Cumartesi Anneleri hakim karşısında: Galatasaray Meydanı mezarlığımız oldu

Cumartesi Anneleri’ne açılan davanın ilk duruşması görüldü. Davayı çok sayıda yerel ve uluslararası kurum da izledi, duruşma 7 Haziran'a ertelendi.

Google Haberlere Abone ol

İSTANBUL - Gözaltında kaybedilen yakınlarının akıbetini sormak ve faillerin yargılanmasını talep etmek için Galatasaray Meydanı’nda 1995 yılından beri oturma eylemi yapan Cumartesi Anneleri'ne yeni bir dava açıldı.

Kayıp yakınları, 950’ncı haftasında Galatasaray Meydanı’nda kayıplarının akıbetinin sormak için yapmak istedikleri eyleme polis şiddetiyle engellenerek gözaltına alındı.

Gözaltına alınanların arasında 9 kayıp yakını, İnsan Hakları Derneği yönetici ve üyesinin de olduğu 20 kişi hakkında "Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na" muhalefetten ceza davası açıldı. Davanın ilk duruşması bugün İstanbul Çağlayan 39. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görüldü.

Mahkeme heyeti, esastan karar vermek için duruşmayı 7 Haziran’a erteledi.

 

Kimlik tespitinin ardından ilk savunmasını İkbal Eren yaptı. “Ben İkbal Yarıcı, 20 Kasım 1980’de gözaltına alınarak kaybedilen Hayrettin Eren’in kardeşiyim” diyerek savunmasına başlayan Eren, sözlerine şöyle devam etti:

HER YERE BAŞVURDUK: Hayrettin Eren’e ne olduğunu anlatmazsam bu beyan eksik kalır. Hayrettin Eren, 20 Kasım 1980’de Haşim İşcan Geçidi’nden arabası ve bir arkadaşı ile gözaltına alındı ve Karagümrük Karakolu’na götürüldü. Bunu haber aldığımızda annem ve babam Karagümrük Karakolu’na gitti. Karakoldaki görevliler kayıt defterine bakarak 5 arkadaşı ile Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü’ne gönderildiklerini söylediler. Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü’ne giden annem ve babama oradaki görevliler de burada böyle bir kişinin olmadığını söylediler. Tekrar Karagümrük Karakolu’na giden anneme ve babama ‘Biz Hayrettin Eren’i gözaltına almadık, size yanlış bilgi verilmiş’ dediler. Daha sonra defalarca Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü’ne giden annem Elmas Eren’e, emniyetin bahçesinde arabamızı gördüğü halde oğlunun orada olmadığını söyleyip inkâr ettiler. Bundan sonra çeşitli zamanlarda annem Elmas Eren ve babam Kemalettin Eren iç işleri bakanlığı, adalet bakanlığı, güvenlik konseyi gibi sorumlu olabilecek her yere başvurdukları halde bütün kapılar yüzlerine kapandı. Sizin çocuğunuza bunlar yaşatılsaydı siz ne yapardınız? Abim Hayrettin Eren’le yakın zamanlarda Nurettin Yedigöl, Süleyman Cihan ve Mustafa Asım Hayrullahoğlu Gayrettepe Emniyet Müdürlüğü’nde kaybedildiler. Süleyman Cihan ve Mustafa Asım Hayrullahoğlu’nun cansız bedenlerine daha sonra ulaşıldı. Nurettin Yedigöl ve Hayrettin Eren’in akıbetleri hala belli değil. Bu 4 kişinin kaybedildiği dönemde, terörle mücadele şube müdür yardımcısı Mehmet Ağar, emniyet 1. şube müdürü Tayyar Sever, Fikret Işınkaralar ve o tarihlerde görev yapan diğerleri, onların kaybedilmesinin sorumlularıdır. Bu durumda abim Hayrettin Eren’in akıbetini sorduğum için ben değil, abimin yaşam hakkını elinden alanlar yargılanmalı.
Şayet Hayrettin Eren bir suç işlediyse yargılanır, kanunların gerektirdiği ceza verilirdi. Şu anda da aramızda olurdu. Soruyorum size, anayasanın hangi maddesinde gözaltına alınan bir kişi zorla kaybedilebilir ve hatta ailesi yok sayılarak herhangi bir yere atılır der? Bizden bu insanlık suçunu işleyenleri görmezden gelmemiz isteniyor. Siz olsanız ne yapardınız?

KAYBETME BİR DEVLET POLİTİKASI: Biz kayıp aileleri olarak bütün kapılar yüzümüze kapatıldığı için Cumartesi Anneleri olarak kayıplarımız için bir arada durmayı ve birlikte adalet mücadelesi vermeyi seçtik. 27 Mayıs 1995’ten beri Galatasaray Meydanı’nda Cumartesi Anneleri olarak anayasanın bize verdiği demokratik hakları kullanarak yüksek sesle sevdiklerimizin akıbetlerini soruyoruz ve mezarlarını istiyoruz. 2011 yılında başbakanlık görevi sırasında Recep Tayyip Erdoğan, Cumartesi Anneleri’ni Dolmabahçe ofisinde kabul ederek, ‘Sizin sorununuz benim sorunumdur’ diyerek Cumartesi Anneleri’nin haklı taleplerinin karşılayacağı sözünü vermiştir. Fakat, cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin eski içişleri bakanı Süleyman Soylu 2018 yılında bizi ve kayıplarımızı hedef alarak anneleri terörist olarak ilan etmiş ve ‘O kaybedilenler Eminönü’nde mendil satarken kaybedilmediler’ diyerek gözaltında kaybetmenin bir devlet politikası olduğunu kabul etmiştir.

