Dahmer: Bir artı bir, Amerikan mutfak kâbus!

Öldürmenin ve göz yummanın politik bir vesikası Dahmer. Diğer yandan tüm bu toplumsallığa meydan okuyan bir çerçevede, "katil doğup” yamyam olmanın acıklı, ürkütücü, saplantılı itirazı…

Google Haberlere Abone ol

20. yüzyılın en ünlü seri katillerinden Jeffrey Dahmer'in yaşam öyküsünü konu alan Netflix dizisi 'Dahmer', epey ilgi topladı. Platformun açılış rakamları baz alındığında en çok izlenen yapımlar arasına giren dizi, Evan Peters'ın etkileyici oyunculuğuyla dikkat çekmekte. 'Monster: The Jeffrey Dahmer' başlığıyla sunulan yapım ürkütmeyi başarıyor. Her karesinde farklı duygular bulabileceğiniz fakat katille empati kurmayı teşvik etmeyen, bu yönüyle de fark yaratan diziyi birçok isim yazıp yönetmiş.

'BİLİNEN 17 CİNAYET', HEDEF HEP ÖTEKİ

Cinayetlerin işlendiği yıllara geriye dönüşlerle birlikte çocukluktan yargı ve mahkûmiyet sürecine değin geniş bir aralığı işleyen hikâye, katilin son kurbanını elinden kaçırmasıyla açılıyor. Böylece kan donduracak bir soruşturma da başlıyor. Jeffrey ilk cinayetini 18 yaşında, 1978'de büyükannesinin evinde, Ohio'da işliyor. Cinayetin öncesinde panayırda herkesin gözü önünde idrarını yapmak gibi ufak tefek gariplikleri ve reşit olmayan bir çocuğa tacizden sabıkası var. İlk cinayetin ardından 9 yıl boyunca tuhaflıklarını ve cinayet eğilimlerini bastıran Jeffrey, 87'den bu kez yakalandığı tarih 1991'e kadar "bilinen" 16 cinayet daha işliyor. Kurbanlarını eşcinsel erkeklerden çeken Jeffrey daha çok siyahları ve Asyalıları hedef alıyor. Kendisi de gey olan katilin cinsel doyumu da karakteri denli komplike. Geyliğini çevresine itiraf etse de doyasıya yaşayamayan (belki kendine itiraf edemeyen) bir karakterin sürecini izliyoruz dizide.

Jeffrey, dört yıl boyunca Milwaukee'de yoksul bir mahalleyi üs olarak seçiyor. Anne babası boşanan Jeffrey bir süre büyükannesinin evinde kalsa da uyum sağlayamıyor ve babasının ısrarıyla oradan da ayrılmak zorunda kalıyor. Taşındığı mahalle ise zaten suçun beşiği hâline gelmiş. Gasp, hırsızlık, darp vb. suçların işlenmesi bu sokaklar ve meskenler için haber değeri taşımayan hatta polise kılını dahi kıpırdatmayan gelişmeler. Jeffrey de bu boşvermişliği kullanarak yıllarca kamufle olmayı başarıyor. Komşusu Glenda Cleveland'ın katilin evinden gelen kokular, motorlu testere sesleri ve çığlıklar gibi şikâyetlerine rağmen bir önlem alınmayınca geriye vahşi cinayetler serisi kalıyor. 

.

TANIDIK CANAVARIN DOYUM ARAYIŞI

Diziyi yazmaya Jeffrey Dahmer'den başlayacağım. Bugün hayatta olmasa da hayli popüler bir seri katil kendisi. Nasıl olmasın! Korkuyu karnaval kültürüyle örtüştürerek kanın ve katlin doğasını gölgeleyen Amerikan eğlence dünyası için seri katiller karşı konulmaz şekerlemeler değil midir! Güreşten cinayete hemen her şeyi bir canlandırma ve imitasyon düzleminde aktarıp reklam kuşağı basitliğinde yansıtan bu kültür pervasız reality showlar çıkarmıştır. Dahmer de şüphesiz bu showlara malzeme vermiş, belgesellere konu olmuş yıllarca.

