Covid-19 dersleri

McKeown hipotezi/kehaneti tıbbi girişimlerin, halk sağlığı için alınan tedbirler, sosyoekonomik ilerlemeler ve hastalıkların kendi doğal dinamiklerine kıyasla küçük bir rol oynadığını ve hep onların gerisinden geldiğini söyler. Covid-19’a kadar da gerçekten olan budur.

Google Haberlere Abone ol

Mehmet Emin Korkmaz*

Bütün insanlığa ne kadar kırılgan olduğunu bir kez daha hatırlatan bu virüsün, geldiği gibi hemen çekip gitmesini istedik. Virüs, kendimiz ya da sevdiğimiz birisi için öldürücü olabilirdi. Görünmez düşman her yerdeydi; bulaşma ihtimali, gizli bir elin karanlıkta bedenimize dokunma ihtimali karşısında duyacağımıza benzer dehşet duygusu yaratıyordu.

İşte bu tedirginlik yüzündendir ki, virüsü hayatlarımızdan uzaklaştıracak aşıyı beklerken sanki çok uzun bir zaman geçmiş gibi geldi hepimize. Hâlbuki ki, Covid aşısının bulunma hızı bir devrim niteliğindedir. Covid-19 aşısının geliştirilmesi o kadar hızlıdır ki, tıp tarihinde ilk kez McKeown hipotezi/kehaneti ölümcül bir yara almıştır.

Bu hipotez, tıbbi girişimlerin, halk sağlığı için alınan tedbirler, sosyoekonomik ilerlemeler ve hastalıkların kendi doğal dinamiklerine kıyasla küçük bir rol oynadığını ve hep onların gerisinden geldiğini söyler. Covid-19’a kadar da gerçekten olan budur. Bu virüsten önce, bulaşıcı hastalıklar için geliştirilen aşılar ve ilaç tedavileri hemen her zaman, hastalıkların yayılımlarının son aşamalarında mümkün olabilmiştir. Bir zamanlar insanlığın başına bela olan, kızamık, kızıl, tüberküloz, tifo gibi hastalıkları yenmek için, (bulunduklarında “mucize” adı verilen) ilaç ve aşıların geliştirilme süreçlerine bakın. Bütün bu tedaviler, hastalıkların kendi doğal seyri içinde zaten sona ermiş olduğu bir noktada geliştirilebildiler. Deyim yerindeyse, melanetler zaten çıkıp gitmişti; bu “mucize ilaçlar” onların ardından kapıyı kapadılar sadece.

Covid-19 için aşı geliştirme süreci bu anlamda tıpta yepyeni bir dönemi başlattı. İlk defa bir aşı, salgın hastalığın en başında üretilebildi. Çin’de yeni bir virüse bağlı şiddetli akut solunum yetmezliği sendromu 2019’un sonunda bildirilmiş, yaklaşık bir hafta içerisinde bunun yeni bir korona virüsü (Sars-CoV-2) olduğu anlaşılmış ve virüsün genomunun RNA dizilimi 10 Ocak 2020’de açıklanmıştır.

Bu yıl Kasım ayında yüzde 94.5 oranında etkili olduğu bildirilen Moderna firmasının mRNA aşısı ise 13 Ocak 2020’de tasarlanmıştı bile. ABD’de ilk ölüm bildirildiğinde aşı üretilmiş ve Ulusal Sağlık Enstitüsü'ne gönderilmişti. Benzer bir hız Alman ve İngiliz menşeli aşılar için de geçerlidir. Çinlilerin ürettiği “ölü-virüs aşısı” CoronaVac 10 Ağustos’ta klinik çalışma izni almıştı. Yıl bitmeden Brezilya, Endonezya ve Türkiye’de Faz 3 çalışmaları tamamlanmak üzere.

Aşıların Faz 2 ve Faz 3 çalışmaları tamamlanmadan güvenlik ve etkinlik verileri elde edilemez. Çin Faz 3 verilerini beklemeden haziran ayında ordusunu aşılamaya başladı. Aralık başında ise İngiltere’de ilk aşı onaylanarak uygulanmaya başladı. Diğer aşılar da muhtemelen haftalar içinde uygulanmaya başlanacaktır. İlk kez bu tempoda bir aşılama tam etkinlik verileri elde edilmeden uygulanıyor. Elbette sonuçların istendiği gibi olmama olasılığı var; örneğin etkisiz bir aşılama hastalığın yayılım hızını arttırabilir.

