ile karşılaştığında derinden sarsıldı. Yeni oluşan çok-kutuplulukta ABD öncülüğündeki G-7 ülkelerinin Rusya’ya karşı uyguladığı ekonomik yaptırımlar da katalizör etkisi yaptı.

3- Ekolojik kriz

Çoklu kriz ortamının bir diğer önemli bileşeni derinleşen ekolojik kriz. Ekolojik krizin neden olduğu olağanüstü iklim şartlarının getirdiği yıkım ve zararlar, uluslararası göç dalgalarına sistematik katkı sunmakta. Ekolojik kriz karşısında alternatif enerji kaynaklarının geliştirilmesi, altyapının yenilenmesi ve sanayinin yeniden yapılanması gibi üç temel adımdan oluşan geniş kapsamlı yatırım programları, ABD ve Avrupa’da güncel olarak temel büyüme stratejisini belirlemektedir. ‘Yeni yeşil anlaşma’ olarak adlandırılan bu yatırım paketleri yeşil sanayilerin teşvik edilmesini amaçlıyor. Karbon salınımını sınırlamaya dönük bu adımlarla her ne kadar belirlenen hedeflere ulaşmak neredeyse imkansız olsa da, ekolojik krizin katalizör olmasıyla kamu tarafından yapılacak geniş kapsamlı yatırımların yeniden gündeme gelmesi mümkün olmuştur.

4- Sanayi politikasının dönüşü:

Buraya kadar sıraladığım 2008 krizinin etkileri ve Batı’daki durgunluk eğilimleri, pandemi ve savaş konjonktürünün yarattığı jeopolitik yeni ortam ve son olarak ekolojik krizle mücadele etme zorunluluğu sanayi politikalarının yeniden gündeme gelmesiyle sonuçlanmıştır. Özellikle çip üretimi gibi dijitalleşmenin temel bileşeni olan kritik metaların üretiminde küresel rekabet giderek yoğunlaşmaktadır.

Bu rekabet, aynı zamanda sermayenin uluslararasılaşmasında yeni eğilimleri beraberinde getirmektedir. Tedarik ve üretim zincirlerinin kısalması, üretim zincirlerinin etkinliği kadar dayanıklılığının önemli olması ulus-pazar ölçeğine geri dönüş eğilimlerinin güçlendiğini ima etmektedir. ABD, Almanya ve Çin merkezinde oluşan üç önemli birikim kutbu, bu üç ülke etrafında şekillenen bölgesel ticaret ağlarının daha da yoğunlaşmasına neden olabilir. Diğer yandan bloklar arası ticaretin yavaşladığı bir dönem çoktan başlamıştır. Bu süreci Batı’nın Çin’den ayrışma (de-coupling) stratejisi ve yatırımların ‘dost ülkelere’ yönlendirilmesi (friendly-shoring) politikası daha da hızlandırmaktadır.

5- Milliyetçi-Muhafazakar güçler küresel kapitalizmi yeniden şekillendiriyor.

Ülkeler arası emperyalist rekabetin arttığı bu süreç, ekonomi politikası olarak neoliberal dogmaların aşındığı, emeğin yeni muhafazakar sosyal yardım programlarıyla ve artan borçlanmayla kontrol altına alındığı bir dönemde ortaya çıkmıştır. Süreci ağırlıklı olarak milliyetçi-muhafazakar güçlerin etkili olduğu iktidar blokları yönetmektedir. Bir başka ifadeyle neoliberalizmin krizi demokratikleşme ile sonuçlanmamış, milliyetçi-muhafazakar güçler pek çok ülkede ya iktidara gelmiş ya da muhalefette kalsa da siyasi çatışmanın eksenini belirler hale gelmiştir.

TÜRKİYE KAPİTALİZMİ VE YAPISAL KRİZİ

Küresel düzeyde bu yeniden yapılanma yaşanırken Türkiye kapitalizmi birikim modeli krizinden çıkamıyor. Daha önceki yazılarda pek çok kez değindiğim için bu kısmı detaylandırmayacağım. Özetle şunu ifade edebilirim: 2001 model Türkiye kapitalizmi 2013’ten beri krizde. 2013 sonrasında ise bağımlı finansallaşma modelinden uzaklaşma girişimleri sürekli krizlerle sonuçlanıyor. 2021’deki para politikası deneyi, bunlardan sonuncusuydu. Kısacası, 2002-2008 arası model de 2013 sonrası model de işlemiyor.

2023 seçimleri döneminde ekonomi gündemini, farklı sermaye fraksiyonlarının desteklediği bu iki birikim/büyüme stratejisi şekillendirdi. Sermaye fraksiyonlarının farklılaşan çıkarları AKP’nin siyasi öncelikleriyle örtüştüğü ölçüde ekonomi politikalarında dönemsel olarak ortaya çıkan zikzaklar, bir yandan Türkiye kapitalizminin krizinin nasıl çözüleceğinin halen belli olmamasından kaynaklanıyor. Diğer yandan da, küresel ara rejim konjonktürü nedeniyle Türkiye gibi ülkelere açılan bazı manevra alanlarından yararlanan AKP, bu yapısal krizi daha otoriter yöntemlerle yöneterek aşmaya çalışıyor ve otoriter konsolidasyon sürecinin önü açılıyor.

Özetlediğim bu dünya ve Türkiye tablosu bize kısa ve kolay bir çözüm olmadığını anlatıyor. Çoklu kriz ortamı, farklı sermaye fraksiyonlarının çıkarları doğrultusunda ve milliyetçi-muhafazakar güçlerin yönlendiriciliğinde şekilleniyor. Tüm bu tabloda soldan yana bir alternatif nasıl kurulabilir sorusu, gerek demokratikleşmenin, gerek iklim kriziyle daha etkin baş etme yollarının keşfedilmesinin, gerekse de kapitalizmin aşılacağı yeni üretim ve bölüşüm organizasyonlarının geliştirilmesi açısından kritik önemde duruyor.

Kapatırken kısa bir notla bitirmek istiyorum. Bu yazının başlığı ve içeriği, bu yıl 17.’si düzenlenen Karaburun Bilim Kongresi’nin ‘Kapitalizm ve Yıkım’ başlıklı açılış oturumunda yapacağım sunuşa dayanıyor. Kongre 7-10 Eylül arasında, programa şuradan göz atabilirsiniz, İzmir’deki dostları bekliyoruz.


Ümit Akçay Kimdir?

Doç. Dr. Ümit Akçay, 2017 yılından bu yana Berlin Ekonomi ve Hukuk Okulu’nda (Berlin School of Economics and Law) ders vermektedir. Daha önce İstanbul Bilgi Üniversitesi, ODTÜ, Atılım Üniversitesi, New York Üniversitesi ve Ordu Üniversitesi’nde çalışmıştır. Akçay, Finansallaşma, Borç Krizi ve Çöküş: Küresel Kapitalizmin Geleceği (Ankara: Notabene, 2016) kitabının ortak yazarı; Para, Banka, Devlet: Merkez Bankası Bağımsızlaşmasının Ekonomi Politiği (İstanbul: SAV, 2009) ile Kapitalizmi Planlamak: Türkiye’de Planlamanın ve Devlet Planlama Teşkilatının Dönüşümü (İstanbul: SAV, 2007) kitaplarının yazarıdır. Akçay, güncel olarak, yeni otoriterliğin ekonomi politiği, büyüme modellerinin ekonomi politiği, merkez bankacılığı ve finansallaşma konularıyla ilgilenmektedir.