Bu seri katili diğerlerinden ayıran ise çocukluk öyküsü yahut cinayet işlerken izlediği yöntemler değil doğallığı ve kendisinden bir canavar yaratan sosyal sahaya sade bir doyum arayışıyla dönmesi. Fark edilmek için değil, fark etmek için sosyalleşmesi, bastırmak için değil doyurmak için yol alması. Aslında bu kendindeliği Amerikan eğlence dünyasının bol makyaja dayalı ölüm ayinlerine bir tepki biçiminde okumak da mümkün yahut ortada bir çelişki yok, aksine Dahmer kendisini var eden çılgınlıkla bütünleşiyor ve o ayine kendi payına katılıyor. Herkesin üzerine düşeni yaptığı bir silsile bu. Amerikan seri katillerinde Amerikan rüyasını görüyoruz. Rüyadan uyanmış, ayıklıkla baş etmeye çalışanları, debelenenleri, uyku sersemlerini... Bu yönüyle Dahmer de Amerikan rüyasını ve ayıklığını sergilemesi bakımından ilgi topluyor.

Diğer yandan Dahmer zihinlerde uyanan seri katil imajına uyuyor. Çarpık bir cinsel doyum peşinde; iç organlardan, kesip biçmekten, yiyip içmekten hoşlanıyor. İşi yamyamlığa vardırıyor. Alkolik, çevresiyle ilişkisi oldukça sınırlı, bırakın gözde olmayı; sevilen, sevimli bulunan bir çocuk olmamış. Nedir ki Dahmer'in seri cinayetler işlediği sıra gözde olmak gibi bir arzu duymadığı anlaşılıyor. Anne babası ayrı, içe dönük bir çocukluk, eğitim hayatında yadırgandığı bir ilk gençlik... Tüm bunlar katilin bir şeyleri ertelediğini, bir şeylerden mahrum kaldığını ve sistematik bir şekilde dışlandığını da gösteriyor. Aile sevgisinden ve asgari iletişim becerisinden yoksun olması ne yapacağını şaşırmasına yol açıyor. Sevgiyi, dostluğu bulduğunu düşündüğümüz bir arkadaşını da kaybetme korkusu duyarak katledebiliyor. Kısacası Dahmer; paylaşılan, artıp azalan yanını keşfedemediği için stabil bir anlam atfediyor sevgiye ve mülkiyet bağlamında yaklaşıyor. Hâliyle kendi dünyasının iktidarını kurmak, yine kendi arkadaşının efendisi olmak istiyor. Bu tanıdık ama bir o kadar özgün katil dizide de nasıl işleneceğinin ve yapımcıların seyirciye nasıl ulaşabileceğinin haritasını çiziyor âdeta.

.

BİR ARTI BİR, AMERİKAN MUTFAK KÂBUS! AKVARYUMUYLA BİRLİKTE...

'Dahmer' neticede gerçeğin çiğ doğasına yaslanan, bir süre sonra seyirciyi yorması muhtemel bir anlatı. Başkahraman ünlü bir seri katil olsa da insanın yüz çeviremediği, görüntüsüne maruz kaldığında ise gözlerini elleriyle kapatıp parmaklarını araladığı şiddet gösterileri ile iş görülse de gerçeğin bıktırıcı yanı ağır basabilir. Fakat öyle olmuyor, dahası olmamış ki dizi tüm dünyada izleniyor. Bu rağbetin sebepleri arasında üç unsur sayabiliriz. Evan Peters'ın müthiş performansı, geri dönüşlerin ve olayların gelişim sırasının ideal bir çerçevede verilmesi ancak hepsinden önemlisi malzemenin tanıdık fakat yoğun niteliği. Yabanılı yanı başımıza getiren dizi bu vesileyle gerilimi tırmandırıyor. Dahmerler yanı başımızda olabilir. Koşullar her ne kadar politize edilse de Jeffrey belli bir bölgede elini kolunu sallayarak suç işlese de onunla her an her yerde karşılaşmak mümkün.

