DAİŞ “halife”si neyimiz oluyor? / 2
DAİŞ’le Ankara’nın ilişkisi şuna benzemeye başladı: Birileri bir yerde cam açıyor, biz burada cereyanda kalıyoruz. İnşallah çok fena grip olmayız, şu salgın koşullarında. Zira ihtimaller sınırlı: Ya camı açan buradan biri ya pencere sandığımız kadar uzakta değil.
DAİŞ “halife”si el-Kureyşi (el-Mevla), barındığı evin ABD Özel Kuvvetler elemanlarınca basıldığını görünce kendini havaya uçurdu, eşlerini çocuklarını kendisiyle birlikte öldürdü. ABD Başkanı Joe Biden, operasyonu yürüten ABD komandolarının zayiat vermeden döndüğünü bildirdi. Gerçi bir helikopter arızalanıp mecburî iniş yapmış, bir kısım haberlere göre ABD Ortak Özel Operasyonlar Komutanlığı’na bağlı komandolar giderken bu aracı (MH-60M Black Hawk olduğu söyleniyor) bizzat havaya uçurmuşlar, başka haberlere göreyse jetler gelip bombalamış, enkaz haline getirmişlerdi. Ancak can kaybı yoktu. Tabiî bu helikopterin DAİŞ liderini koruyan birilerince vurulmuş olması ihtimalini de bütünüyle dışarıda bırakamıyoruz.
Basılan ve bombalanan evde el-Mevla ile birlikte on üç kişinin can verdiği açıklandı. Öldürülen dört kadından ikisinin el-Mevla’nın eşleri olduğu söyleniyor. Galiba tek yaralı, ilkyardım ekibini kucakta taşırken izlediğimiz kız çocuğu (adı muhtemelen Esra). Ölenler arasında altı çocuğun bulunduğu haberlerde geçtiyse de, ABD yetkilileri yalnız “üç sivil”den sözettiler. Oysa El-Kureyşi’nin baskını fark edince kendisiyle birlikte evdeki herkesi havaya uçurduğunu açıklarken ABD Başkanı’nın kullandığı “ailesinin birçok mensubu” ifadesi, ölenler arasında çocukların da bulunduğunu belli ediyordu.
Gece ilk haberlerde, baskın başlamadan helikopterlerden evden kadın ve çocukların çıkarılması için uyarı yapıldığı yeralıyordu. Böyle olup olmadığını bilmiyoruz, ancak ilk haberler daha çok yerel kaynaklı olduğundan ve ABD’lilerin, DAİŞ’in yeni liderini de haklama şan ve şerefine parçalanmış çocuk cesetlerinin görüntüleriyle gölge düşürmek istemeyeceği varsayılabileceğinden, bu uyarının yapılmış olduğunu düşünebiliriz.
ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin’in açıklamasında da kadın ve çocukların ölümünden kendilerinin sorumlu olmadığına, yine de “görevin karmaşıklığı”nı gözönüne alarak, bunda kabahatlerinin olup olmadığını araştıracaklarına dair özel ifadeler vardı. Austin ayrıca, kendini patlatanın yalnız el-Kureyşi olmadığını, yanındaki bazılarının da bu işi yaptığını belirtti. Evin görüntülerini ayrıntılarıyla izleme imkânımız oldu. Evin içinde tahribat var, ama yüksek tesirli birkaç bombanın birden patlatıldığı gibi bir manzara yok. Çatının yıkılması da herhalde dış duvarlardaki kocaman delikler gibi, DAİŞ’çilerin kendilerini patlatmasının değil, dışarıdan ABD komandolarının kullandığı silah ve bombaların marifeti.
DAİŞ liderini isimlerinden bir başkasıyla, Hacı Abdullah olarak da anan -ABD askerî yetkilileri bu ismi kullanmayı yeğliyor- Lloyd Austin’in açıklamasından bir işaret daha elde ettik: Bu baskına yolaçan ya da belki onu mümkün kılan olgu, DAİŞ’in son Haseke hapishane saldırısı olabilir. Belki bu kombine saldırının örgütlenmesi için oradan epey uzaktaki liderle haberleşildi, belki gelindi gidildi, bu hareketlilik istihbarata takıldı.
Pentagon, baskında esir alınan kimsenin bulunmadığını açıkladı. Bu bir bakıma, “amacımıza tam da ulaşamadık” demek, çünkü operasyonun başlangıçtaki hedefinin DAİŞ lideri “Hacı Abdullah”ı yakalamak olduğunu ABD Merkez Kuvvetler (CENTCOM) Komutanı General Kenneth McKenzie’nin ağzından duyduk.
