YAZARLAR

Coppola’dan sönük bir veda!

‘Megalopolis’ bizce ne bazı yabancı eleştirmelerin dediği gibi Coppola’nın This is the end!’ini gösteren bir yapım ne de bir diğer kesimin iddia ettiği gibi yönetmenin en olgun filmlerinden biri! Ama bizce kesin olan şey Coppola’nın bu ‘veda’ filmi (eğer öyleyse) görsel ve içerik açısından olmasa da uygulama açısından biraz sönük kalıyor!

Çok uzun zamandır yönetmenlik koltuğuna dönmesini beklediğimiz (ve açıkça artık biraz umudumuzu kaybettiğimiz) büyük yönetmen Francis Ford Coppola, son filmi ‘Megalopolis’ ile 1980’lerden beri aklında dolaşan ve çeşitli nedenlerden dolayı sürekli iptal edilen, ertelenen bir projesini hayata geçirmeyi başarıyor. Filmin parmak bastığı temaları, taşıdığı eleştirel boyutu ve görsel gücünü görünce bu projenin (en azından yönetmen için) neden bu kadar iddialı bir hedefle yola çıktığını anlıyoruz ama film ilerledikçe bu iddianın ‘risk’ yönü daha ön plana çıkıyor ve yönetmen bunu asla tam olarak önleyemiyor.

Bizce bu hedefe ulaşmamanın nedeni yönetmenin ilerlemiş yaşı, artık söyleyecek yeni bir şeyi kalmaması, yönetmenlikten adeta ‘emekli’ olduktan sonra sadece birkaç ortalama film dışında (‘The Rainmaker’, ‘Jack’) sinemaya dönüş yapmaması ve ‘bayrağını’ kızına devretmesi gibi şeyler değil! Sonuçta Coppola’nın kariyeri ve zamanında sunduğu başyapıtlar herkesin malumu!

Ancak bizce işte Coppola’nın, bu çok uzun arada ‘biriktirdiği’ şeyleri bir anda adeta ‘boca etmek’ istemesi, vermek istediği sosyal mesajları çoğu zaman çözümlenmesi zor metafor ve sembollerle süslemesi ve bir de son olarak bütün bunları her tarafa saçılan, giderek dallanıp budaklanan hikayecikler ve karakterler eşliğinde vermesi senaryosunu ve dolayısıyla filmini kaotik, kavradığımız temaları ‘yarı yolda’ bırakan, karmaşık bir yapıya dönüştürüyor.

Konudan kısaca bahsedecek olursak: Geleceğin Amerika’sında bir büyük felaket ve yıkım yaşanmıştır. ‘Yeni Roma’nın başkentini tekrar inşa etmek için dönemin iki güçlü figürü milyoner mimar Cesar Catalina ve vali Franklyn Cicero karşı karşıya gelirler. Cesar çok daha modern ve geleceğin dünyasına yönelik bir yapı düşünürken vali Cicero çok daha geçmişe bağlı, klasik anlamda bir mimari istemektedir. O dönem iyice alevlenmiş olan iktidar kavgaları, kurulan entrikalar ve birlerinin ‘ayağını kaydırma’ çabaları bu karşı karşıya gelmeyi daha da gerilimli bir hale getirecektir.

CATALİNA DAMGASI!

‘Megaloplis’in daha ilk sahnesinden itibaren yönetmenin hangi döneme atıfta bulunduğunu net bir şekilde görüyoruz. Aslında Roma İmparatorluğu’na olan bu gönderme yazılı ve bu kadar açık (ve kabul etmememiz gerekir ki biraz fazla) ‘gözümüze sokularak’ verilmeseydi de yine bu ‘köprüyü’ kurabilirdik!

Bu noktada bilmeyen ve hatırlamak isteyenler için, başkaraktere de ismini veren tarihi kişilik Catalina ve komplosundan da kısaca bahsetmemiz gerekir: Tam adıyla Lucius Sergius Catalina, M.Ö 63 yılında iktidarı devirmek için darbe girişimi yapmış bir politik figür ve asker. O dönemde Roma devletinin başındaki Cicero ve Hybrida’ya karşı başlattığı bu savaş başarısızlıkla sonuçlanıyor ve Catalina da bu savaş sırasında ölüyor. Ancak yaptığı darbe girişimi tarihteki büyük komplolar arasında yerini alıyor!

Değindiğimiz gibi filmdeki hikaye de ‘modern zamandaki’ Catalina-Cicero mücadelesi üzerine yoğunlaşsa da senaryo asla tek yönde ilerlemiyor. Bu iki ana figürün yanında dönemin diğer güçlü, zengin ama yaşlı adamı Hamilton Crassus III, onunla çıkarı için evlenen genç, hırslı ve içten pazarlıklı gazeteci kadın Wow Platinum, Hamilton’un kurduğu ‘imparatorluğun’ anahtarı teslim etmek istemediği varisi çapkın ve hedonist Clodio Pulcher veya babasının en büyük rakibi olmasına rağmen bir süre sonra kendisini Catalina’nın cazibesine kaptıran Julia Cicero gibi birçok yan karakter hikayeye yeni katmanlar eklese de aynı zamanda zaten kavramakta zorlandığımız bir ‘dünyayı’ (daha doğrusu Amerika’yı) daha da bulanık bir şekle sokuyor!