Ne yazık ki, aşının geliştirilmesi için harcanan çaba halk sağlığını korumak için harcanmadı. Aşılar kâr getirir ama halk sağlığı tedbirleri hükümetler için fazladan harcama yapmak demektir. Türkiye dahil, bu maliyeti göze alamayan ülkeler, halk sağlığını korumakta etkili olan tedbirleri layıkıyla uygulayamadılar. Etkili bir karantina uygulandığına tanık olamadık. Sosyal toplanmalar ilk aylarda olanca hızıyla devam etti. Sağlık otoriteleri net mesajlar veremediler; mesajları insanların kafa karışıklıklarının artmasına neden oldu. Kimin nereden çıkardığı belli olmayan, yüzeylerden virüs bulaşıyor sözü insanları korkuttu, asıl koruyucu olan maske üzerinde dikkatlerin yoğunlaşmasını geciktirdi. İnsanlar da bu kafa karıştırıcı mesajlar karşısında kendi çarelerini üretmeye başladılar: Çarşıdan alınan nevaleler güneşte bekletildi, her şeyin üzerine ne işe yaradığı bilinmeyen ve zararlı olabilecek kimyasallar sıkıldı. Başlıca bulaşmanın hava yoluyla olduğunun net olarak anlaşılması bile temmuz ayını buldu. 

Salgın yönetimindeki en içler acısı yanlışlar ise tedavisi olmayan bu virüs enfeksiyonuna karşı verilen ilaçlarda gözlendi. Bilim yerini hissiyata bıraktı. Kim neyin iyi geleceğini düşünüyorsa hastalara o verildi. Maalesef bu yaklaşım halen de devam ediyor. Oysa yapmamız gereken basitti; sakin olup hastalarımızı kanıtlanmamış ilaçlara maruz bırakmamak ve onlara yapmayı iyi bildiğimiz destek tedavilerini vererek hayatta kalmaları için uğraşmaktı. Çok zayıf kanıtlara dayanılarak hidroksiklorokin, remdesivir gibi ilaçlar kullanıldı; Covid geçirmiş hastaların plazmasının kullanılmasına onay verildi. Dünyada ve Türkiye’de yapılan bütün bu yetkilendirmeler spekülasyonlar üzerine kurulmuşlardı. Tüm bu bahisler kaybedildi, hiçbiri etkili olamadı. Dahası hidroksiklorakin ve azitromisin kombinasyonu ölüm oranlarını arttırmış olabilir. Bunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz.

Bütün bu gelişmelere paralel olarak bu salgın bize önemli dersler de öğretti:

1- Alınması gereken ilk ders, asla bilimsel yöntemlerden ödün verilmemesi ve yalnızca kanıta dayalı tedavi uygulanması gerektiğidir.

2- İkinci öğrendiğimiz konu, yazının başında da söylediğim gibi, aşı üretimi süresinin çok kısalabileceğidi. Üç gün içerisinde bir mRNA aşısı geliştiren Moderna firması bunu yıllardır üzerinde çalıştığı SARS virüsünün iğne çıkıntısına karşı yapması gerektiğini biliyordu. Benzer şekilde olası tüm patojenler laboratuvarlarda çalışılıp, salgın olmadan Faz 1 çalışması tamamlanabilir. Bilim insanları, hangi virüs ailelerinin pandemik potansiyele sahip olduğuna dair net bir fikre sahipler ve bu virüslerin benzerliği göz önüne alındığında, yalnızca hepsi için aşılar değil, aynı zamanda bu virüs ailelerindeki yeni varyantlara yanıt vermek için kolayca değiştirilebilen yeni aşılar geliştirebilirler. Olası patojenlerin saptanması bir salgını beklemeden Faz 2 çalışmalarının yapılmasını da mümkün kılar. Böylece bir Faz III çalışması, hastalık tespit edildikten haftalar sonra başlayabilir ve bir iki ay içinde sonuçlanabilir. 

3- Üçüncü nokta ise ilaç endüstrisinin bozuk iş modelinin açığa çıkmasıdır. Gazete Duvar’da yayınlanan önceki yazılarımda da söylediğim gibi, bu sistem herkes için sağlık elde etmeye uygun değildir. Küresel güçlü ulusal halk sağlığı kurumları oluşturulmalı ve bunlar iş birliği yapmalıdırlar.

Bir sonraki pandemi belki bu önlemlerle aylar içerisinde söndürülebilir.

*Prof., Dahiliye ve Kardiyoloji Uzmanı, https://drmehmeteminkorkmaz.com