YAZARLAR

Cumhurbaşkanı AYM üyesini arar mı? Ya YSK Başkanı'nı?

Devlet, Türkiye gibi büyük bir devlet, iki kolu iki bacağı iki eli on parmağı olan bir kişi tarafından yönetilemez, tek adamın tek adamcıklara ihtiyacı var. Hem de on binlerce. Dolayısıyla rejime niteliğini veren tek adamdan ziyade, tek adamcıklar. Demokratik bir geçiş süreci mümkün olacaksa değiştirilecek olan da sadece tek adam değil, hatta asıl olarak o değil, tek adamcıklar düzeni.

Başlıktaki soruyu sorduğum, aralarında hukukçular da olan birçok kişi yüzünde hafif bir tebessümle yanıt veriyor. Bu başlığın, sorunun retorik olmadığını göstermek için ikinci bir soruya ihtiyaç var: Cumhurbaşkanı, seçim günü YSK başkanını arar mı? Gerçekliğe biraz daha yaklaştırmak için ikinci bir soru daha üretelim: Şayet böyle bir arama olursa diyaloğun tarafları birbirine ne der?

20 yıllık AKP iktidarında gelinen noktayı hepimiz biliyoruz. Fiili gücü elinde bulunduranların bir şeyi yapıp yapmamakla ilgili sınırları önceden belirlenmiş kurallarla saptanmıyor. O an, belirlenmiş güç dengeleri içinde yapıp yapamayacaklarına bakıyorlar ve yapabildikleri her şeyi yapıyorlar. Bunu her yaptıklarında da güç dengelerini kendi lehlerine biraz daha bozuyorlar. Cumhurbaşkanının eline bir deste para alıp yolda dağıtmasıyla, bir TV kanalının beğenmediği haberi için haber müdürünü araması ya da bir yüksek yargıca kararından dolayı telefon açması arasında bu anlamda niteliksel farklar yok.

Aslına bakarsanız Erdoğan’ın HDP’nin Hazine yardımına bloke konması konusunda Mahkeme’nin verdiği kararı beğenmediği için oy değiştiren AYM üyesini araması kimseyi şaşırtmadı. Şaşırtıcı olan AYM üyesinin bu arama hakkında basına konuşması oldu. Seyhan Avşar’ın haberinin ülkeyi sarsmamasının sebebi sadece Türkiye’de kuvvetler ayrılığının ortadan kalkmış olması değil, bunun siyasal kültürümüzce yaygın biçimde kabul görür hale gelmesi. Bu kabul, baskı araçları kullanılarak, zor yoluyla ve ödül – ceza mekanizmaları kullanılarak yaratıldı. Ama ne dersek diyelim, başarılı oldu ve yaygın bir sinizm yalnızca örgütsüz toplum kesimlerinde değil, entelektüellerde, profesyonellerde, hatta içkin olarak muhalefetin önemli bir bölümünde hâkim hale geldi. AYM üyesinin “telefon görüşmesi”ne ilişkin anlattıklarına yapılan yorumlara baktığımızda da bu sinizmi görüyoruz. İlk akla gelenin “iktidarda bir dağınıklık mı var?” sorusu olmasının nedeni bu. Konu hakkında konuşanlara “ilginç” gelenin Cumhurbaşkanının beğenmediği karar nedeniyle, içeriği bakımından yargıya müdahale anlamı taşıyan “arama”sı değil; “arama”nın yargı tarafınca basına sızdırılması olması başlı başına bunun göstergesi.

Fiili güç dengeleri içinde yapılabilenin gerçeklik olarak kabul edilmesi ve buna yönelecek tepkinin sinikleştirilmesinde öncelikle ana muhalefetin birincil derecede sorumlu olduğunu söylemek gerek. Bugünün meselesi değil, baştan başlayarak. Fakat, önümüzde şu kritik soru -AYM üyesini arayan YSK Başkanı'nı da arar mı?- sorusu varken muhalefetin geçmiş sorumluluğunu öteleyip hep birlikte düşünmemiz gerekene odaklanmak gerek.

Cumhurbaşkanı da dahil anayasa ve kanunlara uygun davranmak zorunda olan herkesin yapabileceklerinin sınırlarının topladıkları ve kullanabildikleri güçlerde değil, kendi dışlarında belirlenmiş kurallarda bulunduğunu etkili biçimde hatırlatmak görevi muhalefet tarafından bir an önce yerine getirilmeli. Unutulmaması gereken şey şu: ‘Tek adam yönetimi’ tanımlaması, rejimin çok önemli bir yönünü gözden kaçırmamıza neden oluyor. Devlet, Türkiye gibi büyük bir devlet, iki kolu iki bacağı iki eli on parmağı olan bir kişi tarafından yönetilemez, tek adamın tek adamcıklara ihtiyacı var. Hem de on binlerce. Dolayısıyla rejime niteliğini veren tek adamdan ziyade, tek adamcıklar. Demokratik bir geçiş süreci mümkün olacaksa değiştirilecek olan da sadece tek adam değil, hatta asıl olarak o değil, tek adamcıklar düzeni.

14 Mayıs gününe kadar ve 14 Mayıs günü açılabilecek telefonlarda ne tür diyaloglar kurulacağını sadece kurallar belirlemeyecek, bu kesin; fakat güç dengeleri içinde, merkezileştirilecek muhalefet gücünü sinizme fırsat vermeden buraya yığmak, o muhtemel telefon konuşmalarının içeriğini, önceden belirlenmiş kurallara uymak yönünde değiştirebilecektir.


Dinçer Demirkent Kimdir?

1983 İzmir doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Anayasa Kürsüsü’nde çalışmakta iken 7 Şubat 2017’de KHK ile ihraç edildi. Doktora derecesini aynı fakülteden, “Türkiye’nin Anayasal Düzeninde Cumhuriyetin İki Kuruluşu ve Dinamik Cumhuriyet Kavramı” başlıklı tezi ile almıştır. Doktora tezinden üretilmiş, Bir Devlet İki Cumhuriyet adlı kitabı Ayrıntı Yayınları’ndan, Murat Sevinç ile birlikte kaleme aldıkları Kuruluşun İhmal Edilmiş İstisnası kitabı İletişim Yayınları’ndan basılmıştır. Anayasa tarihi, cumhuriyetçilik, kurucu iktidar, siyasal temsil konuları üzerine çalışmalarını sürdürmektedir. Ayrıntı Dergi ve Mülkiye Dergisi yayın kurulu üyesidir; 2018-2021 yılları arasında Mülkiyeliler Birliği Genel Başkanı olarak görev yapmıştır. İnsan Hakları Okulu Derneği'nde akademik koordinatörlük görevini sürdürmektedir. Çeşitli dergilerde yazmaya, dersler hazırlamaya devam etmektedir.