'Dahmer', bu tüyler ürpertici ihtimali birçok açıdan desteklemiş. Örneğin dizi boyunca ucube ifadesini duyuyoruz. Bu ifadenin dildeki ve zihindeki pütürünü diğer duyulara da tamamlayan bir üslup izlenmiş ve Dahmer'in suç dünyası çok yönlü ele alınmış. Yanı başımıza konulan bu "hücre", Amerikan kâbusunun da bir temsili. Dizide yargılama sekansında evladını kurban veren Filipinli babanın Amerikan kâbusundan söz etmesi boşuna değil. Bu kâbus, eğreti bir gerçeklikten taşan ve Amerikalıların yanı başına yerleşen, durmaksızın dönen bir kâbus. Duyulara sesleniş şiddetine baktığımızda kâbusun derinliğine dair fikir ediniyoruz. Bir artı bir, Amerikan mutfak bir kâbus bu! Havalandırma penceresinden çürümüş et kokusu yayılıyor; ince duvarları çığlıklar ve motorlu testere gürültüsü aşıyor, etlerimiz parçalanıp bedenimiz korozyona uğruyor. Dokunma duyumuz esenliğini yitiriyor; yine soluk bir ışık görüyoruz. Kirli bir tezgâh, bir akvaryum görüyoruz. Ürkütücü bir tablo bu ve bize yalnızlığımızı anımsatıyor. En çok da o bakımdan ürkütücü... Jeffrey'nin Amerikan tipi kâbusuna, yalnızlığına ve kendini yetersiz hissedişine ortak olmak fikri ihtimaller ne düzeyinden bağımsız başlı başına sarsıcı...

SARIŞIN, GÖZLÜKLÜ, ALKOLİK PSİKOPAT

'Dahmer'de psikopat katil karakteri iyi çizilmiş. Gerçeklerden yol alınsa da Jeffrey'nin sete uygun kılınması gerekiyor. Aslına benzer mekânlar ve olaylardan yol almak, karakter yaratıp onu işleme ihtiyacını karşılamıyor. Hâlihazırda gözlüklü, dışlanmış, sarışın çocuk Jeffrey Amerikan seri katil öykülerinden fırlamış sanki. Bu tanıdık portreye çocukluktan itibaren ilgi duyduğu kesip biçme hobisi ekleniyor. Babasının hekim olduğunu düşündüğümüz Jeffrey, evlerinin garajında hayvan kadavraları üzerinde çalışıyor. Otoyola çıkıp keseli hayvan leşi bile topluyorlar. Jeffrey, babasının aşıladığı (babası daha sonra cinayetlerden dolayı kedini suçluyor) kesip biçme uğraşını, canlılığını henüz yitirmiş dokular üzerinde deneysel bir taşkınlığa dönüştürmeye gecikmiyor ve eritmeye başlıyor. Bu eritme sevdası ise ilerleyen döneminde fıçılarca asit depolayıp maktulleri ortadan kaldırma pratiğine evriliyor. Meraklı ve yalnız çocuk, bize zoraki seyrettirilen bu Amerikan kâbusunda (başka bir deyişle çaresizlikte) her eksiği tamamlıyor. Okulda "iyi bir çocuk" olamamışken, adı 'freak'e çıkmışken ailesi parçalanıyor bu sefer. Tuhaf bir zevk aşılamak dışında sürekli evden kaçan, iş seyahatlerine gidip uzun süre gelmeyen babaya histerik, işsiz, bunalımlı bir anne eşlik ediyor. Anne çeşitli rahatsızlıklar ileri sürerek devamlı ilaç içiyor ve sık sık intihara kalkışıyor. Çiftin boşanması çocuğun gelişimine tuz biber ekiyor! Kimsenin sahiplenmediği Jeffrey okuldaki yalnızlığını, ürkütücülüğünü; bağımsız hareket edebileceği çılgın bir alan ve terk edilmişlik duygusuyla taçlandırıyor. Artık büsbütün yalnız, "kurtarılmak ve anlaşılmaktan" yana ümidi kesmiş, cinselliğini yaşayamayan, gençlik fantezilerinin ve çocukluktan gelme doyum egzersizlerine esir düşmüş, ruhen parçalanmış ve her anlamda mastürbasyona itilmiş bir Jeffrey çıkıyor karşımıza. Bu Jeffrey'nin ahlaki kısıtları yok, insani yanı yetersiz, canlı doğasına ve sosyal ilişkilere yaklaşımı bozuk. Üstelik ilginç bir biçimde ortadan kaldırılması gerektiği saplantısına sahip. Bu saplantısı hapishane yıllarında bir bakıma hazza çevriliyor. Yargılama sırasında güdülerine yenildiğini söyleyerek kendisini üstü kapalı da olsa savunan gencin "ateşleyici gücü" alkol bağımlılığı oluyor. Ayık gezmeyen Jeffrey kurbanlarını uyuşturacak maddeye de kolayca erişince vahşi cinayetler art arda geliyor. 

