Çözüm süreci -şimdilik- bir seraptır
Bugün bize Ankara’nın (özellikle bir iktidar odağını, bir koalisyonu betimlemek adına “Ankara” diyorum) ne SDG ile ne PKK ile bırakınız barışı, ateşkesi, herhangi bir diyalog arayışında olduğunu düşündüren de, olmasını gerektiren de hiçbir veri veya belirti ortada yoktur. Aksine Ankara, Karabağ deplasmanından farklı galibiyetle dönmenin özgüveniyle, siyasal ve dolayısıyla doğası gereği bizatihi gayrı mükemmel olanı değil “Sri Lanka tipi” çözümü düşlemektedir.
Her zaman bir işin neden olmayacağını en baştan, daha ilk adım atılmadan söyleyen tiplere ayar olmuşumdur. Bu tipler memuriyette mebzul miktarda bulunur. Bunun karikatürleşmiş hali hani şu meşhur kanepede TV karşısında yayılmış çekirdek çitlerken (diyelim) elde sırık koşan Bubka’ya “bok atlarsın” deme sahnesi. Amma velakin, damdan düşmüş bir sadık amadeniz sıfatıyla damdan düşme hususunda hasbelkader iki kelâm edeyim müsaadenizle efendim. Yahut belki, soru işaretiyle, efendim?
Sadede gelelim: Ahiren ICG, SDG komutanı Mazlum Abdi Kobani’yle de bir mülakat yaparak, yeni bir rapor yayımladı. Aynı rapor üzerine, yetkin Suriye uzmanı Dareen Khalifa da ufuk açıcı bir mini-zincir paylaştı. Ayrıca, PKK kurucularından ve üst düzey yöneticilerinden Murat Karayılan da İsrail’in Jerusalem Post gazetesine bir söyleşi verdi. Daha öncesinde, ABD Suriye Özel Temsilcisi James Jeffrey de DefenseOne web sayfasına görevinden istifa ederken konuşmuştu.
Bunlar üzerinden, belli belirsiz tatlı bir meltem gibi bir olası diyalog ve ardından güneş gibi doğarak kışın ortasında sırtımızı ısıtacak bir “çözüm” beklentisi başladı. Sayın Cumhurbaşkanımızın bir başka vesileyle veciz biçimde ifade buyurdukları üzere “ben bunu abartı buldum.” Dolayısıyla, “al bir keyif çayı iç” demek yerine affedersiniz kafanıza bu yazıyı atmayı uygun gördüm.
Özetle, “sayın abonemiz ne aradığınız Erdoğan’a ne aradığınız Kandil’e ulaşılamamaktadır, lütfen daha sonra tekrar deneyiniz.” Ha, belki HDP hoşnuttur CHP ile telefon trafiğinden, CHP Genel Başkanının örtülü dayanışmasından, onu da bilemem. İleride bir gün Millet İttifakı’nı iktidara taşırsa HDP, onurlu biçimde alacaktır muhalefet sıralarındaki yerini ve o gün yeniden başlayacaktır muhtemelen bir beklenti.
Döndük dolaştık gelemedik, tekrar sadede gelelim: Bugün bize Ankara’nın (özellikle bir iktidar odağını, bir koalisyonu betimlemek adına “Ankara” diyorum) ne SDG ile ne PKK ile bırakınız barışı, ateşkesi, herhangi bir diyalog arayışında olduğunu düşündüren de, olmasını gerektiren de hiçbir veri veya belirti ortada yoktur.
Aksine Ankara, Karabağ deplasmanından farklı galibiyetle dönmenin özgüveniyle, siyasal ve dolayısıyla doğası gereği bizatihi gayrı mükemmel olanı değil “Sri Lanka tipi” çözümü düşlemektedir. Düşlemektedir ve tasarlamaktadır mı aynı zamanda, orasını bilemeyiz ancak çok geçmeden göreceğe benzeriz.
Üstelik, haşa cumhuriyetin değil ama kestirmeden “Ankara” dediğim koalisyonun bekası yani varkalması, dolayısıyla Erdoğan’ın başkan konumunu koruması da sözkonusu (utangaç tanımla) “güvenlikçi” denilen politikaların sürdürülmesine doğrudan bağlıdır.
Bu oyundaki biricik değişken ABD’de yeni başkan Biden ve onun yönetim ekibinin yaklaşımı olacak. Biliyorsunuz devir-teslim 20 Ocak’ta. Tersten bakış, İsrail-İran dosyasında olduğu gibi Türkiye-Suriye (Fırat’ın Doğusu) ve PKK dosyalarında da bu kısa erimde olağandışı gelişmeler de yaşanabilir. Devir-teslime kadar geçecek iki aydan kısa süre son bir fırsat penceresi olarak görülebilir.
SDG komutanı Mazlum Abdi, kendi denetimindeki bölgede PKK “kadrolarının” sayısının 200 civarına dek indiğini ve bunların da Kandil’e dönebileceklerini belirtiyor. Adıgeçen, Afrin’de Türkiye’nin atacağı olumlu adımlara karşılık, SDG’nin TSK destekli Suriyeli silahlı gruplara karşı tek yanlı bir ateşkesi devreye sokabileceğini de dile getiriyor.
Gerek Abdi, gerek Karayılan, ABD’nin alandaki varlığının sürmesine ve ABD ile ilişkinin yeni bir boyuta evrilmesine had safhada özen gösterir üslup ve içerikte konuşuyorlar. Değil Fırat’ın Doğusu veya Idlip, bütün halinde Suriye hatta Ortadoğu dahi ABD’nin öncelikleri arasında değil ve olmayacak. ABD açısından bir NATO müttefiği olarak Türkiye ile ilişkilerin kırılıp, dökülmeden işler tutulması ise başat bir öncelik olmasa da gündemde Suriye’den daha üst sırada bir madde.
