'Çözümsüz Barış' değil 'Demokratikleşme, Barış ve Kardeşlik' süreci
Ben de Demirtaş gibi ancak ve ancak “Barış ve güçlü bir demokrasi inşa edilebilirse bu süreçten hep birlikte kazanarak çıkacağımıza” inanıyorum. Kürt Sorunu ne “Kürtlerin Sorunu”dur ne de “Türklerin Sorunu”; Kürt Sorunu Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratikleşme sorununun en önemli parçalarından biridir ki bu sorunun çözümü için de en çok ona ihtiyacımız vardır.
DEM Parti heyeti, Önder-Buldan-Türk, Demirtaş’ı ziyaret etmek üzere Edirne F Tipi Cezaevi’ne gittiler; akabinde de açıklamalarda bulundular, soruları cevapladılar. Sırrı Süreyya Bey’i sözcü tayin etmişler galiba; en uzun o konuştu. Ne doğru bir tercih, ki belâgatin, (Bahçeli gibi) üzerinde sakil durmadığı ender -siyasetçi’den de fazlası- entelektüellerden birisidir; şaklabanlık yapmadan nüktedan olabilmek -taşı gediğine koyabilmek derler ya- ucuz mahâret değil. Sırrı Süreyya Bey sürecin gidişatına dair eleştirilerden, spekülasyonlardan mustarip: “Özellikle televizyonlarda bu konuda spekülasyon yapılıyor; sürecin şeffaf yürümediğine dair eleştiriler var… ‘Daha ne geziyorlar!’ şeklinde serzenişler var… bunlara gerek yok; bunlar, gelmekte olan barışa hizmet eden şeyler değil.” diyor. Haklı olduğu yerler de yok değil; çok: “40 yıldır süren bir şey, boyacı küpü değil bu, daldırıp çıkarasın.” Üstelik “…süreci ifsâd edecek… bir tutum içine gir[ilmesini] gerektirecek bir şey [de] yok[muş]” Handiyse, diyesi ki -yıllar, yıllar öncesinde Ferdi Tayfur’un oynadığı reklam filmindeki gibi, “Mobile güven, gerisini merak etme sen”
Kusura bakma Usta -ne yazık ki- süreç şeffaf değil; bir “süreç” var mı yok mu o bile belli değil; bunu söyleyeni “sürece fesad karıştırmakla” (ifsâd etmekle) itham etmek ise pek bir Bahçelivârî. Önder lâtif bir hatip, nâzik bir adam; vesselâm. Öteki gibi, “Bizi eleştirenler alçaktır ve şerefsizdir!” falan diyecek değil ya! Öteki… Unutmadan; Ankara Bölge Adliye Mahkemesi 6. Ceza Dairesi [istinaf], Bahçeli’ye “Bunadı!” diyen sosyal medya kullanıcısına Ankara 25. Asliye Ceza Mahkemesi’nin verdiği cezayı bozmuş; Sosyal medya kullanıcısının “…ifadesi[nin] rahatsız edici nitelikte ise de katılanın onur, şeref ve saygınlığını zedeleyici nitelikte olmayıp kaba, nezaket dışı hitap tarzı niteliğinde olması dikkate alınarak hakaret suçunun yasal unsurlarının oluşmadığı” kanaatine varmış. Neyse, yine konuyu dağıtmayayım.
ÖNDER: KANSERİ ÖNLEYEMEYİZ AMA ÖKSÜRÜĞÜ KESERİZ
Sırrı Süreyya Bey açıklamalarına şöyle devam ediyor ve şu an bu sorunu “…çözerse iki taraf[ın] çözeceği[ni]… eğer bu fırsatı da kaçırırsak 72 taraf[ın] bu işe müdahil olaca[ğını]” da not ediyor. “Barışın kaybedeni[nin] olma[yacağını] bunu hiç aklımızdan çıkarmamamız gerek[tiğini]”de eklemiş sözlerine.
Sırrı Süreyya Bey’e göre “…kamuoyunda sıklıkla çözümle barış kavramları birbirine karıştırıl[maktadır.] Bu doğru değil[dir.] Barış bir sarılmayla bile oluşturulacak bir şeydir. Çözüm demokratik bir mücadele ve uzun soluklu bir iştir. Sorun alanlarıyla ilgili olarak bunun uzunluğu derinliği değişir. Şu an için kurmaya çalıştığımız barıştır.”
Çözüm olmadan barış olur mu Sayın Önder? Çözmeden barışmanın “taktik olarak” savaş baltalarını toprağa gömmekten ne farkı var Sırrı Süreyya Bey? Söylediklerinizin “Derdinize derman olamam ama öksürüğünüzü keserim!” diyen kofti tabipten ne farkı var? Kusura bakma Usta; O müfsid tabibe nasıl “sen elleme benim yaramı beni bu dertlere salanı getir. Kabul etmem bir gün eksik olursa, benden bu ömrümü çalanı getir.” demek lazımsa, çözümsüz barış önerene de serzenişte bulunmak ifsâd değil farz-ı ayndır. Üstelik ne farkınız kaldı “Çözüm Süreci değil Terörsüz Türkiye” diyenden? Silahlar mutlak, mutlak susmalı; susmalı ama silahların susması için barışmak, barışmak için de sorunu kökünden çözmek gerekmez mi? Çözmeden barışmak, barışmadan kılıçları kınına koymak mümkün mü?