FAİLLERİN YARGILANMASINI İSTEDİK: 699 hafta demokratik haklarımızı kullanarak Galatasaray Meydanında oturduk. Kayıplarımızın akıbetini sorduk. Faillerinin yargılanmasını istedik. Bu oturmaların yaklaşık son 2 yılında polis bizim güvenliğimizi de aldı. Fakat 28 Ağustos 2018’de, 700. Hafta oturmamız yine İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun isteği ve Beyoğlu Kaymakamlığı’nın emriyle yasaklandı. Çok sert polis şiddeti ile engellendi. 46 kayıp yakını ve insan hakları savunucusu gözaltına alındı ve haklarında dava açıldı. O günden bugüne kadar Galatasaray Meydanı çelik bariyerlerle “kamu güvenliğini sağlamak adına” 7/24 abluka altına alınmış, Cumartesi Anneleri’ne ve İstanbullulara kapatılmış, adeta bir karakol haline getirilmiştir. Peki soruyorum, 699 hafta Cumartesi Anneleri’nin demokratik haklarını kullandığı için izin veren Beyoğlu Kaymakamı kamu güvenliğini bozmak için mi izin verdi? Yani, suç mu işledi? Bizi koruyan, güvenliğimizi alan polis de suç mu işledi?

ÜLKENİN VİCDANI HALİNE GELDİ: Peki neden 700. hafta ve sonrasında engellendik?1995’ten 2018’e kadar olan zaman içinde Galatasaray Meydanı bizim için bir hafıza mekânı haline geldi. Sevdiklerimizin mezar yerleri olmadığı için, Galatasaray Meydanı’nı bizim mezarlığımız gibi gördük. Zamanla Cumartesi Anneleri’nin hak ve adalet mücadelesi, ülkenin vicdanı haline geldi. Bu görüntü ülke sınırlarını aşınca cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi bundan rahatsız oldu. Bu nedenle Galatasaray Meydanı kapatılarak, Cumartesi Anneleri’nin basın açıklamaları yasaklanarak gözaltında kaybetme politikasının gündemden düşürülmesi kaybedilenlerin unutturulması Cumartesi Anneleri’nin hak ve adalet mücadelesinin bastırılması hedeflendi. Oysa bizim yaptığımız anayasanın bize verdiği demokratik haklarımızı kullanarak kamu düzenini bozmadan, şiddet kullanmadan, slogan atmadan son derece barışçıl bir şekilde kayıplarımızın akıbetini sormaktı. 700. haftadan sonra bunu İnsan Hakları Derneği önünde yapmaya devam ettik. Asla vazgeçmek gibi bir niyetimiz yok. 700. haftada gözaltına alınan 1995 yılında kaybedilen Hasan Ocak’ın kardeşi Maside Ocak ve İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi Başkanı Gülseren Yoleri bireysel başvuru hakkını kullanarak Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlaline uğradığımıza dair verdiği kararın haklılığı ile – ki biz bunu zaten biliyorduk- 8 Nisan 2023’te 941. Haftamızda tekrar Galatasaray Meydanına çıktık. Ancak çevremiz kalkanlı polisler tarafından sarıldı. Avukatlarımız Anayasa Mahkemesi kararını göstermesine rağmen demokratik haklarımız engellendi. Dağılmamız için bir uyarı yapılmadı, hiç direnmedik, gözaltına alındık. Gözaltına alınırken zaman zaman kelepçelendik, darp edildik, araç içerisinde havasız ortamda saatlerce bekletilerek kötü muameleye maruz bırakıldık.

GÖZALTI SÜRECİ: 29 hafta her cumartesi günü İstiklal Caddesi’nde Galatasaray Meydanı yakınlarında, görüldüğümüz yerde çevremiz sarıldı ve gözaltına alındık. Her hafta anayasal hakkımızı kullandığımızı söylesek de Anayasa Mahkemesi kararını göstersek de suç işlediklerini söylesek de hiçbir direnç göstermediğimiz halde kelepçelenerek gözaltına alındık. Gözaltına alınırken önce çevremiz kalkanlarla çevriliyor sonrasında bazı haftalarda dağılın anonsu yapılıyor koridor açın dağılalım dediğimiz halde asla dağılmamız için koridor açılmıyordu. Derhal gözaltı aracı çağırılıyor ve koridor gözaltı aracının kapısına doğru açılıyordu. Emniyete gitmeden önce ve ifade sonrasında sağlık kontrolünden geçirilmek üzere devlet hastanelerinin çoğunda adli birim olmadığı için acil servislerine götürüldük. Acil hastalar bekletilerek bizim sağlık kontrollerimiz yapıldı. Hastanelerde polis eşliğinde hastaların arasında beklemek benim için son derece onur kırıcı bir davranıştı. Ayrıca acil hastaları bekletmek son derece sakıncalı ve insanlık dışı bir davranıştır.
Bugün burada bulunmamızın nedeni 950. Hafta buluşmasına ilişkin. 10.06.2023 tarihindeki 950. Hafta buluşmamıza ben biraz geç kaldığım için arkadaşlarımın yanına ulaşamadım. Kalkanlı polislerden oluşan çift sıra bariyer oluşmuştu. Bu bariyer öyle geniş tutulmuştu ki İstiklal Caddesi’nde insanlar ancak tek sıra halinde yürüyebiliyordu. Ben de dışarıda kalan arkadaşlarımla birlikte gözaltına alınan arkadaşlarımı bekledim. Onlar araca bindirilip götürülene kadar oradan ayrılmadım. Bir kayıp yakını olarak hem orada olamamak hem de arkadaşlarımın gördüğü haksız muameleye tanık olmak psikolojik bir işkenceydi. “Bu insanlar ne yapıyor ki? Sadece kaybedilen yakınlarının akıbetini soruyor, evlatlarının mezarlarını istiyorlar.” diyerek yanımda olan arkadaşım Mukaddes Şamiloğlu ile ona ilaç almak ve sonrasında da İnsan Hakları Derneği’ne gitmek üzere İstiklal Caddesi’nde yürümeye başladık. Sanırım bir kayıp yakını olduğum için olsa gerek basın bizim önümüze geçip fotoğraf çekmeye başlayınca arkadan “alın onları” diyen bir ses duydum. Anında çevremiz sivil polislerce çevrildi. Mukaddes Şamiloğlu kalp hastası ve ilaç alması gerekiyordu. Arkadaşımın kalp hastası olduğunu ilaç alması gerektiğini gözaltına alınması halinde kendileri için de istenmeyen şeyler olabileceğini söyleyip “Beni alın ama onu bırakın.” dediğim halde ikimizi de bir araca bindirip diğer arkadaşlarımızın yanına Eyüp Devlet Hastanesi’ne sağlık kontrolüne oradan da hep birlikte ifade için Vatan Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldük. Biz iddianamede belirtilen 2911 sayılı toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanununun 32/1 maddesine aykırı bir davranışta bulunmadık.
941. haftada aynı eyleme kovuşturmaya yer yok kararı veren cumhuriyet savcısı Erol Çelik’in 950. Hafta için dava açmış olması adaletin kendisi ile çelişmektedir.

