Dağılanın neliğine dair bir akıl yürütmesi: 'Dağılmalar'
Mahsum Ece, 'Dağılmalar'daki öykülerinde şimdiki zamanı ve geçmişi birbirinden ayıran çizgiyi yok ediyor, böylece karakterlerinin hafızaları, labirentlerle dolu ve renkli bir dünyaya dönüşüyor.
'Dağılmalar', Mahsum Ece’nin İletişim Yayınları’ndan çıkan ilk kitabının adı. Zincir yapıda birbiri içine geç(iril)miş öykülerden oluşan bu ilk kitap, gerek kurgusu gerek dil ve üslubu göz önünde bulundurulduğunda okura, özgün bir metin ile karşı karşıya olduğunu çok geçmeden hissettiren katmanlı bir ilk kitap. Bu ilk karşılaşmanın yarattığı heyecanı, sayfaların ilerlemesiyle birlikte yazarın neden ithafta o cümleyi tercih ettiğini yavaş yavaş kavramamıza olanak sağlayan kurgusuna bağlıyorum.
Kitap, "Anneme… Her şey, anlattığı üç Kürtçe masalla başladı" şeklindeki ithafla bizi karşılıyor. Bölümlere ayrılmış öyküleri okurken yazarın edebiyatla olan şahsi mazisini edebiyat tarihine akran kıldığını hissediyor ve öykülerin bu serim üzerine kurulduğuna metin ilerledikçe emin oluyoruz. Daha açık bir ifadeyle nasıl ki edebiyatın dönemleri var, Mahsum Ece’nin öykülerinin de karşılık geldiği dönemler, o dönemlere uygun yapıları var.
MASALLARA VE EFSANELERE SELAMLA BAŞLAYAN YOLCULUK
Bu düşünceyi destekler nitelikte ilk bölümdeki öykülerde karşımıza Kedi Yavrusu, Şeytan, Yerden Bitme, Kel, Kokona vb. kahraman isimleri çıkıyor ve bu isimlendirmeler yazarın ithafıyla örtüşür biçimde adeta her şeyin masalla başladığını okura hatırlatıyor. Burada hem bir sembolizasyon hem de kurgusal anlamda oldukça şık bir tasarım var. Okumaya devam ettikçe saydığımız kahraman isimlerinin peşinden artık Bektaş, İlyas, Yunus, Eyüp, İrfan gibi isimlerin de zikredildiğini görüyoruz. Bu isimler dikkatli okurda doğrudan halk hikayelerinin ve bilhassa menakıpnamelerin gerçek kişilerini anımsatacaktır. Masalsı fantastik kahraman isimlerinin yanına gerçek tiplerin de birer birer eklendiği, kimi zaman yolu kaybettiğimizi düşündüğümüz adeta bir labirente dönüşen öyküleri hem aldığımız edebi zevkten hem de iyiden iyiye artan gerilimin yarattığı meraktan okumaya devam ettiğimizdeyse bu defa köylülerin, muhtarların, gazetecilerin, haritaların, sınırların ve politikacıların çoktan sahnedeki yerlerini aldığını görüyoruz. Okur, aradığı düğümü bu bölümde bulacak ve bir yandan olan biteni biraz daha çözme şansı bulurken diğer yandan yazarın masallara, efsanelere selam vererek başlattığı yolculuğunun menakıpnamelerden aşina olduğumuz isimlerle ilerleyen kurgusunun halk hikayesine ve oradan da modern öyküye emin adımlarla geçtiğine şahit oluyoruz. Bu geçişin keskin olmayışı ve o bir arada barınma hali de yine sözlü kültür ürünlerinin yazılı kültür ürünlerinden net biçimde ayrılmayan, kümülatif ilerleyen yapısına göndermedir.
Modern öyküye geçtiğimizi ve asrileştiğimizi hissettiğimiz son bölümü okuduğumda önce diğer bölümlerden ayrıksı durduğunu düşündüm. Metni biraz daha sindirdikten sonra modern öykünün hem imkan hem yazara sunduğu özgürlük alanı bakımından elbette öncesine nazaran ayrıksı durması gerektiği kanaatine vardım. Serimi düğümü belli bir senkron içinde yer alan öykülerin çözüm bölümü de tam burasıdır. Ancak post-modern yazının okuru cevabı aramaktan çok doğru soruları sormaya yönelten yapısını düşünürsek klasik manada bir çözüm bulmanın kolay olmadığını da belirtmek isterim. Kurgunun bu dikkat isteyen, zekice örülmüş incelikli tavrı karşısında etkilenmiş bir okur olarak metne yazarın tahayyülünde olmayan şeyler atfediyor olabilirim belki de ama temelde her alımlama sürecinin eserin yeniden yaratılması anlamına geldiği fikrinden hareketle bir kitabın da asıl okurla buluştuktan sonra yazgısını tamamladığını düşünüyorum.
ÖTEKİ, KİMLİK ARAYIŞI, AİDİYETSİZLİK, GÖÇ, OTORİTE VE DAHA BİRÇOK MESELE
Tüm bunların yanında, "Edebi eserde asıl olan muhtevadan ziyade biçimdir" dersek çok yanlış söylemiş olmayız. Öyle ki okur da yazar da bilir ki geldiğimiz noktada anlatılmamış şey neredeyse yoktur, mühim olan anlatılacak meselenin nasıl sunulduğudur. Bu sunumun etik, politik karşılığıdır belki de önemli olan. En şahsi olana dahi inseniz muhakkak bunda da bir politik yan bulacaksınızdır. Tüm bunların ışığında Mahsum Ece, bizlere hiç duymadığımız şeyler anlatmıyor ancak hiç geçmediğimiz yollarda gezdirerek hiç aklımıza gelmeyecek şekillerde sembolize ederek anlatmanın bir yolunu bulmuş. 'Dağılmalar’da ötekiye, kayba, kimlik arayışına, aidiyetsizliğe, göçe, otoriteye ve daha birçok meseleye dair sözünü sanatlı yolların dolambacında söylemiş bir Mahsum Ece görmek mümkün. Dağılanın toplumsal hafızamız olduğunu da, dağılanın aile olduğunu da, dağılanın artık kolay kolay toparlanmayacağını da yine bu kitabın çaldığı kapılar aracılığıyla anlamak mümkün. Anlatıyla kurgunun bu denli uyum içinde olması öyküler kitaplaşana dek ciddi bir çalışma sürecinden geçtiğini de okura olumlu yönde sezdiriyor.
Özetle yazar, ilk kitabıyla hoş bir seda bırakmayı ve okurda yeni işlerine dair merak uyandırmayı başarmış.