Şu anda Irak ve Suriye “sıcak bölge”lerinde, özellikle DAİŞ’le ilgili işlerin nasıl yürütüldüğünü gösteren bir ayrıntı: Irak ordusu, ‘ABD Özel Kuvvetler operasyonu için istihbaratı biz sağladık’ açıklaması yaptı. Irak Savunma Bakanlığı Sözcüsü Tuğgeneral Yahya Resul, “Ebu Abdullah Kardaş lakaplı terörist Emir Muhammed Said’i öldürme operasyonu, Irak Ulusal İstihbarat Teşkilatı'nın uluslararası koalisyona onun konumuna ilişkin doğru bilgileri sağlamasının ardından gerçekleştirildi” dedi (kaynak Arapça, İngilizceye çevirterek okudum). Irak istihbaratı, el-Bağdadi’nin kaldığı eve yapılan baskın için de aynı iddiayı dile getirmişti.
Yani Irak, topraklarında türlü askerî harekât yapmasına, sürekli asker bulundurmasına ses çıkarmadığı -o çıkardığı, sahici ses sayılmaz!- Ankara’ya, “DAİŞ’in lideri sınırınızın, askerinizin, polisinizin iki kilometre ötesinde” diye bildirmiyor da bilgiyi ABD’ye mi veriyor? Yoksa bilgi hepsiyle paylaşıldı da “işi” CENTCOM mu üstlendi?
TÜRKİYE AÇISINDAN
Kabul edelim ki, Türkiye’nin bu işlerdeki konumunu çözemiyoruz. Suriye’deki muazzam askerî varlığı, yerel idareleri yöneten elemanları, istihbaratçıları, doğrudan emrindeki Suriyeli cihatçılar (“Suriye Millî Ordusu”), şu ya da bu ölçüde denetleyebildiği örgütler, en başta da sıcak “diplomatik ilişkiler” içinde bulunduğu, İdlib bölgesinin hakimi Heyet Tahrir el-Şam sayesinde uçan kuştan haberinin olacağı varsayılan Ankara, bir süredir DAİŞ’in nereden yönetildiğinden habersiz miydi?
Yörük Işık’ın paylaştığı Flight Radar verilerine bakılırsa, TSK’ya ait İHA’lar 2 Şubat’ı 3 Şubat’a bağlayan gece operasyon bölgesi civarında fink atmışlar. Kısıtlı alanda bu kadar yoğun uçuşlar, helikopterlerin yarattığı hava hareketliliğinin fark edilmesi üzerine İHA’ların keşfe gönderilmiş oluşuna bağlanamaz herhalde. Operasyon öncesinde Ankara’nın uyarılmış olması ihtimali daha yüksek. Son dakikada mı, haliyle bilemiyoruz. Geçen sefer de DAİŞ liderine operasyonun Ankara’ya mümkün olduğunca geç haber verilmiş oluşu gibi bir ihtimal ortaya çıkmıştı.
Operasyonun öncesi bizim için daha büyük merak ve endişe konusu. Kendi hakimiyetindeki alanda DAİŞ liderinin barındığından bîhaber miydi, Türkiye’yi yönetenler? Irak istihbaratının elde edebildiği bilgiyi Ankara elde edememiş mi?
DAİŞ liderinin güvenli sayarak barındığı yer, kendisini gözlerini kırpmadan parça parça edecek rakip-hasım örgütlerin cirit attığı, ama çoğunun da kaderini Ankara’nın himayesine bağladığı, hattâ eline baktığı İdlib bölgesinde. Bu bölge içinde de, Heyet Tahrir el-Şam’ın Afrin-İdlib sınırındaki, tahkim edilmiş, teşkilatlı kontrol noktasının çok yakınında; iddiaya göre hemen 500 m uzağında. Öyle dikkati çekmeyecek bir yer de değil; ağaçlar arasında birkaç bina. HTŞ’nin kontrol noktasına ilaveten, 500 m-1 km kadar uzağında TSK mevzisi ve Türk polislerinin bulunduğu da iddia ediliyor. (Bu elbette aydınlatılmaya muhtaç.)
DAİŞ’in hâlihazırdaki “halife”sinin barındığı yer, bir önceki lider el-Bağdadi’nin barındığı -ve 26 Ekim 2019’da benzer bir baskına uğradığı- yerin 25 km kadar ötesinde (kuzeyinde). El-Bağdadi TC sınırına 7-8 km kadar mesafedeydi, el-Kureyşi 2-3 km mesafede. Yani DAİŞ bir süredir hem TC sınırından hem de İdlib içinde, TSK’nın üslendiği yerlerden az ötedeki birtakım evlerden idare ediliyor. Bu durumda en büyük teyakkuzun Ankara’da görülmesi gerekmez miydi?
