Covid-19: Sürü bağışıklığı çok mu uzak?

CDC Direktörü Robert R. Redfield’in, bu haftaki açıklamasına göre Amerikalıların yaklaşık yüzde 10-16’sı virüsle karşılaştı ancak toplumun yüzde 10’unda koruyucu antikor mevcut, yani salgının göbeğinde olan ülkede halen toplumun yüzde 90’ı virüse duyarlı.

Google Haberlere Abone ol

Sibel Gündeş*

Hale Hanım, Covid-19 tedavisi tamamlandıktan sonra kırgınlık, yorgunluk ve yaygın kas ağrılarının dört aydır geçmediği şikayeti ile hastaneye başvurdu. Benzer şekilde Covid PCR testi üç kez negatif çıkan bir başka hastam iki aydır düzelmeyen tat ve koku duyu kaybından ağlayarak şikayet ediyor ve ne zaman normale döneceğini soruyor. Evet, artık bu şikayetler ile başvuran hasta sayısı hiç de az değil. Ayaktan takip edilip, tedavisi beş güne tamamlanan bu hastalar haftalar hatta aylarca süregelen şikayetleri ile hastanelere başvurmaya devam ediyorlar. Hekimleri, daha önce görmedikleri şikayet ve klinik gidişat ile zaten zorlayan Covid-19 hastalığı, hastalığın devam eden bulgu ve yerleşip kalan doku bozukluğu gibi daha ne kadar bilinmezi bünyesinde saklıyor bilmiyoruz.

Dünya, Aralık 2019 yılında Çin’in Wuhan eyaletinde başlayan ve Mayıs ayında WHO tarafından nihayet pandemi olarak kabul edilen Covid-19’a karşı hazırlıksız yakalanmanın bedelini ödüyor. Anlamsız biçimde hastalığı küçümsemek, grip ile kıyaslamak, gripten ölümlerin çok daha fazla olduğunu iddia etmek de buna dahil. Halbuki tüm uzmanlar gribe bağlı ölümlerin kesin sayısına ulaşabilmek için, öncelikle CDC (Centers for Disease Control) tanımlarının değişmesi gerektiğini biliyor. Geçmişte aşılamanın önünü açmak için bu verilerin tehlikeli biçimde abartıldığı, halen tüm pnömoni tanılarının ‘influenza ve pnömoni’ başlığı altında girildiği de bilinen bir gerçek. Laboratuvar destekli tanıları baz aldığımızda Covid-19’un gripten çok daha bulaşıcı olduğu, 44 kat ölümcül seyrettiği, bu iki hastalığı kıyaslamanın hata olduğu çok açık. Kış aylarından çıkarak yaza hazırlanan Güney Yarımküre ülkelerinde beklenen grip salgınları görülmez iken, bizim bu konuyu daha çok tartışacağımız da açık. İçinde bulunduğumuz pandemi ile sağlıklı mücadelede öncelikle ülkelere ait gerçek verileri toplayabilmek, değerlendirmek ve buna göre bir yol haritası çıkararak, plan ve önlem politikalarını belirlemek gerekiyor.

Başlangıçta ‘‘pnömoni-zatürre’’ salgını olarak kabul ettiğimiz Covid-19 enfeksiyonunun artık hastaların yüzde 20’sinde karaciğer, yüzde 7-17’sinde kalp hasarı, yüzde 10-25’inde pıhtılaşma bozukluğu, yüzde 10’unda böbrek hasarı yapıp, tüm damar sistemini, beyini de etkilediğini bilmekteyiz. Özetle artık bu virüsün çoklu organ tutulumu ile ilerlediğini, pek çok farklı tedavi protokolünün uygulandığını ancak kesin tedavisinin olmadığını da biliyoruz. Kontrol ve tedavide kısa sürede yaygın kullanıma girebilecek bir ilaç ve aşı beklemek de, kanaatimce iyimser bir yaklaşım ve tüm dünya, İsveç’in başta büyük bir tepki ile karşılaşan sürü bağışıklığı politikasına teslim olmuş görünüyor. CDC Direktörü Robert R. Redfield’in, bu haftaki açıklamasına göre Amerikalıların yaklaşık yüzde 10-16’sı virüsle karşılaştı ancak toplumun yüzde 10’unda koruyucu antikor mevcut, yani salgının göbeğinde olan ülkede halen toplumun yüzde 90’ı virüse duyarlı. Dolayısı ile sürü bağışıklığının halen çok uzakta olduğu ve hasta sayısının yükselmeye devam edeceği kış aylarında, yayılımın kontrol altına alınmasında iki önemli basamak; çok sayıda kişinin kısa sürede taranmasını sağlayacak ucuz, hızlı tükürük testlerinin yaygınlaşması ve kişisel korunma önlemlerine uyum olarak görünmektedir. Hastalığa en geç yakalananlar ve yakalanmayanlar, en şanslılarımız olacaktır, çünkü hastalığın uzun dönem etkileri de bilinmemektedir.

