Cumhuriyetin ikinci yüzyılında bölgelerarası eşitsizlikler, Kürt sorunu ve Diyarbakır
Cumhuriyetin ikinci yüzyılında; ekonomik olarak önemli bir potansiyele sahip olan bu coğrafyanın çocuklarını doğdukları topraklarda doyuracak politikalara ihtiyaç vardır.
Rüstem Erkan*
Tarihsel süreç içerisinde baktığımızda insanlık tarihinde yerleşik hayatla birlikte, bir eşitsizlik sisteminin de ortaya çıktığını görmekteyiz. Toplumsal eşitsizliğin ortaya çıkmasıyla birlikte aynı zamanda eşitsizliği ortadan kaldırmak ya da azaltmak için mücadele de başlamıştır. Eşitsizliğin kurumsallaştığı ilk toplum olan köleci toplumda başlayan köle-efendi arasındaki mücadele, tarihin farklı dönemlerinde farklı formlarla devam etmiştir. Bu mücadele aynı zamanda toplumsal değişmenin ve tarihsel ilerlemenin de itici gücünü oluşturmuştur. İdeolojilerin oluşması büyük ölçüde insanlığın eşitsizliğe karşı verdiği mücadele ile ortaya çıkmıştır.
Günümüzde Türkiye’de ve diğer birçok ülkede yaşanan sorunların çoğunun kaynağında giderek sürdürülemez durumda gelen eşitsizlikler yatmaktadır. Bugün küresel düzeyde yaşanan dış ve iç göç sorunu da ülkeler ve bölgelerarası eşitsizliğin bir sonucudur. Türkiye Cumhuriyet’inin birinci yüz yılında yaşadığı problemlerin kökeninde de önemli ölçüde bölgeler, kentler ve sınıflar arası eşitsizlik yatmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti ikinci yüz yıla girerken bu sorunları çözecek politikalar üretmek zorundadır. Aksi durumda ikinci yüzyıl da aynı sorunlar ve tartışmalar çerçevesinde geçecektir. Bu sorunların başında da bölgelerarası eşitsizlik ve Kürt sorunu gelmektedir.
Türkiye’de bölgelerarası eşitsizlik, tarihsel süreçte çeşitli dönemlerde farklı nedenlerle ortaya çıkmıştır. Anadolu’da bir dönem bazı yerleşim yerleri, verimli topraklara sahip olmaları ve önemli ticaret yollarının bu yörelerden geçmesi nedeniyle gelişmiş olmalarına rağmen, daha sonra yeni ticaret yollarının bulunması ve sermayenin ülkenin batı bölgelerinde birikmeye başlamasıyla ülkenin doğusuyla batısı arasında gelişmişlik farkı ortaya çıkmaya başlamıştır. 1950’li yıllara kadar ekonomide kamu kesiminin öncülüğü, başka bir deyişle yatırımların kamu öncülüğünde gerçekleşmesi, bölgeler arası gelişmişlik farkının açılmasını nispeten engellemiştir. Fakat daha sonra ülkede sermaye birikiminin gerçekleşmeye başlamasıyla birlikte, yatırımlarda özel sektör girişimciliğine öncelik verilmiştir. Özel sektör yatırımları kârlılığın en yüksek olduğu bölgelere yöneldiği için doğal olarak Türkiye’nin batısında üretim ve pazarlamanın en kolay olduğu bölgeler gelişmeye başlamıştır. Bunun sonucunda doğu ve batı bölgeleri arasındaki gelişmişlik farkı giderek artmıştır. Bugün Türkiye’de doğudaki bazı iller ile batıdaki bazı iller arasındaki gelişmişlik farkı 15 kata kadar ulaşmıştır. Hatta bazı ilçeler arasında 250 kattan daha fazla gelişmişlik farkı olduğu bilinmektedir. Bölgeler ve iller arasındaki bu eşitsizlik başta Kürt sorunu olmak üzere diğer sorunların da çözümünü zorlaştırmaktadır.