DAİŞ liderlerinin İdlib’e sığınışı sahiden pek tuhaf. Heyet Tahrir el-Şam’ın DAİŞ “halife”sini barındırması olacak şey değil. Onun orada oluşundan haberdar olmaması kezâ. DAİŞ öndegelenlerinin kendilerini HTŞ’ye emanet etmesi, düşünülemez bile. Operasyon herkesten önce HTŞ’yi acayip duruma sokuyor. DAİŞ’e mesafeli El-Kaideciler de HTŞ’yi suçluyor: ya ABD’ye engel olmaya cesaret edemediniz ya da işbirliği yaptınız, diyorlar.
O halde bu adam burada nasıl barınabiliyordu?
O küçücük yerlerde, avanesi ve ailesiyle, dikkat çekmeden bulunmayı ve kamuflaj işini çok iyi becerdiğinden mi? Birileri “buna dokunmayın” dediğinden mi? Örgütle nasıl haberleşiyordu, kimler gelip gidiyordu? Silahlar, patlayıcılar, HTŞ kontrollarını atlatarak, TSK ve TC istihbaratının gözünden kaçırılarak getirilmiş; nasıl?
Mesele DAİŞ liderlerinin sığınaklarının sırf Türkiye’nin sınırına ve Suriye’deki askerî mevzilerine yakınlığı da değil. Daha büyük.
KAPIDA BİR MİLYON İNSAN
Bir milyonu aşkın çaresiz, umutsuz insanın feci koşullarda, dipdibe, yarı aç, susuz, sağlık hizmetinden, ilaçtan yoksun, çel çamur, su birikintileri arasında, bazen kar ve buz üstünde yaşam savaşı verdiği, dünyanın en büyük çadırkenti halini almış Atme mülteci kampının az ötesinde DAİŞ halifesinin barınıyor oluşu kulağa fazla ürkütücü gelmiyor mu? Bu kampta, gelecek beklentisinden yoksun, dehşet içinde yaşayan travma halindeki gençler, çocuklar, yeni DAİŞ terörü dalgasının gözükara militanları olabilirler. Akla korkunç ihtimaller getiren bu durumu -insanî ağırlığının yanısıra- Türkiye açısından katmerli felaket potansiyeli kılan olguysa, Atme kampının TC sınırına konmuş devâsâ bir bomba oluşu. Suriye ordusu buralara ilerlese bu insanlar hep birlikte sınıra yığılmayacaklar mı? Ya da günün birinde sırf canlarına tak ettiği için bunu yapmazlar mı? Korkunç koşullarda hayatta kalmaya çalışan, gidecek yeri olmayan bir milyonu aşkın insandan sözediyoruz.
Tabiî sırf ihtimaller değil, güncel durum da büyük endişe kaynağı olmalı. Bu kamptan Türkiye’ye geliş-gidiş oluyor mu? Kimler gelip gidiyor? Kimler kimlerle ilişkide? Getirilip götürülen de var mı? Kamp içindeki güç dengeleri nasıl?
DAİŞ “halife”sinin Türkiye’nin denetimindeki bölgede barınıyor oluşuna bakılırsa, bu sorulara verilecek “her şey kontrolumuz altında” cinsinden cevaplar buz gibi tebessümlerle karşılanmalı.
Soğuk soğuk tebessüm eden birileri var nitekim. Rusya, ABD’nin kendisine önceden bilgi vererek yaptığı operasyonu desteklediğini bildirdi, “İşte, görüyorsunuz, Suriye’nin bu bölgesinde teröristler cirit atıyor” mealinde bir açıklama yaptı. Dışişleri Sözcüsü Maria Zaharova, Ankara’nın sorumluluklarını yerine getirmediği anlamına gelecek ifadeleri de araya sıkıştırdı. Bu arada, Suriye’de şimdiye kadar onlarca hastane bombalamış Rusya’nın, “ABD operasyonunda siviller öldüyse titizlikle araştırılmalı” açıklaması da kan donduran pişkinlik haberleri listesine üst sıralardan girdi.
DAİŞ’le Ankara’nın ilişkisi şuna benzemeye başladı: Birileri bir yerde cam açıyor, biz burada cereyanda kalıyoruz. İnşallah çok fena grip olmayız, şu salgın koşullarında. Zira ihtimaller sınırlı: Ya camı açan buradan biri ya pencere sandığımız kadar uzakta değil.