.
BEYAZ KATİLE BEYAZ YARGIÇ!

'Dahmer'in siyasi boyutuna değinmeden geçmeyelim. Gerek Netflix'in her anlatısına monte ettiği siyasi hat gerek cinayetlerin dışlanmış, Amerikan rüyasının dışına sürülmüş bir bölgede gerçekleşmesi dizide siyasi mesajları öne çıkarmakta... Siyasal ve sosyal bağlamda izole bir yaşam alanı belirleyemeyeceğimiz gibi bu yaşam alanlarına kast edişi, cinayete ve suça teşebbüsü de politik argümanlardan soyutlamak olanaksız. Ancak seri katil vakalarında kültürlenişin ve ruhsal gelişiminin yanı sıra katile motivasyon sunan "toplumsal gerekçeler" de dikkat çekiyor. 'Dahmer' özelinde ise bu gerekçelerin cinayetler kadar rol oynadığını görüyoruz. Jeffrey, cinayetlerini rahatça işleyebiliyor çünkü onu denetleyebilecek bir mekanizma yok. Daha doğrusu nüfusun siyahlardan ve Asyalılardan meydana geldiği bir mahallede, yoksul kaderine terk edilmişlerin arasında yaşıyor katil. Komşusu Glenda'nın şikâyetleri bu itilmişlikten dolayı dikkate alınmıyor. Buraya dönük vurdumduymazlık öyle boyutlara varmış ki ihbar üzerine olay yerine gelen polis uyuşturucu madde etkisindeki kurbanı katilin insafına terk ediyor. Henüz on dördündeki Filipinli genç (Somsack Sinthasomphone-Brayden Maniago) Jeffrey'nin çocuk yaşta hedef aldıklarından...

Mahkeme sahneleri siyasi gerilimi tırmandırırken siyahlara dönük yok sayma politikaları ve göçmenlerin zorla uyandırıldıkları Amerikan Rüyası teşhir ediliyor. Dizide siyahlara ve Asyalı göçmenlere dönük ayrımcı yaklaşımın ayyuka çıktığı sahnelere yine resmi görev ve resmi üniforma altında rastlıyoruz. Bir geri dönüş sahnesinde Jeffrey'nin Filipinli genci (bu kişinin daha sonra öldürülen Filipinli’nin abisi olduğunu öğreniyoruz) taciz duruşması görülürken hâkimin adaleti beyazdan yana tecelli ediyor. Terazinin şaştığı bir diğer sahne ise doğrudan pratiğe dönük… Jeffrey'nin ifadesinin alındığı sahnelerde siyahi memur Murphy (Michael Beach) eşitsiz durumu sorgulayıp dezavantajlı grupların hedef alınışına isyan ederken beyaz memur hayli sakin kalarak "işini yapmak"la yetiniyor. 'Dahmer', özellikle ikinci yarıda tempoyu düşürerek politik bir söyleme yaslanıyor. Oldukça yüzeysel ama tüm yüzeye de yayılan ve fark edilmesi muhtemel sığlığını "döşeyerek" kapatan bir söylem...