İki kelâm da “…çözersek iki tarafla çözeceğiz” sözüne etmek isterim. Oyuncu ve senaryo yazarısınız; “sosyoloğun doktora yapmayanı” dense yeridir ki bir siyasetçi olarak da toplumu iyi tanıdığınıza şüphem yok. Yine de bir yol sorayım: Bu toplumu tek başına “Kürtler” ve “Türkler” olarak iki kesime bölebiliyor, iki başlık altında tasnif edebiliyor musunuz? Ya “kadın Kürtler” ve “erkek Türkler”; peki “işçi erkek Kürtler”, “serbest meslek sahibi kadın Türkler”. Ya “seküler, işçi, erkek Kürtler” ve “muhafazakâr, işveren, kadın Türkler”e ne dersiniz? Daha uzatmayayım, bunların her birinin Kürt Sorunu’nu algılamaları, Kürt Sorunu’nun onlara yansıması, Kürt Sorunu’nun çözümünden beklentileri, bir diğerininkiyle aynı mıdır ki “Kürt Sorunu’nu çözerse iki taraf” çözsün? Pardon, siz, zaten sorunu “çöz”mek niyetinde değildiniz, değil mi? Heyet’in murâdı “Oğlan yaylı, kız yaylı, ben dayanamıyorum gayrı. Asker oldum gidiyom, helâlleşelim gayrı” türünden bir şey; bir “öpüşelim, barışalım” etkinliği olsa gerek. Haydar Bıçakçı’dan dinleyin derim.
KÜRT SORUNU BİR 'DEMOKRATİKLEŞME SORUNU'DUR
DEM Parti heyetinin açıklamalarından hemen sonra Selahattin Demirtaş da sürece ilişkin açıklamalarını gönderdi kettle’ından. Önder’in tersine “Bu dönemin en hassas konusu[nun] kamuoyu desteği” olduğunu vurguluyor Demirtaş. “Bu nedenle [de] şeffaflı[ğın] son derece önemli ve gerekli olduğunu” belirtiyor; “siyasi partilerin bilgilendirilmesi[nin].. sivil toplum örgütlerini[n], siyasi ve toplumsal çevreleri[n] bilgilendirilece[ğinin] altını çiziyor. “…barış dilinin tüm çevrelere hakim olması[nın]” önemine dikkat çekerek “Bu konularda konuşan herkes[in] tehdit, şantaj, aşağılama dilinden ve provakatif söylemlerden uzak” durması gerektiğini, “…yenme yenilme üzerinden boş ve anlamsız bir retorik oluşturmak yerine… hepimizin kazanacağı ortak bir gelecek üzerinde dur[masının” önemini not ediyor.
— Selahattin Demirtaş (@hdpdemirtas) January 11, 2025
Erdoğan/Bahçeli’nin terörün olmamasına, Önder’in çözümsüz barışa indirgediği süreci, tam da ama tam da olması gerektiği gibi Demokratikleşme, Barış ve Kardeşlik Süreci olarak isimlendiriyor: “Bizler” diyor Demirtaş, “…demokratik, barışçıl zeminde siyaset yapan aktörler olarak çatışmaların, şiddetin kalıcı şekilde son bulmasını arzuluyor, istiyor, destekliyoruz.” diyor.
Barışın tesis edilmesinin önemini vurguluyor Demirtaş. Barış önemsiz olur mu?, Önder’in sözleriyle ete kemiğe bürünen DEM Parti heyetinin de altını çizdiği gibi barış tesis edilmeli; Erdoğan ve Bahçeli’nin vurguladıkları gibi “terör sona ermeli”dir. “Fakat bundan da öte” diyor Demirtaş -ki siz bunu “Silahların susması ve kalıcı barışın sağlanması” diye okuyun lütfen- sorumluluğumuzun “demokrasi, özgürlükler, eşitlik, adalet ve temel insan hakları için barışçıl, sivil, siyasi [bir] mücadeleyi büyütmek” olduğunun da altını çiziyor.
Demirtaş’a göre, “Bu mücadelenin kanal ve imkanlarının şimdiden açılması” bir başka ifade ile düşünce ve ifade özgürlüğü, örgütlenme özgürlüğü önündeki engellerin kaldırılması gerekiyor ki “…barış zemini de güçlensin”.
Aklı başında her siyasetçi gibi, Demirtaş da bu “…sürecin ete kemiğe bürünebilmesi için, güven verici somut adımların hızlıca atılması” gerektiğinin altını çizmekte. Nitekim, hiç kuşku yok ki, onun da vurguladığı şekliyle “…siyasal barış, beraberinde toplumsal barış yani demokratikleşme, eşitlik, adalet ve özgürlükler mücadelesinin tüm kanallarını açacak şekilde yapılırsa kalıcı” ve “…herkesin ve ülkenin yararına” olacaktır. Ve yine ancak bu şekilde “toplumsal barış desteği arta[cak], halkın ekseriyetinin sahiplenmesiyle tüm provokasyonlar ve baltalama girişimlerinin” boşa çıkması sağlanabilecektir.
Ben de Demirtaş gibi ancak ve ancak “Barış ve güçlü bir demokrasi inşa edilebilirse bu süreçten hep birlikte kazanarak çıkacağımıza” inanıyorum. Daha önce de dilim döndüğünce vurgulamaya çalıştım: Kürt Sorunu ne “Kürtlerin Sorunu”dur ne de “Türklerin Sorunu”; Kürt Sorunu Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratikleşme sorununun en önemli parçalarından biridir ki bu sorunun çözümü için de en çok ona ihtiyacımız vardır.
Keyifli günler…