Çöpe göz dikenler ya da yoksulları ne yapmalı
Çöpün içine dalıp onunla hayatını sürdürmeye çalışanlar bu “ambalaj” düzeninin dışında kalanlar. Kendileri de çöpe atılanlar, ıskartaya çıkanlar. Sömürülmeye değer bir şeyi olmayanlar çöp toplayıcıları.
Bize söylenen ve anlamamız gereken şu:
1 - Caddelerin, mağazaların, vitrinlerin, cafelerin kirletilmesine asla izin verilemez! Bolluğun, zenginliğin, refahın; mutluluk ve zarafetin gölgelenmesi, uygunsuz görüntülerle karartılması kabul edilemez.
2 - Yoksullar, paçavralar ve paçavracılar bundan böyle ortalıkta istedikleri gibi arzı endam edemeyecekler. Günün her saati keyiflerine göre her yere girip çıkamayacaklar.
Çevik Kuvvet ordusunun zabıta ve iş makineleri desteğiyle gecenin bir saatinde kâğıt ve katı atık toplayıcılarının depolarına, barınaklarına düzenlediği biber gazlı operasyonlar, büyük kentlerdeki kargaşaya son vermeyi hedefliyor.
İlgililer böyle diyor. O nedenle de emniyet güçlerinin operasyonuna ilişkin açıklamayı Çevre ve Şehircilik Bakanı yapıyor. Bakanın ifadesiyle “bunlar rutin uygulamalar.” Geçmişte bu tür baskınların örneği olmadığına göre bundan sonra rutinleştirileceği söyleniyor demektir.
Maksat sıfır atık… sıfır yoksul!
Yoksulluk dünyanın hiçbir yerinde yok edilemedi. Daha doğrusu, yok edilmiyor. Ama yoksullar yok edilebilir. En azından görünmez kılınarak yok edilebilirler.
***
Bugün toplayıcılarına savaş açılan kâğıt, metal, plastik vb atıklar, sanayi döneminin ve kapitalist sistemin çöpleri. Göçmen – yerli, yarım milyonun üstünde insan bu çöpten ekmek çıkarmaya uğraşıyor. Tıpkı genel nüfus oranında olduğu gibi ekmeğini çöpte arayanların da yüzde yirmisi; yüz bini aşkını İstanbul’da.
Soru şu: Neden bu kadar çöpümüz var? Çöp neden ve nasıl geçim kapısı olabiliyor? Neden yüz binlerce insan çöpün peşine düşüp oradan ekmek çıkartmaya çalışıyor? Ve neden şimdi büyük sermaye çöpe gözünü dikiyor?
ÇÖP YA DA KARGO
20. yüzyılın son popüler bilim kitaplarından Tüfek, Mikrop ve Çelik’e bakarak yanıtı aramaya başlayabiliriz. Biocoğrafyadan antropolojiye uzanan geniş bir ilgi ve bilgi alanına sahip Amerikalı bilim insanı Jared Diamond, kendisine Pulitzer Ödülü getiren kitabın bir sorudan doğduğunu belirtir. Profesör Diamond 1972’de bölgedeki kuş türlerini incelemeye yönelik gezisi sırasında Papua Yeni Gineli Yali sorar:
Neden siz beyazların bu kadar kargosu var, bunları Yeni Gine’ye neden getirdiniz ve biz siyahların kargosu neden bu kadar az?
Diamond soruyu şöyle tercüme ediyor: İki yüz yıl önce beyazlar gelene dek Yeni Gineliler köylerde ve yontma taş devrinde yaşamayı sürdürüyorlardı. Beyazlar merkezi yönetimi getirdiler. “Çelik baltalardan kibrite, ilaçtan, giyim kuşamdan meşrubata, şemsiyeye kadar çeşitli malları getirdiler. Yeni Gine’de bütün bu malların hepsinin toplu adı ‘kargo’ idi.”