ERDOĞAN İLE GÖRÜŞME SÜRECİ: Ayrıca aynı gün (10 Haziran 2023) UEFA şampiyonlar ligi maçı İstanbul’da yapılacaktı. Maç gerekçe gösterilerek 950. Hafta açıklamamız yasaklandı. Biz serbest bırakıldıktan sonra İstiklal Caddesi’ne geldiğimizde karşılaştığımız manzara bir çifte standart niteliğindeydi. Taraftarların taşkınlıklarını, küfürleşmelerini, meşalelerden çıkan dumanla ortamı göz gözü görmeyecek hale getirmelerini çevredeki sayısız resmi ve sivil polis bir günlük etkinlik yasağına rağmen müdahale etmeden sadece seyrediyordu. Biz neden sadece basın açıklamamızı okuyup dağılamadık? Adalet herkes için değil mi? Biz bu adalet sistemi içinde her hafta gözaltına alınmaya devam ederken 28. Haftamızdan sonra yeni İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya ‘Cumartesi Anneleri’nin mağduriyetini gidereceğiz’ diyerek bir açıklama yaptı. Bu açıklamadan sonra İstanbul Valiliği’nin davetiyle 3 kez müzakere yaptık. Müzekareler sonucunda Galatasaray’da 10 kişi ile kısıtlı olarak basın açıklaması yapılması konusunda uzlaştık. 11 Kasım 2023 tarihinden itibaren çelik bariyerlerin önünde 10 kişi sınırlamasıyla basın açıklamalarımızı yapıyoruz. Biz 950. haftamızda da aynı şeyi yapmak istemiştik. Dolayısıyla bugün nasıl suç işlemiyorsak 10 Haziran 2023 tarihinde de önceki ve sonraki haftalarda da suç işlemedik. Buna göre;
Başbakanlığı döneminde ‘Sizin sorununuz benim sorunumdur’ diyerek Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde gözaltında kaybedilen Cemil Kırbayır için alt komisyon açılmasını sağlayan bugünün Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan suç mu işlemiştir?

SEVDİKLERİMİZ BİZDEN ALINDI: Öyleyse yargılanması gerekenler demokratik haklarımızı kullanmak isteyen bizler değil Anayasa Mahkemesi kararını ve kanunları yok sayarak her hafta yasaklama kararı alan kaymakam ve bizi her hafta gözaltına alan kamu görevlileridir.
İstanbul Valisi Davut Gül “Bu kaybedilenler bizim zamanımızda kaybedilmedi.” diyerek abim Hayrettin Eren ve tüm kayıplarımızın kaybedilmesinden geçmiş dönem hükümetlerini sorumlu tuttu ve devlet eliyle kaybedilmiş olduklarına da vurgu yapmış oldu. Bu durumda, bizim 43 yıllık mücadelemizin haklılığını da beyan ediyor. Öyleyse devlette devamlılık esastır. Sevdiklerimiz bizden alınarak bize büyük bir acı yaşatıldı. Bu acı devletin tüm başvurularımıza “biz de yok” cevabı vermesiyle, savcıların sevdiklerimizle ilgili hakikati etkili bir şekilde soruşturmamasıyla daha da derinleşti. Şimdi ise sevdiklerimizle ilgili hakikat talebini dillendirdiğimiz için biz yargılanıyoruz. Bu durum yaşadığımız acı ve ıstırabı daha da arttırıyor. Abim Hayrettin Eren ve tüm kayıplarımızın yaşam haklarını elinden alan ve insanlık suçu işleyen faillerin yargılanması gerekmez mi? Burada bizim değil de onların olması gerekmez mi? Sonuç olarak bizler 1995 yılında beri kayıplarımızın akıbetini sormak için Galatasaray Meydanında buluşmaktayız. Bu eylemlerin suç oluşturduğunu düşünmüyorum. Bizler bu alana var olduğumuz sürece çıkmaya devam edeceğiz.”

Eren’in yaptığı savunmanın ardından hakim, daha büyük bir salona geçmek için 13.30’a kadar ara verdi.

HAKİM: SORUNLARINIZA SAYGI GÖSTERİYORUZ AMA ÇÖZÜM MERCİ BURASI DEĞİL

İkbal Eren’in ardından savunmasını yapmak üzere Ali Ocak, sanık kürsüsüne geçti. Savcılık tarafından hazırlanan iddianamede “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na muhalefet” suçlamasıyla ilgili savunma yapılmasını isteyen hakim, “Sizin sorunlarınızı biliyoruz. Ona saygı da duyuyoruz. Burası sizin sorunlarını çözecek merci değil” dedi. Kayıp yakınları ise, “Biz, neden burada olduğumuzu anlatmak istiyoruz” dedi.

Savunmasına başlayan Ali Ocak, şunları söyledi:

“21 Mart 1995'te gözaltına alındıktan sonra kaybedilen Hasan Ocak'ın abisiyim. Kendi çabamızla Hasan'dan haber alamadığımız 57 günün ardından, 17 Mayıs 1995'te Adli Tıp kayıtlarından, Hasan'ın işkenceyle öldürülüp Beykoz ormanlığına atıldığını, ardından resmi kurumlara başvurularımıza ve basında günlerce yer almasına rağmen kimliği gizlenerek kimsesizler mezarlığına gömüldüğünün belgelerine ulaştık. O günden beri hakikatin açığa çıkartılması, sorumluların yargılanıp cezalandırılması için adalet arıyoruz. Hakikat ve adalet arama çalışmalarımızdan biri de her hafta cumartesi günü saat on ikide, gözaltında kaybedilenlerin aileleri ve insan hakları savunucularıyla Galatasaray Lisesi önünde bir gözaltında kaybedileni tanıtarak basın açıklaması yapmaktı. Etkinliklerimiz yaklaşık 24 yıl şiddet içermeksizin sürdü.