Bugün Kürt probleminde de etnik sorunlar ile ekonomik sorunlar içiçe geçmiş durumdadır. Bu nedenle, yalnızca etnik kimlik taleplerini ya da yalnızca ekonomik talepleri karşılayacak çözümler ve tartışmalar, bu karmaşık sorunu çözmekte yetersiz kalmaktadır. Etnik kimlik taleplerinin şiddete dönüşmesinde ve yıllardır buna yönelik önemli bir taban ve propaganda alanı bulmasında şüphesiz bölgenin ekonomik olarak Türkiye’nin batı bölgeleriyle arasındaki gelişmişlik farkı önemli bir etkendir. Bölgelerarası gelişmişlik farkının yaratacağı sorunlar 1960’lı yıllarda kamu yöneticileri tarafından fark edilmiş, 1963’te uygulamaya konan kalkınma planında Doğu ve Güneydoğu’nun kalkınmada geri kalmışlığına vurgu yapılarak bir devlet politikası olarak önlem alınması gerektiği belirtilmiştir. Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin sosyo-ekonomik yapısını dönüştürmek ve eşitsizlik farkını azaltmak için uygulamaya konan GAP bu anlamda en önemli projedir. Projenin uygulamaya konulduğu yıllarda, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde yarı feodal üretim biçimi ve buna bağlı olarak da sosyal yapıdaki geleneksel ilişkiler ağırlığını korumaktaydı. Bu nedenle projenin asıl hedefi, açıkça ifade edilmese de bölgede kapitalist üretim ilişkilerinin gelişmesini engelleyen geleneksel yapının değiştirilmesidir. Bir başka deyişle sanayileşmenin gelişmesini sağlamaktır.
GAP Projesi bölgede Gaziantep dışında sanayileşmede önemli bir başarı sağlayamamıştır. GAP kapsamındaki dokuz ilde sadece Gaziantep’te büyük bir sanayileşme gerçekleşmiş ve bu ili Türkiye’nin en büyük sanayi kenti konumuna gelmiştir. 2.163 573 nüfusa sahip Gaziantep’te Organize Sanayi Bölgelerinde çalışan sayısı 250 bine yaklaşmıştır. Gaziantep’e yakın nüfusa sahip olan Diyarbakır’da ise sanayileşme düzeyini Gaziantep’le kıyaslamak bir tarafa Doğu Anadolu Bölgesinde yer alan (dolayısıyla GAP kapsamı dışında olan) Malatya’dan daha az oranda bir sanayileşme söz konusudur. Yaklaşık 810 bin nüfuslu Malatya’da Organize Sanayi Bölgelerinde çalışan sayısı 12 bine ulaşmıştır.
DİYARBAKIR’DAKİ DURUM
Diyarbakır coğrafi olarak aşağı Mezopotamya diye adlandırılan topraklarda yer alan bir kenttir. Bu coğrafya ilk yerleşim yerinin (Çayönü), ilk buğdayın yetiştirildiği, yani insanlık tarihinde ilk üretimin başladığı yerlerden biridir. Bugün de ekonomik olarak önemli bir potansiyele sahip olan bu kentte sanayileşme hiçbir zaman istenilen düzeye ulaşmamıştır. 1990 nüfus sayımı verilerine göre Diyarbakır’ın toplam nüfusu 1,094996, imalat sanayinde çalışanların sayısı 11.301 kişidir. Otuz iki yıl sonra, yani 2022 yılında Diyarbakır’ın nüfusu 1.805.306 olmuş; fakat Diyarbakır Organize Sanayi Bölgesinin güncel Web sayfasında sanayide çalışanların toplam sayısının 7500 kişi olduğu belirtilmektedir. Organize sanayi bölgeleri dışındakiler de dâhil bütün sanayi ve imalat sektöründe çalışanların sayısı ise 13500 civarındadır. 1980’lerden başlayarak bölgenin kalkınmasını sağlamak için kalkınmada öncelikli iller ve teşviklere rağmen bugün sanayi sektöründe çalışanlarının sayısı, otuz iki yılda yaklaşık 2000 artmış. Oysa aynı yıllarda toplam nüfus yaklaşık 700.000 artmıştır.
Cumhuriyetin ikinci yüzyılında; ekonomik olarak önemli bir potansiyele sahip olan bu coğrafyanın çocuklarını doğdukları topraklarda doyuracak politikalara ihtiyaç vardır. Bu bölgenin çocukları ucuz işçi olarak Rize’ye çay, Giresun’a fındık, Adana’ya pamuk, Niğde’ye, Nevşehir’e patates toplamak için; Antalya, Bodrum’a mevsimlik turizm işçisi olarak gitmek zorunda kaldıkları sürece Cumhuriyetin ikinci yüzyılı da benzer sorunlar ve tartışmalarla geçişecektir.
Seçim sürecine girildiği bu dönemde siyasi partiler, bölgenin gençlerinin doğdukları topraklarda yaşamalarını, çalışmalarını, zenginleşmelerini ve Ayder yaylasına, Kapadokya’ya gezmeye; Antalya’ya Bodrum’a tatile gitmelerini sağlayacak politikalar üretmeleri gerekirken, bölgede oluşan siyaset esnafını kendi partilerine transfer ederek başarı sağlayacaklarını ummaktadırlar. Bölgenin makûs talihini yenmesinin, büyük ölçüde de bölge illerinde 30-40 senedir aynı insanlar etrafında oluşan siyaset, ticaret, sivil toplum v.s. oligarşisini kırmakla mümkün olduğu da unutulmamalıdır.
*Prof.Dr. / Dicle Üniversitesi Sosyoloji Bölümü