Bir tür uygarlık –ve sömürgecilik- tarihi olarak da okunabilir Tüfek, Mikrop ve Çelik. Sanayi – endüstri üretiminin, onun üzerinden yükselen her anlamdaki sömürünün karşılaştırmalı tarihi. Yerli ahalinin gözünde nakledilen malların adı “kargo”. Bir anlamda sistemin de... Mamul, paketlenmiş ürün olarak da okuyabilirsiniz kargoyu.
Çöp, “kargo” artığı; kargo içindekilerden arta kalan.
2002’de Geri Dönüşüm İşçileri Derneği’ni kuran, yirmi yıldır bu alanda çalışan Ali Mendillioğlu, İslam Özkan’la söyleşisinde “kargo” gerçekliğini ambalaj üzerinden ifade ediyor:
Ambalaj atığı dediğin şey ne zaman hayatımıza girdi? Bu atıklarda inanılmaz bir çeşitlilik var. Alüminyumdan pet plastiğe kadar çok çeşitli ürünler ambalajda kullanılmaya başlandı. Bunun nedeni çok açık. Örneğin su, örneğin gazlı içecekler ve benzeri gibi şeylerin ambalajı içindeki üründen daha pahalı. Bunun bir tüketim stratejisi olduğu aşikâr, zaten ambalajı satın alıyor, insanlar imajı satın alıyorlar ve dolayısıyla ambalajlar sürekli çeşitleniyor ve değerleniyor. Dolayısıyla ambalaj çeşitlendiği, değerlendiği oranda, evde gündelik hayatta kullanıldığı oranda bunun bir piyasası oluşuyor, çünkü pahalı bir şey.
ÇÖPE ATILANLAR
Çöpün içine dalıp onunla hayatını sürdürmeye çalışanlar bu “ambalaj” düzeninin dışında kalanlar. Kendileri de çöpe atılanlar, ıskartaya çıkanlar. Sömürülmeye değer bir şeyi olmayanlar çöp toplayıcıları.
2007 – 2010 yıllarında dokuz sayı yayımlanabilen Katık Dergisi’ni de hazırlayan Mendillioğlu, dergiye ve hazırlayıcılarına; katı atık toplayıcılarına ilişkin şu değerlendirmeyi yapıyordu:
Dünyada iki iş var ki, ‘Niye yapıyorsun’ diye sorulmaz, ‘Neden düştün’ diye sorulur. Bunlar, çöp toplayıcılığı ve hayat kadınlığı. O kadar görünmeziz ki, sayımız hakkında kimsenin bir fikri yok. On binlerden bahsedebiliriz bu mesleği yapan, meslek denirse tabii... Anlatacağımız çok şey var. Depolarda paramparça kâğıtların içinde ne şiirler ne hikâyeler bulduk.
Yoksulluğun en sembolik halidir geri dönüşüm işçileri. Her şeyini kaybetmiş, soylu bir ailenin çocuğuna da ekmek çıkar çöpten, halkın tinerci dediği 10-15 yaşında gençlere de. Hatta ek iş olarak yapan, evini geçindiremeyen devlet memuruna bile...
YOKSULLARLA SAVAŞ VE TOPTAN TEMİZLİK
Bilindiği üzere Aralık 2020’de bütçe görüşmeleri sırasında Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı TBMM kürsüsünden açıklamıştı: “Yoksulluk, özellikle aşırı yoksulluk, uluslararası dokümanlarda da ifade edildiği gibi artık Türkiye için sorun olmaktan kalktı.”
Kâğıt üzerinde yok edilen yoksulluğu kâğıt ve bilumum ambalaj – atık toplayıcıların yeniden hortlatmasına izin verilmeyeceği için bugün depolar, barınaklar basılıyor. Baudelaire, Yoksulların Gözleri’nin şehir insanı için ne denli rahatsız edeceğini daha 19. Yüzyıl ortalarında yazmıştı Paris Sıkıntısı’nda.
Paris Sıkıntısı’nda yoksullar, yoksulluk sık sık çıkar karşımıza: Yoksulun Oyuncağı, Yoksulların Gözleri, Kalp Para… Ve kitabın sonuna doğru radikal çözüm: Yoksulları Gebertelim!
***
Finale geliyoruz galiba.