YAZARLAR

Cüneyt Arkın’dan özür dilemeliyiz

Ergen aklımızla en çok dilimize doladığımız Cüneyt Arkın’dı. Adam koca düşman ordusunun arasına perende atarak giriyor, onlarca kurşun yiyor, oklar her yerine saplanıyor ama seke seke savaş meydanının öteki ucundan sağ salim çıkıyordu.

Ergenliğe ilk adım attığımız yıllarda, Türk filmleriyle dalga geçmek bir tür moda gibiydi. Şimdilerde orantısız zeka deniyor… Annemin teyzesi ziyaretimize gelmişti, 70’li yaşlarında olmalı o zaman. Gözünü ekrana dikmiş, kah söylenerek kah duygulanarak film izliyordu. Biz de arkada filmin kritiğini yapıyorduk; “adama bak kafasını çarptı ayağını sardılar”, “bak şimdi kafasını vurdu kesin kör olacak”, “bu demin ölen figüran değil miydi, şimdi de düşman tarafında mı savaşmaya başlamış”… Tam başrol oyuncusunun sabahın köründe o kadar makyajla nasıl yattığını sorguluyorduk ki azarı işittik. Bir filmi doğru dürüst izletmemiştik. Televizyon böyle bir şeydi dijital medya izleyicisi sevgili okur, özür diledikten sonra filmi başa almamız mümkün değildi.

Cüneyt Arkın Kara Murat

O gün daha fazla uzatmadık ama ergen aklımızla en çok dilimize doladığımız Cüneyt Arkın’dı. Adam koca düşman ordusunun arasına perende atarak giriyor, onlarca kurşun yiyor, oklar her yerine saplanıyor ama seke seke savaş meydanının öteki ucundan sağ salim çıkıyordu. Tarkan sarışın bir Türk olarak kısa şortu ve sokak köpeğinden devşirme kurduyla daha da fantastikti. O kılıcıyla savaşıp, zorda kalınca kurttan yardım istiyordu ama fantastik sahnelerdeki fantastik yaratıklar o günkü teknolojiyle epey komedi unsuru barındırıyordu.

O gün annemin teyzesinden özür dilemiştik ama yıllar sonra Chuck Norris’i izleyince, asıl özür dilememiz gereken kişinin Cüneyt Arkın olduğuna karar vermiştik. Adam Cüneyt’i fersah fersah aşmıştı. Uçaktan atlıyor, üzerine napalm bombası düşüyor, makineli tüfekle taranıyor ama burnu kanamadan evine dönüyordu.

Chuck Norris

Öldürmeyen sinema öldürmüyor demek ki. Bu kural hala değişmedi. Filmin başrol oyuncusuysan son yazana kadar hayatta kalma olasılığın yüzde 100. Perde bizi kahramanın hayatının önemli olduğuna inandırır çünkü. O yaşasın diye onlarca yan karakter, yüzlerce figüran sinekler gibi öldürülür. Kahraman yaralansa herkes perişan olur ama yan karakterlerden biri diyelim ki, tam da sevdiniz, alıştınız ve ölüverdi… İyi bir cenaze töreni, kahraman için feda edilmiş cesur bir hayat için onurlandırılan aile, bayrak, vatan, millet… Onun hikayesi orada biter. Hatta yan karakter olduğu için şanslı sayılabilir çünkü figüranların cenazeleri bile savaş meydanında kalır. Kimse onların aileleri var mı, arkalarında bıraktıkları sevdikleri şimdi ne yapacaklar diye düşünmez. Kahramanın peşinde kötüleri kovalamaya devam eder.

Orta okuldayken Red-Kit çizgi romanları biriktirirdik. Naif bir kahramandı Red-Kit. O seriden şöyle bir sahne aklımda kalmış: Barda kavga çıkar, herkes bir tarafa kaçışır. Bir kişi kaçamaz ortada kalır. Kötü adam ortada kalana silahını doğrultur ve adam şöyle yalvarır: “No’lur acı bana, beş çocuğum var…”

Hikayesi olan figüran o işte. Beş çocuğu olan ve canı için yalvaran bar müdavimi.

Red Kit

Şimdi televizyonda ya da dijital medyada gerçek savaşları izliyoruz. Hikayesi olan, biricik hayatları olan binlerce insan haşarat muamelesi görüyor. Kahraman kadar şanslı olmadıkları için birkaç kurşunla, bir bombayla hayatları bitiyor. Bazen cenazeleri ailelerine bile ulaşmıyor. Ve dünya onları fantastik bir filmin figüranları gibi, bir başka filmde karşı cephede savaşmaya devam edeceklermiş gibi kayıtsızca izliyor. Burada asıl soru elbette onları ölüme gönderenlerin nasıl kayıtsızca bu kararları verebildikleri olmalı? Sadece kendilerinin ve sevdiklerinin hayatlarının biricik olduğunu düşünmelerini sağlayan “insani” özellik nedir acaba? Bir saniye bile olsa meselenin bu yönünü düşündüklerinde ne hissediyor olmalılar?

“Film gibi cinayet” deniyor bazı haberlerin başlıklarında. “Bilgisayar oyunu gibi savaş”, “yapay zeka üretimi gibi manzara”…

Hayatı hep kurgunun arkasına iten cümleler. Oysa filmler de, bilgisayar oyunları da, yapay zeka da hayatın taklidi. Yani filmdeki figüran da, oyundaki avatar da insandan türedi. Onların kurgu olması bize insan olduklarını unutturmamalı ki savaşlarda, çatışmalarda ölenlerin de insan olduğunu, hayatlarının biricik olduğunu hatırlayalım.

Türk sineması, kahramanı yüceltirken, bilerek ya da bilmeyerek figüranların da insan olduğunu hatırlatan “hatalar” yapmış. Biz de onları fark edip dalga geçerken hiç olmazsa arkadaki hikayeyi görebilmişiz.