ÖNÜMÜZ KESİLDİ: 25.8.2018 tarihli Galatasaray'daki 700. açıklamamız haber verilmeksizin ani bir kararla yasaklandı. Darp edilerek 46 kişi gözaltına alındık. Açıklama yapma hakkımızın engellenmesini ve hukuksuz olarak gözaltına alınmamızı mahkemelere taşıyarak dava açtık. Anayasa Mahkemesi 16.11.2022 tarihli kararıyla, toplanma hakkımızın engellenmesinin ve gözaltına alınmamızın hak ihlali olduğuna karar verdi; kararı başta Beyoğlu Kaymakamlığı olmak üzere yetkililere de göndererek tekrar bir ihlalin yaşanmaması için önlem alınmasını istedik. Bizler de Anayasa Mahkemesi kararıyla güvence altına alınan demokratik hakkımızı kullanmak için 15 Nisan 2023 tarihinden itibaren tekrar Galatasaray Lisesi önünde açıklama yapma girişiminde bulunduk. Hepimiz daha açıklama yapacağımız yere varmadan önümüz kesilerek ablukaya alındık. Formalite gereği dağılmamız için anons yapıldı. Fakat dağılmamız da engellenip, kelepçelenerek gözaltına alındık. Bu uygulama, İçişleri Bakanı'nın 'Cumartesi Annelerinin mağduriyetini gidereceğiz' açıklamasını yaptığı Kasım 2023 tarihine kadar, 29 hafta boyunca sürdü. Hemen her hafta için hakkımızda bir dava açılmak istendi. Açılan davaların hemen hepsi soruşturmaya yer olmadığına karar verilerek sonlandırıldı. Ne biz orada bir suç işledik, ne de orada bulunmamız bir suç teşkil eder. Bunlar bilinmeyen ve ulaşılamayan veriler değil. Emsal oluşturulması ve herkesçe de dikkate alınması gereken yaşanmış olaylardır” ifadelerini kullandı.

KANUNA AYKIRI GÖSTERİ YAPMADIK: 950. hafta için hakkımızda hazırlanan iddianame asla gerçeklerle bağdaşmamaktadır. Çünkü biz kanuna aykırı toplantı ve gösteri' yapmadık. Anayasa ve Anayasa Mahkemesi tarafından güvence altına alınan hakkımızı kullanmak istedik. Toplanmamız bir yana, daha toplanacağımız yere varmadan ablukaya alınarak hakaret ve baskılara maruz bırakıldık. Kendi rızamızla dağılmamamız güvenlik güçlerince engellendi. Ablukadan çıkmamıza tek bir yol açıldı, o yol da kelepçelenerek gözaltı aracına bindirilmemiz oldu. Bu gerçeklere o günkü kamera kayıtlarıyla rahatlıkla ulaşılması mümkünken iddianameyle bizi suçlamaya dönüştürülmesini kabul etmiyorum. Davanın sonlandırılarak beraatime karar verilmesini talep ediyorum.

‘GERÇEK SANIKLARIN BURADA OĞLUMA NELER YAPTIKLARINI DİNLEMEK İSTERDİM’

Savunma yapan Hanife Yıldız, “29 yıldır adalet bekledim. Ben sanık olmak değil, gerçek sanıkların benim oğluma ne yaptıklarını dinlemek isterdim. Anayasal hakkımı kullanmak istedim. Bizim çemberden çıkmamıza da izin vermediler. Gözaltına aldılar. Bu benim en temel hakkım. 1995’ten beri oğlumun akıbetini sormak için meydana gidiyoruz” dedi.

Hanife Yıldız’ın ardından sanık kürsüsünde savunma yakan kayıp yakınlarından Hasan Karakoç, savunmasında şunları söyledi:

CEVAP YOK: Ben 15 Şubat 1995 yılında gözaltında kaybedilen Rıdvan Karakoç'un kardeşiyim. Yargılamama neden olan Cumartesi Annelerinin Galatasaray'daki kayıplar mücadelesinin 950. buluşmasına katılmak istememdir. O nedenle savunmama neden Galatasaray'da olduğumu anlatarak başlayayım. Ağabeyim ile iletişimimiz kesildikten sonra ilgili tüm mercilere başvuru yaptık ama sonuç alamadık. Başvurduğumuz devletin tüm kurumları bizde yok cevabı verdi. 110 gün süren ısrarlı bir arayıştan sonra tamamen bir tesadüf sonucunda ağabeyimin ağır işkence ile öldürülmüş cansız bedenine Altınşehir kimsesizler mezarlığında ulaştık. Biz her yerde ağabeyimi ararken onun cansız bedeni savcılık dahil tüm resmi kurumlardan geçmiş, günlerce adli tıp kurumunda bekletilmiş ve onu arayan bizlere haber verilmeden kimliği meçhul kişi olarak kimsesizler mezarlığına defnedilmiş. Beykoz Savcılığı 29 yıldır süratle etkili ve adil bir soruşturma yürütmedi. Savcılık olayı aydınlatmada ve sorunları tespit etme de gerekli adımları atmadı, suçun failleri mahkemeler önüne çıkarılmadı. Ağabeyimin dosyası 29 yıldır Beykoz Adliyesi'nin tozlu laflarında bekletiliyor. Annem Asiye Karakoç Galatasaray meydanına ilk çıkan Cumartesi Annelerinden birisidir.

