Cumhuriyetinizi nasıl almak isterdiniz?
Biz cumhuriyeti çok sevdik ama demokrasiden pek hazzetmedik. Çünkü ilki bizi birleştirirken ikincisi pek bir ayırdı.
Cumhuriyet gibi siyasal bir kavramın Türkiye’de son yıllarda cici bir performans, sahnelenince insanı duygulara gark eden bir şölen ve orta-sınıf Türklerce üzerine titrenilmesi gereken bir bebek misali alımlanması ve de sarıp sarmalanması, giderek bu kavramın popülerleştirilip içinin boşaltılmasına neden oldu. Bir düşünün: İşçisini sömürüp vergi kaçıran, çevreyi kirleten şirketler de cumhuriyetçi, Cumhuriyetin kurumlarının kapatılmasını isteyen Bahçeli de cumhuriyetçi. Nitekim, bazı muhalifleri dışında herkes cumhuriyetçi. Peki, sorun ne? Althusser, “Ne Yapmalı?” adlı kitabında Gramsci’yi, altyapıyı pas geçip temelsiz, eğreti ve işe yaramaz bir üstyapı analizi yapmakla suçlar. Althusser’e göre bu bir tür ampirizm olan tarihselcilik sonunda tekerleksiz bisiklete benzer: Bir efor söz konusu ama bisiklet yol alamaz. Ya da KESK’e bağlı sendikaların, grev ve toplu sözleşmesiz bir sendikal yasal düzenlemeyi “tetiksiz silaha” benzetmesinde olduğu gibi. Cumhuriyetin son yıllarda pek cici, tontiş ve sevecen şey düzeyinde alımlanıp kutlanmasıyla oluşan popüler şölen havasına kapılmayan aklı başında pek çok insan, cumhuriyetin dayanakları (halkın iktidarı, demokrasi vb.) olmadığında içi boş bir gösterene dönüştüğünü çok vurguladı. Cumhuriyetin giderek bir devlet ideolojisine dönüşmesinde ve sınıf körü bir cehalet biçimi almasında burjuvazinin cumhuriyeti bir orta sınıf steril yaşam garantisi olarak ortaya sürerken üretimden ziyade tüketimi vurgulamasının büyük bir payı var. Bir şirket, cumhuriyetin bizi bilimle tanıştırıp özgürleştirdiğini iddia ederken bir diğeri, işte çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmamızın cumhuriyetin eseri olduğunu belirtiyor. Patron, vekil, doktor, akademisyen, işçi, köylü, işsiz, yoksul, dışlanan, ezilen velhasıl herkesin cumhuriyeti sahiplenmesi gerektiği söylenirken elbette ifade edilmek istenen şey, cumhuriyetin “cumhur”a (halka) ait bir rejim olduğu değil, kurulduğundan bu yana cumhuriyetle büyük şeyler başardığımızdır. Bu başarı ideolojisi, kuşkusuz onca sorunun neden cumhuriyetle ikiz, yapışık kardeşler gibi birbirinden ayrılmadığını açıklayamıyor. Devletin gayet soğuk, protokole dayanan, hamaset kokan ve usandırıcı kutlama ritüelleri yerine, son yıllarda seküler Türk milliyetçiliğinin şaha kalkmasıyla popüleştirilmiş medyatik performanslarla kutlanması, cumhuriyetin anlamının içerikten biçime çekilmesine neden oldu.
***
Vosvos arabalar, Harley Davidson motosikletler, bisiklet sürücüleri, pilotlar, paraşütçüler, dalgıçlar, kaya tırmanıcıları, dağcılar, denizciler, pazarcılar, şunlar bunlar… Hepsinin elde bayrak, kafada ay yıldızlı bandana, değişik bir aksesuarla herhangi bir sportif, popüler veya adrenalin kokan performansını Cumhuriyeti yeniden kodlamak, yerine iyice mıhlamak ve de düşmana korku salmak amacıyla sergilemesi, nihayetinde Cumhuriyeti bize çok sevdirmiş görünüyor. Cumhuriyetin ne olduğunu bilmiyoruz ama onu çok seviyoruz. Zaten tarifi boş ver, anı yaşa. Duygular arşa ulaşıp benlik daha bir kendini sevince bıraktıkça Cumhuriyet, bütün gerekçi boyutunu kaybedip mitolojik bir şeye dönüşmeye başlamış, kime ne! Mitikleştirilen cumhuriyetin estirdiği muhteşem rüzgarla ciğerlerini dolduran şehirli orta sınıflar, kentin ana caddelerinde bilmem kaç metre bayrak taşırken, arabalarının kornalarına basıp dururken, yüzlerine çizdikleri ay-yıldızlı şekillerle performans sergilerken, gayet şık giyim, estetik görünüm ve vakur duruşla Cumhuriyetin aslında çok eğlenceli, zevkli ve keyifli bir şey olduğunu göstermiş oluyorlar, tabii kendi usullerince.