Siyasal çözüm, barış, süreç için güneşin altında öğrenilecek yeni bir şey yok, kalmadı. Kuzey İrlanda, Güney Afrika, İspanya-Bask, Kolombiya “çalışmaya”, komisyonlar kurup raporlar yazdırmaya hacet yok. Eski PKK’nin düşünsel akrabaları Aydınlık Yol-Peru ve LTTE/Tamil Kaplanları-Sri Lanka daha revaçta. Alandaki uygulama ise İsrail-Filistin durumunu giderek daha fazla andırmakta.
Esasen konu, cumhuriyetin güncellenmesi. Okuyamadığımız, bir türlü yazamadığımız cumhuriyet tarihinin düğümlerini, dönüm noktalarını, boğumlarını ancak meraklısına gizlerini açan anayasacıların yazılarından, kitaplarından öğrenebiliyoruz halen. Güncellemeden anlaşılması gereken dönüşüm. “Dönüşüme var mısınız” deyince ne CHP ne İYİP, ne daha küçümen omuz verenler Saadet, Gelecek ve Deva’da o yönde bir heves, bir iştah yok. Cüret derseniz aman o sözcükten uzak durun, haydi “vizyon” derseniz alacağınız yanıt “şimdinin konusu değil şekerim.”
HDP, CHP dışında Millet İttifakı’nın tüm ortaklarından ve omuz verenlerinden, Kılıçdaroğlu’nun tüm “dostlarından”, her biriyle teke tek karşılaştırıldığında daha büyük bir seçmen kitlesini temsil ediyor. Buna karşılık HDP, ona iyi tarafından bakanlar için bile bir “bölge partisi”, “kimlikçilik” gibi bir derdi olan, “tek dosyalı” bir parti olarak sınıflandırılıp, öteleniyor. Tepeden bakıştaysa şimdilik kapattırılması işe gelmeyen ama budanması sünnetten sayılan bir terör uzantısı. Oysa, yine belki, HDP eşbaşkanı Mithat Sancar’ın müktesebatı tartışılamayacak düzeyde bir anayasacı oluşu ve ılımlı yapısı sözünü ettiğim “dönüşüm” için tam aranılan nitelikler.
Konu, dış politika ve ulusal güvenlik parantezine tıkıştırıldığındaysa, beklentiler dişimizin kovuğunu dahi doldurmayacak nicelikte. ABD’de yeni yönetim, SDG’yi (IKB denilen ancak esasen) KDP bağlantılı ENKS ile “aşılayacak”, Ankara için daha yaklaşılır duruma sokacak. Mazlum Abdi, sahneye “özerk” bir muhatap olarak çıkacak. Idlip’te Ankara Moskova’nın emellerine taş koyarken, Fırat’ın Doğusu 1990’ların Kuzey Irak’ı gibi “gri” tutulacak. Yeni Vaşington’un S-400 yaptırımları, Halkbank davası gibi dosyalarda açacağı kredi karşılığında gerilimli bir denge hali kurulmuş olacak.
Tüm bunlar, aciz hizmetkârınızın indinde, kulağını ters göstermekten ibarettir. Özcesi, terzinin artık kuruluş ve kurtuluştan yüz sene sonra kendi söküğünü dikmeyi becerebilmesi gerekir. Bunun olması için ise siyasi irade lazım. O siyasi irade ancak “düşünülemez olanın artık kaçınılmaz olduğu” bir derin, yapısal bunalım anında mümkün. O ana dek, Barış Zeren’in “Hamidizm” makalesinde* belirttiği “sürekli dengesizlik”, Hakkı Özdal’ın burada yazdığı “bir gerilim momenti”, benim yine burada uydurduğum “denge-gerilim” biteviye sürüp, gidecek.
*Barış Zeren, “Hayal ile Gerçeklik Arasında İslamcı İktidar: Hamidizm Üzerine”, s.335-371, “Türkiye’nin Soğuk Savaş Düzeni –Ordu, Sermaye İslamizasyon”, Behlül Özkan-Tolga Gürakar, Tekin Yayınevi, 2020 –halen elimde olan bu kitabı siz değerli okurlarıma hararetle öneririm.
Aydın Selcen Kimdir?
1969 İstanbul doğumlu ve Saint Joseph Lisesi ile Marmara Üniversitesi İngilizce Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. 1992-2013 arasında Dışişleri Bakanlığı'nda meslek memuru olarak çeşitli görevlerde bulundu. Son olarak 2010-13 tarihleri arasında Erbil Başkonsolosluğu görevinde bulundu. Merkeze döndüğü gün "memuriyetten istifa etti." Genel Energy petrol şirketinde bir buçuk yıl siyasi danışmanlık yaptı. 2015'den beri bağımsız olarak özellikle Irak ve Suriye konularında yazıyor. Galatasaray kongre üyesidir. Alaz adında bir kızı var.
Kürt yurttaşların derdine Diyarbakır'dan bir bakış 06 Ekim 2021
Soçi'nin ardından dış politikada dağınıklık sürüyor 03 Ekim 2021
Almanya seçimlerinden bize bakan sonuçlar 29 Eylül 2021
Erdoğan'ın görkemli New York seferi 26 Eylül 2021 YAZARIN TÜM YAZILARI