OĞLUNUN FOTOĞRAFIYLA ÇIKTI: Annem yaşadığı adaletsizlik karşısında başvurduğu hiçbir yerden sonuç alamadı, oğlunun başına gelenleri öğrenemedi, oğluna bunları yapanların yargılayıp cezalandırıldığını göremedi. Çünkü devlet benim annemi görmedi, duymadı, onu vatandaş saymadı. O da Galatasaray Galatasaray Meydanına oğlunun fotoğrafları ile çıktı. Kamuoyunun ve devleti yönetenlerin kendisini ve oğlunu görmesini, duymasını istedi. Biz kayıp yakınları devletin tüm kapıları bize kapatıldığı için Galatasaray'a çıkmak zorunda kaldık. Annem son nefesini abimin adıyla verdi. Ağabeyim için adalet talebi annemden bana mirastır. Biz ne etkin bir soruşturma yapılsın, ağabeyimin başına gelenler tam olarak açıklansın, ağabeyimi işkenceyle öldürüp kaybedenler mahkemelerin önünde yargılansın ve hak ettiği cezayı alsın istiyoruz. Bunu yapmak zaten devletin, savcıların ve mahkemesinin görevi değil mi?

BİZ OTURMAYA BAŞLADIĞIMIZDA KAYBEDİLEN SAYISI AZALDI: Biz Galatasaray'da oturmaya başlamadan önce her yıl yüzlerce insan gözaltında kaybediyordu. İnsanlar resmi ve sivil giyimli silahlı güçler tarafından ailelerinin gözü önünde alıp gözaltında kaybediliyordu. Biz Galatasaray'da oturmaya başladığımızda ise kaybedilen insan sayısı da hızla düştü ve sonunda gözaltında kaybetme suçunda büyük bir azalma oldu. Bu eylem sayesinde binlerce insan kaybedilemedi, hayatta kaldılar, binlerce insan hayatını bu eyleme borçlu. Bu durum bizim eylemimizin ne kadar haklı ve yerinde bir eylem olduğunun kanıtıdır. Biz Galatasaray'a 699 hafta oturduk, kaybedenler ve onların zihniyetinde olanlar dışında kimseye rahatsızlık vermedik bizden kaynaklanan hiçbir sorun yaşanmadı. Ancak 2018 yılında etkinliklerimiz yasaklandı ve o tarihten sonra tüm etkinliklerimize müdahale edildi. Şimdi ben ve arkadaşlarım 950. haftaya katıldığımız için suçlanıyoruz. 2018 yılında etkinliğimize yapılan müdahalenin haksızlığı Anayasa mahkemesi kararıyla ortaya konulmuştur.

BİZE DAĞILMA HAKKI TANINMADI: Biz bu Anayasa Mahkemesi kararından sonra yeniden 08.04.2023 tarihinde Galatasaray Meydanına çıkmak istedik ancak 29 hafta boyunca polis müdahalesiyle gözaltına alındık. Ben hiçbir suç işlemedim. Vatandaş olarak yargının da korumak zorunda olduğu barışçıl toplanma hakkımı kullandım. Bu hakkımı kullanmam yasaklandı. Galatasaray Meydanına gitmek isterken bir anda etrafımız kalkanlarla çevrildi, bize dağılma imkânı sağlanmadı. Direnmediğim halde bileklerimde iz bırakacak şekilde sıkıca kelepçe takıldı. Soruyorum Anayasa Mahkemesi kararlarına uyulmasını istemek suç mu? Barışçıl toplanma hakkı anayasanın korunmasında değil mi? Ben bir vatandaş olarak anayasal hakkımı kullanamaz mıyım? Ben ağabeyim için, tüm kayıplar için adalet istedim. Bağımsız ve tarafsız bir yargı istedim. Bunları istemek suç mu? Eğer değilse bu davada yargılananlar derhal beraat etmeliler. Yok eğer bunları istediğim için cezalandırılacaksam da yine kayıplarımız için adalet istemekten vazgeçmeyeceğim. Sizlere soruyorum. Biz mi yargılanmalıyız, yoksa bizi orada işkence ile gözaltına alanlar mı? Biz mi yargılanmalıyız, yoksa bize o alanı yasaklayanlar mı? Biz mi yargılanmalıyız, yoksa yakınlarımızı kaybedenler mi. Bize istediğiniz cezayı verin. Bu mücadeleden vazgeçmeyeceğiz. Ben şahsen Bin yılda geçse o alanda olacağım ve bu insanlık suçuna karşı mücadele ediyor olacağım... Suçlu olan bizler değil, bizlere bu zulmü yaşatanlardır.

Kayıp yakınlarından Mikail Kırbayır, yaptığı savunmada şunları söyledi:

OYALAMA SÜRECİ: 43 yıldır devletin gözetimi altında katledilen 26 yaşındaki kardeşim Cemil Kırbayır’ın akıbetinin açığa çıkarılması için bir taraftan davacı olarak hukuk mücadelesi verirken diğer taraftan, ne hazindir ki, aynı konudan ötürü sanık sıfatıyla karşınızda bulunuyorum. Burada, yaşadığımız gözaltında kaybetme gerçeğini açıklamak isterim. 12 Eylül 1980 tarihinde cuntacı 5 generalin ülke yönetimine el koyması sonucu kardeşim Cemil Kırbayır 13 Eylül 1980 tarihinde devletin güvenlik güçleri tarafından, hepimizin şahitliğinde, evimizden alınmıştır. 9. Kolordu Sıhhi Yönetim Komutanlığı’na bağlı Kars Askeri Cezaevi’nde gözetim altında iken 8 Ekim 1980 tarihinde emniyet güçleri tarafından bu gözetim evinden alınarak Dede Korkut Eğitim Enstitüsü denilen sorgulama yerine götürülmüştür. Burada, sorgulama esnasında, yine devletin resmi görevlilerince ağır işkence görmüş ve yargısız infaz edilmiştir. Kardeşimin yaşam hakkının elinden alınması yetmediği gibi, bu devlete 48 ay askerlik yapan, vergisini veren, oyunu kullanan, fırın emekçisi babamız İsmail Kırbayır’ın da 26 yaşındaki oğlunun tabutunun altına girme hakkı elinden alınmıştır. Bu da yetmezmiş gibi, yemeyip yediren, içmeyip içiren, 9 ay karnında gezdiren anamız Berfo Kırbayır’ın da evladının mezarına gidip göz yaşı dökme hakkı elinden alınmıştır.

