Daimi ilerleyişin yıkıcılığı
Nazım Ünal Yılmaz, bu döneme kadar toplumsal cinsiyet, ulusal kimlik gibi konular üzerinde çalışırken, bu sergi ile beraber resimleri gibi konuları da soyutlaşıyor. Çalıştığı konular üzerine yeni politikalar üretilmediği gibi, toplumsal bir gelişme de yok. Sanatçı da aynı soruları sormak yerine daha varoluşsal sorular soruyor bu kez. Yine kendinden, Avrupa’daki bir yabancı olarak yaşamından, çevresi ile ilgili izlenimlerinden, yaşlanma olgusu ve gelişimden yola çıkıp, ilerlemeyi sorguluyor.
Anlatmayı seviyorum, belli. Kafede anlatıyorum, restoranda anlatıyorum, parkta yürürken anlatıyorum, telefonda anlatıyorum, yetmiyor, bir de burada anlatıyorum. Anlattıkça bir karşılık bulmayı, düşündüklerimde, hissettiklerimde yalnız olmadığımı bilmeyi, yalnızsam da yeni fikirler duymayı, çoğalmayı bekliyorum. O yüzden görsel sanatları seviyorum. Baktıkça gördüğüm, kendimle özdeşleştirdiğim ya da yeni bakış açıları öğrendiğim hikâyeler... Sanatçı orada olmasa da sana aktarmak istedikleriyle, resmiyle, heykeliyle, enstalasyonuyla senin girdiğin o eserle sana özel diyalog...
O özel diyaloğa Nazım Ünal Yılmaz’ın Galerist’te devam eden “Daima İleri” sergisindeki eserlerle girmeyi çok isterdim. Koca tuvallerin karşısına geçip bana ne söylemek istediklerini anlamayı, sanatçıyla neler paylaştığımızı çözmeyi... Bu ara İstanbul’da olmadığım için resimlerin karşısına geçemiyorum ama sizler haberdar olup geçin diye, Nazım Ünal Yılmaz’ın karşısına geçtim ve ondan bizlere sergiyi anlatmasını rica ettim.
'BİR HİKÂYE ANLATMALIYIM'
Kendini anlatma, kişisel hikâyeler kısmından başladım çünkü Nazım Ünal Yılmaz ile bir şeyler üretirken gidiş yolumuz aynı; kendi hikâyelerimizden yola çıkıyoruz. Yılmaz, 20 yılı aşkın sanat hayatında kendini, yaşadıklarını, yaşadığı ortamların meselelerini, kafasını kurcalayanları anlatmış. "Amacım güzel bir resim yapmak, sadece güzel bir kompozisyon yaratmak değil" diyor. "Bir hikâye anlatmalıyım..."
Nazım Ünal Yılmaz’ın resimleri üzerine düşünürken, resimlerini çok iyi yapılmış, özenle, deneyimle ortaya konulmuş bir yemeğe benzettim. Yemek önüne geldiğinde, eğer namı da olan bir şef veya restoransa “Ne var bunda yani?” der çoğu kişi; basit gözükür yemek, önüne gelen altı üstü bir tabaktır. Nazım Ünal Yılmaz, rastgele alelacele boyanmış gibi gözüken ama üzerine çok ince düşünülmüş “tabaklarla”, resimlerle çıkıyor karşımıza. Alelacele resim yapmak için aynı resmi defalarca yapıyor, ilk hızlı resmin üzerini onlarcası kapatıyor. “Gıcık” olarak tabir ettiği kirli tonlar, renkler kullanıyor. Resimlerinde amatör gözüken ama bilinçli bir fluluk oluyor. Türkiye’de kendisinin dönemindeki resim eğitiminde akademik figürler görürüz aslında ki sanatçının önceki dönem resimlerinde de figürler daha belirgin. Bugün baktığımızda giderek daha az belirgin olan, bahsettiğim gibi “amatör gözüken” figürler var. "Bunlar resimdeki referansların ağırlığını azaltmak için" diyor; manevi anlamda küçülüp, herkese ulaşabilmek için.
Nasıl iyi bir tabak önüne geldiğinde sosun içindeki malzemeleri, yemeğe katılmış baharatları hemencecik çözemezseniz, Nazım Ünal Yılmaz’ın resimlerinde de hemen çözemiyorsunuz malzemeleri. Evet, hikâye anlatıyor ama bunu bir illüstrasyon gibi koymuyor önümüze. Resimlerinde imgeleri parçalıyor, resim önce hikâyesiyle değil, renk ve ritmiyle bakanı tavlasın istiyor, sonra hikâyeler merak edilsin, çözülmeye başlasın. Önce gözü tavladığı, bütün hikâyeleri merkeze koyduğu için pornografik olarak geçen tarzda resimler ortaya koymak istemiyor. Hollywood posterleri, Rönesans resimleri pornografiktir mesela... Önce hikâyeye bakarsanız merkezdeki figürleri görürsünüz. Nazım Ünal Yılmaz önce estetiği görmenizi istiyor. Hakikaten resimlere ekrandan bile baktığınızda, resimlerdeki ritmi, sizi içine çeken boya darbelerini fark edebiliyorsunuz. Sonra beliriyor figürler, 'aa burada bir hikâye var' diyorsunuz.