***
Buna karşın, “utangaç sosyalistler” ise cumhuriyeti, sınıf mücadelesi, halkın ekmek davası ve insan hakları kulvarına oturtabilmek için cumhuriyet ile başka iddialı kavramlar (ulusal kurtuluş, anti-emperyalizm, padişahlığa son verilmesi, kadın hakları vb.) arasında ilişki kuruyor, böylece Cumhuriyet sağın hanesinden koparılıp solun hanesine artı olarak kaydediliyor. Sol Cumhuriyet kutlamasında muzaffer tezlerin üretilmesi ve mesajların verilmesinde Mustafa Kemal Atatürk, mutlaka cephedeyken, kalpaklı çekilmiş fotoğrafıyla kullanılıyor ve böylece Cumhuriyetin kurucusuna selam çakılıp kitle mücadelesinden kopmamış olunuyor. “Biz Cumhuriyeti çok sevmiştik”, yine severiz ve soldan severken bir yandan emperyalizme “kahrol” deriz, öte yandan patronlara da ayar veririz. İşçi sınıfı davasına çekilen Cumhuriyet, solcu veya sosyalisti, mücadelesini ulusal kontekstin içine yerleştirdiği için, yerli ve milli kılarak halka yabancılaşma da böylece önlenmiş olur; daha ziyade bir “devlet ideolojisi” haline getirilen cumhuriyetin sivil katta savunusu yapılarak Cumhuriyete soldan demokratik bir ses verilmiş olunur. “Cumhuriyetin kazanımları” (laiklik, bilim, seçme-seçilme hakkı vb.) milli demokratik devrim sürecinin önemli kilometre taşları olarak yola döşenirken asıl meselenin bu kazanımları ilerletmek olduğu vurgulanır. Burjuvazinin cumhuriyeti ile işçinin ekmeği arasında bir fark, mesafe ve ayrım olmadığı da böylece vurgulanmış olur. O halde Cumhuriyet, hepimizi kanatları altına alabilecek kadar geniş bir şemsiyedir. Cumhuriyetin bir “sınıf sorunu” değil de “kitle meselesi” olduğu bu şekilde zihinlere kazınınca, onu sorgulamak yerine kutlamak ön plana çıkar(ılır) ve sert sınıf mücadelesinin dışlayıcı karakteri yerine kitlenin her şeyi (sınıf, ırk, cinsiyet, inanç, kimlik, kültür, yaşam biçimi vb.) kapsayıcı karakterine atıfla popüler meşgale haline sokulur.
***
Bu ülkede demokrasi adına demokrasi katledilmişken Cumhuriyet popülerleştirilmiş, çok mu önemli? Her 29 Ekim’de Cumhuriyetin neden kurulduğu bir kere daha hatırlanırken Atatürk’ün şu meşhur sözü (“Beyler, yarın Cumhuriyeti ilan ediyoruz”) kullanıp durulur. Halkın ihtiyacı olan cumhuriyetin askeri bürokrasi tarafından düşünülüp taşınıldıktan sonra ülkenin siyasi rejimi olarak kabul edilmesi, koyu cehalet içinde yaşayan halka dışarıdan aydınlık taşınması anlamında epey prim yaptı. Halktaki karanlığı okumuştaki aydınlık ortadan kaldıracağına göre cumhuriyet koyu cehaletin içinde yaşayanlar için mutlak iyidir. Fakat sorun şu ki o koyu cehalet 1950’li yıllarla birlikte çevreden gelip merkezdeki iktidara yerleştikten sonra bir daha çekip gitmedi ve Cumhuriyeti muhafazakarlaştırıp iyice devlete içkin bir hiyerarşik rejim haline getirdi. Cumhuriyet, halkın egemenliğine ilişkin bir siyasi rejim olacağına, sermayenin çıkarlarına göre biçim alan devletin varlık nedeni haline geldi. Yoksa bir patron neden cumhuriyeti savunsun? Resmî ideoloji olan Türk milliyetçiliği içinde cumhuriyet, halkın ekmek davasını kovalayabileceği bir rejim değil, herkesin mesleki işlevsellikleri içinde organik olarak sisteme katkıda bulunup statükoyu yeniden üretebilecekleri bir meşrulaştırıcı kap haline sokuldu. Giderek herkes, bütün kitleler cumhuriyeti böylece çok sevdi. Cumhuriyetçi olmayanı artık dövmeye başladılar. Eskiden ilericiler demokrat olmakla övünürlerdi, şimdi ise cumhuriyetçi. Profil fotoğrafının altına “T.C.” ibaresi koyan milyonlarca insan için Cumhuriyet, halkın çıkarlarından önce, anlamlı bir sembol, çağdaş uygarlığın bir göstereni, içinde herkesin pek bir mutlu olabileceği bir düzen anlamına geliyor artık. Cumhuriyetin eğlenceli bir karnaval hale getirilmesiyle kutlanan şeyin bir içerik taşıması önemli değil; şehir meydan ve caddelerinde, stadyumlarda ve değişik mekanlarda cumhuriyetin kutlanması, herkeste bir tür siyasi katharsis yaratarak sorunlardan az da olsa sıyrılmış olunuyor ve herkes pek bir sevinç içinde yaşıyor. Biz cumhuriyeti çok sevdik ama demokrasiden pek hazzetmedik. Çünkü ilki bizi birleştirirken ikincisi pek bir ayırdı.