MAHKEME HEYETİNE: Bu ihlaller de yetmemiştir. Malumunuzdur ki, ölüsü olana başsağlığı dilenmesi geleneklerimizin bir parçasıdır. Oysa ki bugün heyetinizi teşkil eden herhangi bir hakim bana 'Başın sağ olsun' bile diyemez. Zira ortada bir ceset bile yoktur. Dolayısıyla, sizin ve diğer insanların da toplumsal kurallara riayet ederek ailemize başsağlığı dileme hakkınız elinizden alınmıştır. Tüm bu işlenen insanlık suçlarından dolayı verdiğimiz mücadele sonucu konu TBMM’ye taşınmıştır. Mecliste Prof. Zafer Üskül başkanlığında parlamenterlerden oluşturulan insan hakları komisyonu, yurtiçinde ve yurtdışında yaşayıp 30 yıldan bu yana birbirlerinden habersiz olan tanıkları dinlemiştir. Yapılan titiz araştırma sonucu; kardeşim Cemil Kırbayır’ın 8 Ekim 1980 tarihinde sorgu esnasında, resmi görevlilerce, işkence edilmek suretiyle, öldürüldüğü ve cesedinin de aynı kişilerce kaybedildiği ortaya çıkmıştır. Dosya üzerine 350 sayfalık rapor hazırlanmış ve bu rapor Genel Kurul’dan geçtikten sonra Adalet Bakanlığı aracılığıyla, suç duyurusu niteliğinde, Kars Cumhuriyet Başsavcılığı’na gönderilmiştir. Bu makam ise, bir iddianame dahi hazırlama lütfunda bulunmayarak kardeşimin katillerini adeta koruyup kollamıştır. Böylece zamanın geçmesi sağlanmış; tıpkı kardeşimin yaşam hakkının işkence sonucu elinden alınışına dair başlattığımız davanın zaman aşımına uğratılması gibi, Kars Cumhuriyet Başsavcılığı’nın eylemsizliği sebebiyle zamanaşımı engeli tekrar karşımıza çıkarılmıştır.

34’NCÜ MADDE: Bu hukuksal olumsuzluklara karşı, elbette, öncelikle adli makamlara başvurarak adaleti aradım. Aradığım adaleti, olması gereken adreste, yani adli makamlar aracılığıyla bulamadığım için, çareyi, diğer gözaltında kayıp yakınlarıyla Galatasaray Meydanı’nda bir araya gelerek olup biteni kamuoyuyla paylaşmakta buldum. Bu durum 700. haftamıza kadar çeşitli müdahalelerle devam etti. 700. haftamızdan sonra, ne hikmetse, dönemin İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun talimatıyla Beyoğlu Kaymakamlığı, Anayasamızın 34. Maddesiyle ve şu cümlelerle güvence altına alınan barışçıl gösteri düzenleme hakkımıza müdahale etti: ‘Herkes önceden izin almadan silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir.’ Bu hakkımız, bildiğiniz üzere, demokratik toplumda korunması zorunlu temel haklar arasındadır ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin de 10. ve 11. maddeleri ile güvence altına alınmıştır.

MEYDANA VARMADAN GÖZALTINA ALINDIK: Bütün bu koruyucu yasal düzenlemelere rağmen verilen yasaklar hukuki dayanaktan yoksundur; kurumları zaafiyete uğratmaktadır ve kurumlar kanunsuz uygulamalarını memurlar eliyle yerine getirmektedir. 950. haftamızda da, tam 28 yıldır her Cumartesi günü adli makamlarda bulamadığımız adaleti talep etmek amacıyla bir araya geldiğimiz Galatasaray Meydanı’na henüz varmadan, aynı hukuki dayanaktan yoksun uygulamalarla, kolluk tarafından önümüz kesilmiştir. Netice itibariyle, abluka altına alınmak suretiyle dağılmamıza dahi müsaade edilmemiş; kelepçelenerek gözaltı yapılmıştır. Tam 43 senedir kardeşim Cemil Kırbayır için adli makamlar nezdinde adalet arıyorum. Beni 43 yıldır davacı sıfatıyla etkili şekilde dinlemeyen, adalete erişimimi engelleyen adli sistemin beni her seferinde sanıklaştırabilmesini Türkiye’deki adaletsizliğin kara mizahı olarak değerlendirdiğim için huzurunuza çıkıp dinlendiğimi gördüğüm bu fırsatı da kardeşim için adalet talep etmek suretiyle değerlendirmek istedim. Beni duyduysanız dinlediğiniz için teşekkür ederim.

Maside Ocak’ın savunmasının tam metni ise şöyle:

KİMLİĞİ MEÇHUL KİŞİ: Gözaltında kaybedilen Hasan Ocak’ın kardeşiyim. Abim atama bekleyen bir ilkokul öğretmeniydi. Abim 21 Mart 1995'de, saat 15.00 civarı annemi arayarak ablamın doğum günü kutlaması için balık ve pasta alıp eve geleceğini söylemiş. Hepimiz evde toplanıp kutlama yapmak için abimi bekledik ama abim evimize hiç dönemedi. Evimizde bir daha doğum günü kutlanamadı. Beyazıt’ta işlettiği çay ocağından çıktıktan sonra onu bir daha gören olmadı. Abim eve gelmeyince Hastanelere, karakollara gittik. Bizde yok dediler. Başvurmadığımız merci, görüşmediğimiz yetkili kalmadı. Oysa tutulduğu Vatan Emniyet Müdürlüğü’nde abimi gören tanıklar vardı. Listelerde ismini okuyanlar vardı ancak bizde yok yanıtı değişmiyordu. Vali Kozakçıoğlu’ndan, İçişleri Bakanı Nahit Menteşe’ye yetkililer abimin aranan şahıs olmadığını söyleyip, abimle ilgili ‘iyi bir çocukmuş’ diyerek gazetecilere beyanat veriyordu. Biz her yerde abimi ararken, abimin cansız bedeni gözaltına alındıktan 5 gün sonra Beykoz Buzhane köyü Dedeler mevkiinde köylüler tarafından bulunmuş. Jandarmaya haber vermişler. Olay yeri tutanağı hazırlayan Jandarma, abimin üzerinde kimliğinin, kemerinin, ayakkabı bağcıklarını, saatinin olmadığını; ellerinde parmak izi alınırken kullanılan mürekkep lekeleri olduğunu yazmış. Cansız bedeni Beykoz Adliyesine taşınmış. Burada parmak izi alınıp karşılaştırmaya gönderilmiş ama her nedense eşleştirilememiş. Otopsi raporunda ölüm nedeni tel veya iple boğulma olsa bile, vücudundaki işkence izleri bir bir yazılmış rapora. Bütün bunlar bizden gizlenerek yapılmış ve abim kimliği meçhul kişi olarak kimsesizler mezarlığına gömülmüş.