Son olarak tekrar herkese ulaşabilmek konusuna dönüp sanatçının genel yaklaşımından edindiklerimizle, Galerist’teki serginin kapısından girmek istiyorum. Sanatçının kişisel tercihlerinin üzerine akademik kimliği, sanat tarihi birikimini yansıtıyor eserlere. Resimlerindeki sanat tarihinden gelen birçok referans, sanatçının otobiyografik hikâyeleri ile birleşiyor ve sonunda kendine mal oluyor. Sanat tarihinden referans alınırken, sanat tarihinin alakasız, çatışan parçaları birbirinin yanında yer alıyor, saygı duyulurken yanına küçümseme, eleştiri de geliyor eğlence de. Böylece eserler sadece tarihe, bulunduğu konjonktüre ait eserler değil, kişisel imza içeren ve zamansızlığı arayan eserler oluyorlar. Bu sebeple seyircinin illaki resimde geçen referansı anlaması gerekmiyor. Eserler ne zaman, kim baksa herkese bir hikâye anlatabilecek şekilde bize ulaşıyor.
GERÇEKTEN İLERLİYOR MUYUZ?
Nazım Ünal Yılmaz’ın resimlerine, yaklaşımına, tarz ve tekniğine uzun bir giriş yapmak istedim ki sergide göreceğiniz ritim ve renklerle sizi daha çok baş başa bırakabileyim. Sanatçıyı anlayıp, eserlere birebir diyaloglara hepimiz ayrı ayrı girebilelim.
Sergi konusuna gelirsek, Nazım Ünal Yılmaz, bu döneme kadar toplumsal cinsiyet, ulusal kimlik gibi konular üzerinde çalışırken, bu sergi ile beraber resimleri gibi konuları da soyutlaşıyor. Çalıştığı konular üzerine yeni politikalar üretilmediği gibi, toplumsal bir gelişme de yok. Sanatçı da aynı soruları sormak yerine daha varoluşsal sorular soruyor bu kez. Yine kendinden, Avrupa’daki bir yabancı olarak yaşamından, çevresi ile ilgili izlenimlerinden, yaşlanma olgusu ve gelişimden yola çıkıp, ilerlemeyi sorguluyor. “Daima İleri” denir her zaman. Devlet, toplum, endüstri, finansal dünya daima ileri gitmek ister. Amerikan kültürünün hegemonyası ile kişisel hayatlarımızda da daima gelişmesi gereken, daima ileri gitmesi gereken canlı robotlar olduğumuz inancı yerleşti derilerimize... "Daima ileri" kavramına kafa yoran sanatçı, “İnsanlık gerçekten gelişiyor mu? Evet değişiyoruz ama bu gelişim demek mi? İnsanlığın en temel soruları olan ben kimim, benim amacım ne sorularına cevap verebildik mi?” Tüm bu sorulara cevabı, “hayır”. İnsanlık, yüzyıllardır aynı sorulara cevap vermeye çalıştığı sorulara cevap veremediği gibi iki ileri bir geri gidiyor, tarih inişli, çıkışlı, engebeli bir yolda ilerliyor. Sanıldığı gibi hiçbir şey lineer değil. 2000’lerin başından ortasına kadar Türkiye’nin büyümesinden, kalkınmasından, gelişen ekonomisinden bahsettik mesela. Peki bu gerçek bir gelişim miydi? Ekonomi gelişti ama bugün neredeyiz? Biz toplum olarak geliştik mi mesela?
Yeni gelince eskinin üzerine basma sevdamız ne zaman bitecek? Lineer ilerleme inancına, “ileri daha ileri!”ye karşı tiksintisi var sanatçının. O ilerinin sana ne kattığını durup bir düşünmek lazım... Serginin konusuna en iyi örnek resimlerden bir tanesi olan “Polis ve Avangart”ta merdiven çıkan bir figürü görüyoruz; çıktıkça parçalanıyor bu figür, geometrik formlara dönüşüyor. Küba fütürizmine göz kırpan bu resimde, hem o dönem sanat tarihindeki kendinden öncekini silme ve “ilerleme” inancına eleştiri geliyor hem de pozitifliği ile bilinen akım tersine çevriliyor. Resimde, arkada adeta karikatür gibi duran polisle iş birliği yapılıyor; devrimcilik, gelişme ideali sorgulanarak parçalanıyor. Biz bu referansları hiç görmesek bilmesek de ilerleme aşkının bozduğu bütünlüğü, kopardığı bacakları, parçaladığı benliği, bu yolda iş birliği yapılan sıkıntılı otoritenin üzerimizdeki gözlerini, kandığımız “idealleri” görebiliyoruz. Serginin güzelliği işte burada.
Evrim Altuğ’un sergi metninde yazdığı gibi, “Gözü dönmüş biçimde ‘Daima İleri’ gitmektense, yaşamda, dünyada ve sanatta etkileşime girdiğimiz her unsuru, başta kendimiz olmak üzere aşağı yukarı kabullenebilme ve buna göre birlikte var olabilmemiz için bu ritmi yakalayın, Galerist’te görüşelim, resimlerle konuşalım..."
Yaşamını ve çalışmalarını Viyana’da sürdüren Nazım Ünal Yılmaz’ın Galerist’te devam eden kişisel sergisi 'Daima İleri’, 10 Aralık 2022’ye kadar görülebilir.