.
KURBAĞA İLE AKREBİN ÖYKÜSÜ VE GÜÇLÜ OYUNCULUKLAR

'Dahmer'de öykünün nasıl işlendiğine ve oyunculuklara da kısaca değinmek niyetindeyim. Dizinin bir saplantıdan, bir matlıktan hareket etmesine karşın birçok duyguyu yaşatması başarı addedilebilir. Bu duygu zenginliğini ikili çatışmalarda gözlemliyoruz. Jeffrey-Glenda çekişmesi, Jeffrey'nin babası ile ilişkisi, yine kurbanlara yaklaşım yalnızca korku, kaygı gibi duyguları vurguluyor. Glenda'da gururu ve isyanı, babada çaresizliği ve kaçış arayışını görüyoruz. Kurbanlar ise kısa bir süre görünüp kaybolsalar dahi nesnenin ötesine geçiyorlar. Bilhassa Tony (Rodney Burford) kesilip biçilen et ve kemikten fazlası olduğunu hissettiriyor seyirciye. Zaten Tony'ye ayrılan bölüm dizideki duygusal yükü de sırtlamakta. Sağır ve dilsiz olan kurban aynı zamanda katille duygusal bağ geliştiren tek kişi. Jeffrey, kendisine anlayışla yaklaşan bu genci öldürüp öldürmemek noktasında tereddüt yaşasa da hikâyelerinin finali akreple kurbağa hikâyesini anımsatıyor. Tek fark; kurbağa akrebi tanıyor. Tony ise Jeffrey'i tanımadığı için, topluma aykırı kalışını, o yabanıl tavrını iyiye yoruyor; sahte samimiyetine kanıyor. Bir bölüm baştan sona Tony'ye ve ailesiyle ilişkilerine ayrılırken Dahmer ile empati kurma eğiliminin de önüne geçiliyor. Bu noktada dizinin duyguları iyi yöneterek katili anlama tuzağına düşmediğini ve "ürkütücü seri katil" anlatısını politik manevralarla aştığını söyleyebiliriz.

Oyunculuklara gelirsek; peşinen takdir edelim. Hele Evan Peters'ı! Peters, katilin o rahatsız edici soğukluğunu, serinkanlılıkla karıştırılabilecek umarsızlığını, belki yakalanma çabasını öyle iyi yansıtıyor ki bastığı her çizgiyi siliniyor. Peters, dizideki bulanık ortama, sarı filtreye uyumlu bıyıkları ve sivilceleri, hiç büyümemişinden bir ergenin itiraf edilmemiş beklentilerini zaman zaman haykırarak zaman zaman sinirle soluyup karnından konuşarak oldukça güçlü aktarıyor. Bir diğer başarılı performansı ise Jeffrey'nin babası Lionel rolünde, Richard Jenkins'ten izliyoruz. Lionel, oğluyla iletişim kuramayan bir baba, her ne kadar onunla bir şeyler paylaşmaktan hoşlansa da evden kaçıp hayata karışmayı tercih etmiş, oğlundan uzaklaşmış bir adam. Jenkins böylesi sıradan, açık vermeyen bir karaktere tat katmayı başarıyor. Oğlunu anlamaya çalıştığı ama daha çok da anlayamadığı anlarda canlı bir oyunculuk sergiliyor. Özellikle karakolda bir katilin babası olduğunu öğrenince hayal kırıklığı ile kalakaldığı masada gerilimi çok iyi yansıtıyor. Tüm mesafelerin işlevini yitirdiği, çünkü varılacak yere hiçbir koşulda varılamayacağının anlaşıldığı bir sahne bu... Ümidin kırıldığı yerde Jenkins iyi iş çıkarmış.

Glenda (Niecy Nash)

İki başrol dışında Niecy Nash da katilin kimliğini sezmesine rağmen karşısında durabilen tek karakteri, Glenda'yı duygudan duyguya geçerek canlandırıyor. Acılı aileleri temsilen sivrilen Karen Malina White (Shirley Hughes rolünde) ile Khetphet Phagnasay'ı (Southone Sinthasomphone rolünde) da etkileyici çıkışlarıyla izliyoruz.

* * 

'Dahmer', ilginç bir seri katil hikâyesi… Siyasi yanı ağır basan, dışlama eyleminin masum okul çevrelerinin, yerel toplulukların uyguladığı psikolojik şiddetin ötesinde çok daha derinlerdeki toplumsal kökenlerine ve elbette çekirdek aileye işaret eden bir yapım. Aynı zamanda bir katil yaratmanın ve bir ötekiyi ötekilerin üzerine salmanın, toplumu uysallaştırmanın hikâyesi… Dahmer’in kurbanlarını zombileştirme arzusu ve canlılarla kurduğu sapkın ilişki (yamyamlığı) siyasal sistemin bireye/vatandaşa yaklaşımını hatırlatıyor. Öldürmenin ve göz yummanın politik bir vesikası Dahmer. Diğer yandan tüm bu toplumsallığa meydan okuyan bir çerçevede, "katil doğup” yamyam olmanın acıklı, ürkütücü, saplantılı itirazı… Dahmer, Amerikan rüyalarımızda!