Kişisel korunma ise bağışıklığımızı güçlü tutarak virüse vereceğimiz immun yanıt ile iyi bir maske, sosyal mesafenin korunması ve el yıkama ile mümkün. Bu önerilerin asıl amacı ise karşılaşılan virüs sayısını azaltarak, bağışıklığımızın baş edebileceği sayıda virüsü yenmesini beklemek. Virüs kişiden kişiye ağırlıklı olarak ağız burun salgıları ile geçiyor. Hasta birisi ile karşılaştığımızda, alacağımız az sayıda virüs hastalık oluşturmaya yetmeyeceği gibi, bağışıklık sistemimizin bu durumda ürettiği antikorların, virüsle ileri karşılaşmalarımızda işe yarayacağı düşünülüyor. Covid-19’un gelişmesi için gereken en düşük virüs sayısını halen bilmiyoruz. Bu sayının SARS için birkaç yüz, MERS için birkaç bin virüs olduğu bilindiğine ve yeni virüsümüz SARS’a benzediğine göre, muhtemelen birkaç yüz virüs partikülü enfeksiyonu başlatmak için yeterli. Üst solunum yolu enfeksiyonlarına yol açan diğer virüsleri incelediğimizde alınan virüs sayısının arttıkça şikayet ve kliniğin daha ağır seyrettiğini ve bu olguların hastalığı daha fazla kişiye kolayca bulaştırdığını görüyoruz. Ancak Covid-19 ile yapılan çalışmalar, şikayeti olmayan bazı hastalarda da virüs sayılarının dolayısı ile bulaşıcılığın neredeyse ciddi olgulardaki seviyede olduğunu gösteriyor. Yani önerilen korunma yöntemlerine uyum çok önemli çünkü bu hastalıkta maruz kalınan virüs sayısını öngörebilmemiz mümkün görünmüyor. Covid-19 hastalarının en bulaşıcı olduğu evre, şikayetlerin başlamasından önceki iki üç gün içerisinde başlıyor ve 5-7 gün sürüyor, hastalık ilerledikçe bulaşıcılık azalıyor. Bazı kişilerin hastalığı bulaştırmada diğerlerinden daha bonkör oldukları da biliniyor, süper-bulaştırıcı kabul edilen bu kişiler kısa sürede çok fazla sayıda kişiyi enfekte edebiliyorlar. Bu olgularda, ilginç biçimde hasta olan her on kişiden dokuzu hastalığı bulaştırmaz iken, bir kişi 20 kişiye bulaştırabiliyor. Ülkesel farklılıklar gözlenmekle birlikte bulaşta 20-35 yaş arası gençlerin etkin rol aldığı gösterildi fakat süper yayılımında neyin rol oynadığı halen net değil. Kişinin burun yapısı, burun içerisindeki kıl ve mukus miktarı, virüsün bağlanacağı reseptör sayısı, nefes alma, konuşma gibi davranış biçimleri ve virüsün hastalık yapma gücü araştırılıyor. Virüs enfekte ellerin ağız, burun ve göz mukozasına dokunması ile de bulaşıyor ancak bu yol muhtemelen solunumdan çok daha düşük seviyede çünkü bu yol ile alınan virüs sayısı genellikle çok daha az sayıda ve hastalık başlatacak güçte olduğu da gösterilemedi. Temas ile bulaş olabilmesi için milyonlarca virüs gerekiyor halbuki gürültülü konuşarak, öksürük, hapşırık, şarkı söyleme ve hatta hızlı nefes alıp vermekle bile binlerce küçük, orta ve büyük damlacığın kolaylıkla çevreye yayıldığını biliyoruz. Öksürük ile yaklaşık 3 bin, hapşırma ile 40 bin, sakin bir konuşma sırasında ise saniyede 2 bin 600 solunum damlacığı çevreye yayılabilir. Hasta kişilerde ağız, burun salgı miktarında artma olduğu da gösterildi. Elbette gerçek hayatta alınacak damlacık ve virüs sayısını hava koşulları, rüzgar hızı, nem ve sıcaklık da etkiliyor ama genel olarak büyük damlacıkların süratle yere ve çevredeki yüzeylere çöktüğü, havada asılı kalamadığı ve maskeden geçemediği için bulaşta rolünün nispeten az (maske kullanılması durumunda) olduğunu, daha küçük damlacıkların havada 2-3 saat asılı kalması nedeni ile özellikle havalanmayan kapalı alanlarda (tuvalet, banyo, restoran, kafe, bar, vs) bulaşta etkili olduğu biliniyor. Laboratuvar ortamında yapılan deneyler, Covid-19’da sadece konuşmak ile havada 8-14 saat asılı kalabilen binlerce damlacığın yayıldığını gösteriyor ki bu da hastalığı hafif veya şikayeti olmadan geçiren kişilerin kapalı alanlarda enfeksiyonu bu denli çabuk ve kolay yaymasını açıklayabilir. Küçük damlacıkların daha az sayıda virüs içerdiği, nemli ortamlarda daha kolay ağırlaşarak, tabana düştüğü de gerçek ancak yine de özellikle risk grubunda bulunan kişilerin tam korunma için kapalı, kalabalık ortamlarda bulunmaması ve iyi bir maske kullanmaları en güvenilir yol olarak görünüyor. Yine üzerinde çok tartışılan maskelerin mümkünse eczane ve tıbbi malzeme satıcılarından alınması, açık alanlarda, metro, otobüs duraklarında satılan maskelerin üzerinde ‘karekod’ ve ‘TSE standardı’ görülmüyor ise alınmaması veya bunların çift kat kullanılması önerilir. Sonuç olarak, yayılımın önümüzdeki aylarda hızlanarak devam edeceğini öngördüğümüz bu salgında sadece duyarlı bireylerin değil, tüm toplumun hiç olmadığı kadar korunma önlemlerine dikkat etmesi, yapabileceklerimizin başında gelmektedir.

 *Prof. Dr., Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Uzmanı