KİMSESİZLER MEZARLIĞI: Biz abimi adli tıpta çekilen fotoğraflardan 58 gün sonra bulabildik. Gördüğümüz fotoğraflar dehşet vericiydi. İnsan sevdiğinin gülen yüzüne bakmaya kıyamazken, biz evladımız, kardeşimizin parçalanmış yüzünün fotoğraflarını gördük. Abimi arama sürecinde abimden önce gözaltında kaybedilen insanların aileleriyle birlikteydik. Abimi Kimsesizler Mezarlığı’ndan çıkarmamızın ardından, gözaltında kaybedilen yakınlarının akıbetinin açıklanması ve cenazesine ulaşılan çocuklarının/yakınlarının faillerinin bulunması ve yargı önüne çıkartılması amacı ile; Ocak, Toraman, Gülünay, Karakoç, Bilgin aileleri ve insan hakları savunucuları olarak, 27 Mayıs 1995 günü Galatasaray  meydanında oturmaya başladık.

Onyıllardır biz kayıp yakınlarının sevdiklerimizle ilgili hakikate ulaşma, onların en azından bir mezarı olması ve adalet talebimiz hep karşılıksız bırakıldı. Uluslararası hukukta insanlığa karşı suç olarak kabul edilen gözaltında kaybetme suçunun, bizim ülkemizde binlerce kez işlenmesine rağmen, suçluların cezasız bırakılmasıyla baş başa kaldık. Biz kayıp yakınlarını mezarsızlık ve cezasızlık düğümünün içinde bırakan herkes evrensel hukuka göre suçludur. Galatasaray Meydanında bir araya geldiğimizde her birimiz büyük bir umutsuzluğun, belirsizliğin ve boşluğun içindeydik. Çünkü ‘kayıp’ dediğimiz şey sadece ‘bir insanın kaybedilmesi demek’ değil. Geride kalanın yas sürecinin tamamlanmamasından dolayı bir belirsizlik içerisinde kalıp o belirsizliğin büyüttüğü boşluktaki umutsuzlukla baş başa kalması demektir. Bizim yasımız sadece cumartesi değil. Üç kuşaktır kayıp yakınları yasın bitirilmesi ve adaletin sağlanması için sesini duyurmaya çalışıyor. Siz savcılar, hakimler, yargı makamları neden bizim sesimizi hiç duymadınız? Bu ülkede hâlâ bulunmayı bekleyen bini aşkın gözaltında kayıp var. Soruyorum size, bugüne kadar kayıplarımızla ilgili soruşturma, kovuşturma ve kaybedenlerin yargılanması için neden harekete geçmediniz.
699 hafta boyunca Galatasaray Meydanı’nda gerçekleştirdiğimiz barışçıl buluşmalarımız 700. haftamızdan itibaren engellendi.

Biz emir komuta zinciri içinde devlet yetkilileri tarafından her birimizde ve toplumda açılan yaraları Galatasaray Meydanı'nda diz dize oturarak anlatmaya çalışan insanlarız. Ortada bir istismar varsa, kaybedenlerle kol kola dolaşarak onların dokunulmaz kılınmasıdır. Ortada bir kandırmaca varsa neredeyse 29 yıldır değişen 17 hükümetin kayıplarımızla ilgili sözler vermesine rağmen taleplerimizi yerine getirmemesidir.

25 Ağustos 2018'den sonra Galatasaray Meydanı, demir bariyerler ve zırhlı araçlarla çevrilerek polislerin beklediği ve araçlarını park ettiği bir alana dönüştürüldü. 700. haftamızdan sonra Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) yaptığım başvuru üzerine Anayasa Mahkemesi, 16.11.2022 tarihli kararı ile Anayasanın 34.maddesinde düzenlenen toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının ihlal edildiğine karar verdi. Karar 23 Şubat 2023 tarihli Resmi Gazete de yayımlandı.

BARIŞÇIL BİR EYLEM: Anayasa Mahkemesi, kararında şöyle diyordu; ‘25. Öte yandan idare, bildirimin amacının anılan hakkın etkin bir şekilde kullanılması için yetkililere makul ve uygun tedbir alma imkânı sağlamak olduğunu da gözetmemiştir. Nitekim yapılmak istenen etkinlik, yaklaşık yirmi dört yıl boyunca belirli zaman ve yerde yapılmakta olup idarenin bu etkinliğin yapılacağına ilişkin olarak önceden bilgisi olmadığı söylenemez. Barışçıl bir eylem söz konusu olduğunda ise idarenin -somut olayın koşullarına göre toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının etkin kullanımını sağlamaya yönelik pozitif yükümlülükleri gereği- toplantının gerçekleştirilmesi için tedbir alması gerekirken otomatik olarak yasaklama yoluna gittiği görülmüştür. Nitekim idare, yasaklama kararında kamu düzeni bozulması, bozulma tehlikesi veya başkalarının haklarının korunması gerekliliği gibi zorlayıcı şartlar olduğunu ortaya koymamıştır. İzah edilen sebeplerle idarenin etkinliği yasaklama kararı için dayanak gerekçelerinin haklı ve ikna edici olduğu söylenemez.’ 26.Diğer yandan başvurucunun da içinde yer aldığı grubun kaybolan yakınlarının bulunması ve kamuoyunda farkındalık yaratılması amacına yönelik oturma eylemi ve basın açıklaması yapmak istemesi demokratik bir toplumda saygı ile karşılanmalıdır.’ Bu saptamaların sadece 700. haftayla sınırlı olmadığı, süreklilik içeren oturma eyleminin her hafta yenilenmesinde de geçerli olduğuna şüphe yoktur. Nitekim, söz konusu kararın hüküm fıkrasının C bendinde ‘Kararın bir örneğinin yeni ihlallerin önlenmesi için Beyoğlu Kaymakamlığına gönderilmesine’ ifadelerine de yer verilmiştir. Bu ifade, Cumartesi anneleri toplantısını engellememe konusunda İçişleri Bakanlığına ve Beyoğlu Kaymakamlığı’na açık bir ödev yüklemektedir. Anayasa’nın 153. maddesi uyarınca Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.