MEGALOMANLIK DİZ BOYU!

Aslında Coppola’nın bu filmde işlediği temalar ve sunmak istediği ‘tablo' önemli: Amerika toplumunun geçirmekte olduğu siyasal süreçleri açığa çıkarmak, tüketim toplumunu ve megalomanlığı eleştirmek, saf ve hayati önem taşıyan toplumsal değerlere geri dönme isteğinin altını çizmek!

Üstelik yönetmen bunu yaparken bir anlamda kendini ‘yenileme’ gibi bir görevi de üstleniyor. Ama bu ‘yenilenme’ sinemasının özünden kopma veya bambaşka bir sinema dili tutturma gibi riskli ve gereksiz bir çaba ürünü değil.

Coppola, ‘antik Roma/endüstri devrimi/gelecek’ üçlüsünün ürünü bir dünya karışımı yaratarak bir kez daha görkemli, ışıltılı etkileyici bir evren kurmayı başarıyor. Yönetmenin en üst çıtaya yükselttiği estetik değer bazen ‘aşırıya kaçan hatta gülünç durabilecek' özel efektlerle bezenmiş olsa da yönetmen bunu kendi avantajına çevirmeyi beceriyor. Başka bir deyişle bu aşırılık bir anlamda yönetmenin alter-ego'su olan başkarakter gibi narsistik bir tutumu destekliyor. Filmdeki Catalina çok zengin, Nobel ödüllü ve kolayca ‘deha’ sınıfına girebilecek bir karakter ve bunun da farkında. Bunu hem kendi biliyor hem de çok açığa vurmasa da çevresindeki insanlara bunu hissettiriyor. Tasarladığı projelerin tartışılmaz geleceği temsil etmesi ona bir başarı duygusu kadar inanılmaz megaloman bir hava da katıyor. Çünkü aslında ‘Megalopolis’ de isminin ima ettiği gibi megaloman bir film! Bireyciliğin bencilliğe, eğlenmenin ‘decadence’a ve seçilmiş bir başkanın diktatöre dönüştüğü hayali bir Amerika’da bu megalomani her şeyin önüne geçiyor. Tabii ki Coppola da kendini bu duygudan azade etmiyor hatta tamamen kabul ediyor. Hatta filmin sonlarında bir karakter: ‘Amerika artık kaput!’ bunu açıkça dile getiriyor.

Ancak bu tutum aynı zamanda filmi belli ölçülerde itici kılan da bir durum: Çünkü değindiğimiz gibi birçok sekansta o kadar sembolik ve metaforlara dayanan öğe var ki, bunların bazılarının çözümlenmesi gölgede kalıyor ve hikayeden bazen kopmamamız imkansız bir hale geliyor. Örneğin filmin ilk sahnesinde bize tanıtılan ve bir iki defa yine başvurulan Catalina’nın zamanı durdurmaya ve yavaşlatmaya yarayan telepatik gücü neye hizmet ediyor?

Sonuçta eleştirmenleri ve seyircileri adeta ‘ikiye bölen’ ‘Megalopolis’ bizce ne bazı yabancı eleştirmelerin dediği gibi Coppola’nın (önceki filmlerinden ‘Apocalypse Now’ finalinde duyduğumuz gibi) ‘This is the end!’ini gösteren bir yapım ne de bir diğer kesimin iddia ettiği gibi yönetmenin en olgun filmlerinden biri! Ama bizce kesin olan şey Coppola’nın bu ‘veda’ filmi (eğer öyleyse) görsel ve içerik açısından olmasa da uygulama açısından biraz sönük kalıyor!


Kerem Bumin Kimdir?

1976 yılında Paris'te doğdu. 1994 yılında İzmir Özel Saint-Joseph Lisesinden mezun oldu. 1996-2000 yılları arasında Strasbourg Sosyal Bilimler Fakültesinde (USHS) Tarih ve Edebiyat bölümlerinde okudu. Ardından 2000 yılında İstanbul'a geri dönüp 2004 yılında Bilgi Üniversitesi Sinema/ Televizyon bölümünden mezun oldu. 2004 yılından itibaren çeşitli uzun ve kısa metrajlı sinema filmlerinde ve Belgesel filmlerde yardımcı yönetmen olarak görev aldı. Semih Kaplanoglu'nun 'Süt' adındaki sinema filminin ekibinde yer aldı. Son birkaç yıldır Yunan yönetmen Angelos Abazoğlu ile birlikte, Arte kanalı için Belgesel filmler üzerinde çalışmaya devam ediyor . Gazete Duvar'da sinema filmleri üzerine eleştiriler yazıyor .