AYM BAŞVURUSU: Anayasa Mahkemesi’nin kararlarından sonra İHD İstanbul Şubesi ve kayıp yakınları olarak, Anayasa Mahkemesinin verdiği kararı da ekleyerek İstanbul Valiliği'ne ve Beyoğlu Kaymakamlığı'na yazılı olarak başvuru yaptık. Polis barikatları ve kolluk kuvvetleri marifetiyle kapalı halde tutulan Galatasaray Meydanı'nın açılarak eyleme izin verilmesi talebinde bulunduk. Ve Anayasa Mahkemesi kararları uygulansın diyerek ilk kez 8 Nisan 2023 tarihinde 941. hafta buluşması için Galatasaray Meydanı'nda bir araya geldik.
Cumartesi Anneleri ve Cumartesi İnsanları olarak 29 hafta boyunca Galatasaray Meydanı çevresinde, İstiklal Caddesi üzerinde etrafımız kalkanlı polisler tarafından kuşatılıp hiçbir şekilde direnmememize rağmen ters kelepçe takılarak, zor kullanılarak, işkence ve kötü muameleye maruz bırakılarak gözaltına alındık. Dağılmamız yönünde anons yapılırken, dağılmamız için açılan koridor sadece polis aracına biniş yönünde oldu. Bu 29 haftanın 28 haftası ile ilgili ‘kovuşturmaya yer olmadığı" kararı verildi. 941. haftamızda ‘2911 sayılı Kanun kapsamında müsnet suçun yasal unsurlarının oluştuğuna dair kamu davası açılabilmesi için yeterli delilin elde edilemediğinin anlaşılmasına, şüpheliler hakkında ‘kovuşturmaya yer olmadığına’ karar veren savcı Erol Çelik, 950. haftamız için iddianame hazırlamış, işte bu yüzden mahkeme heyeti karşısındayız. Bu davayla birlikte, AYM'nin hak olarak gördüğünü, savcılığın suç saymasına da tanık olduk. AYM kararları herkesi bağlar ve AYM kararlarına uyularak Galatasaray Meydanı'nın açılması gerektiğini hatırlatmak için 10.06.2023 tarihinde Galatasaray Meydanı'na gitmek istedim. Elimde sadece kayıplarımız için Galatasaray'a bırakmak üzere karanfil vardı. Kalkanlı polisler tarafından etrafımızın sarılarak çembere alınmamız, kelepçelenerek gözaltına alınmamız, bütün bunlar sadece 5 (beş) dakika içinde oldu. Polis memurunun elindeki yasak kararını okumamıza dahi izin verilmedi, Dağılın anonsu yapılırken polis çemberi içindeydik ve dağılmamız için koridor açılmadı. Sadece gözaltı aracına binmemiz için koridor açıldı. Araç içinde en azından yaşı 70-80’i aşmış annelerimize, kardeşlerimize takılan kelepçelerin çıkarılmasını istedik ama çıkarılmadı. Yaklaşık 5 saat gözaltında kaldık. 29 yıldır yan yana olduğum, aile olduğumuz annelerim, kardeşlerim gibi ben de anayasal bir hakkın kullanımının suç olmadığını sizlere hatırlatarak, siz mahkeme heyetini hepimiz için ayrı ayrı derhal beraat kararı vermeye çağırıyorum.

7 HAZİRAN'A ERTELENDİ

Mahkeme heyeti, esastan karar vermek için duruşmayı 7 Haziran’a erteledi.

ULUSLARARASI KURUMLAR

Duruşmayı, ABD, Almanya, Çekya, Fransa, Hollanda ve İsveç konsoloslukları, AB Türkiye Delegasyonu, Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu (FIDH), İşkenceye Karşı Dünya Örgütü (OMCT), Paris Barosu, Tehlikedeki Avukatlar için Gözlemevi (OIAD), Uluslararası Af Örgütü, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV), İnsan Hakları Derneği (İHD), Hakikat, Hafıza ve Adalet Merkezi, Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi, İnsan Hakları Savunucuları Dayanışma Ağı izledi.

İNSAN HAKLARI SAVUNUCULARI

Uluslararası İnsan Hakları Federasyonu ve İnsan Hakları Savunucularının Korunması için Gözlemevi’nden Elena Crespi, Dünya İşkence Karşıtı Örgüt ve İnsan Hakları Savunucularının Korunması için Gözlemevi’nden Ulviyya Hasanova, Dünya İşkence Karşıtı Örgüt ve İnsan Hakları Savunucularının Korunması için Gözlemevi’nden Gülşah Kurt, Turin Barosu (İtalya) ve Tehlikedeki Avukatlar için Uluslararası Gözlemevi’nden Benedetta Perego ve Lille Barosu (Fransa) ve Tehlikedeki Avukatlar için Uluslararası Gözlemevi’nden Olivier Maricourt izledi. Uluslararası heyet için Burcu Becermen ve Sungur Savran çevirmenlik yaptı.