Dalga: Ölüler kıyıya vurduğunda

Yazar ve aktivist Giulio Cavalli'nin Türkçedeki ilk kitabı 'Dalga', Yelda Gürlek çevirisiyle Can Yayınları tarafından yayımlandı.

Google Haberlere Abone ol

Giulio Cavalli, roman yazarlığının yanı sıra, tiyatro oyunlarıyla da adından söz ettiren bir aktivisttir. Özellikle politik oyunları ve İtalyan mafya düzeninin perde arkasını konu edinen kitaplarıyla tanınır.

Güncel politikayla, çevre ve insan haklarıyla ilgili aktif şekilde YouTube videoları çeken, podcastler yayınlayan Cavalli’nin Türkçedeki ilk kitabı geçtiğimiz günlerde raflara girdi. 'Dalga' ismini taşıyan, Yelda Gürlek’in İtalyanca aslından çevirdiği bu romanın altında ise Can Yayınları’nın imzası var.

ÖLÜLERİN YÜZYILI

“Ölüler. Sahile vuran dalgalarla denizin kıyıya üst üste yığdığı poşetler gibi, ezilmiş suratlarıyla biri diğerinin göğsünde, gerisini kimsenin tahmin edemeyeceği yığından dışarı bir ayağın sarktığı, doğan olmayacak kadar tuhaf bir biçimde birbirlerine yılan gibi dolanmış, kemiksiz filetolar halinde uzanan, suda yıpranmış, güneşte kaskatı kesilmiş tişörtleri ve pantolonlarıyla, insan kadavraları, hepsi erkek ve hepsi genç ve hepsi aynı şekilde kaslı, tıpkı fil kafeslerinde yetiştirilmiş, satışa hazır edilmiş ve sonunda da denize pazarlanmış gibi onlarca, belki yüzlerce vücudun kümelendiği cesetten bir halı.”

Küçük bir sahil kasabası olan DF’de her şey tüm sıradanlığında ilerlerken, günün birinde, Giovanni Ventimiglia adındaki yaşlı bir balıkçı, teknesini iskeleye yanaştırdığı esnada denizde bir erkek cesedi görür. Cesedin üzerinde bir gömlek, bir de şort vardır ve derisi -uzun zaman denizde kalmaktan ötürü- kavrulmuştur.

Ventimiglia, balık pazarına geç gidip eşinden azar yemeği göze alarak polisleri çağırır ve Komiser Don Magnani’ye olayı etraflıca anlatır. Yapılan araştırmada cesedin bu kasabadan, hatta bu ülkeden olmadığı sonucuna varılır. Teni koyudur, Afrikalı olabileceği düşünülür. Muhtemelen dalgaya kapılıp karşı taraftan, öte yakadan gelmiştir, ancak ölüm nedeni tam olarak belli değildir. Ne bir bıçak yarası vardır vücudunda ne de başka bir şey. Peki ama kimdir bu, neyin nesidir?

Dalga, Giulio Cavalli, Çevirmen: Yelda Gürlek, 224 syf., Can Yayınları, 2021.

Ventimiglia’nın bulduğu cesetle ilgili soruşturma kısa sürede bilinmezliklerle dolu bir şekilde kapatılır. Kimin nesi olduğu bilinmeyen bir yabancıyla ilgilenmek istemezler açıkçası. Ne var ki kısa bir süre sonra Lilly adlı bir kadın ikinci bir erkek cesedi bulur. Bu da neredeyse ilkiyle aynıdır. Bir süre sonra birbirinin andıran dört erkek cesedi daha bulununca işler ister istemez ciddileşme başlar, ancak yine de çok önemsenmez. Bütün yetkililerin bir kaçış yolu vardır: Olayın bir deniz kazası olduğu, cesetlerin peyderpey kıyıya vurduğu iddia edilir.

Kısa süre sonraysa işler çığırından çıkmaya başlar. Önce yüz küsür ceset vurur DF kıyılarına. Akabinde bu sayı yirmi bini aşar. Hem de aynı anda. Yetkililer bunlarla uğraşmaya çabalarken büyük bir ceset “akını” daha yaşanır. Öyle ki sokaklar, bahçeler, kapı ve pencere önleri… Akla gelen neredeyse bütün sosyal alanlar üst üste binmiş, fiziksel olarak birbirine benzeyen cesetlerle dolup taşmaya başlar.

AVRUPA KORKU TOPLUMU

'Dalga'da eşine az rastlanır, distopik bir atmosfer var. Her şey tüm sıradanlığıyla ilerlerken, gerçeğin içine bir taş atarak onu bulandıran Cavalli, ilk elden oldukça “normal” gelen bir durumu yavaş yavaş tırmandırarak, romanı içinden çıkılmaz bir gerilime dönüştürmeyi başarır.

Kitaptaki esas mesele her ne kadar ölülermiş gibi görünse de, ilerleyen sayfalarda Cavalli’nin asıl derdinin başka olduğunu anlarız. Kasaba halkı, aslında bu tehdit olmayan tehditleri, ölüleri nasıl karşılar, onlarla nasıl baş etmeye çalışır ve tüm bunlar nelere sebep olur… Soruların ardı arkası kesilmez ve cevapsız kalan sorular büyük korkular yaratarak bir baskı unsuruna dönmeye başlar.

İşte Cavalli’nin de, kitabın da ana tartışmasını bu oluşturur. Ölülerin kalabalık şekilde DF kıyılarını, hatta sokakları işgal etmesi, sosyal ilişkileri zedeleyip, birtakım sağlık önlemlerine kapı aralasa da, evvela bunca ölünün nereye konacağı gibi temel bir soru işareti yaratır. Ancak bu da yetmez. “Çözülen” her soru, çoğalarak kasabanın üstüne çöreklenir. Devamında, sahil şeridini sınırlamaktan, özel yasaklara ve hatta kapatılmaya kadar uzanan bir dizi önlem “haklı” gerekçelerle alınırken, güç ve yasaklar her adımda dönüşerek yavaş yavaş totaliterleşmeye kapı aralar.

Kasabanın geçirdiği bu dönüşümü halk üzerinden okuyabilsek de, Cavalli karşımıza çeşitli temsilciler çıkarır; bunların başında komiser, belediye başkanı, din adamı ve medyacı gelir. Ölülerin nereden geldiğiyle başlayan sürecin, böylesi “önlemlerle” devam etmesini bu temsiliyetler üzerinden okurken, güç ve meşruiyet üzerine ister istemez yeniden düşünürüz.

Diğer taraftan bu “ne idiği belirsiz” ölülerin birbirine fiziksel olarak benzemesi de Cavalli’nin özellikle altını çizdiği bir ayrıntıdır. Ölülerin ten renklerinin koyu olması, ilk elden net bir gerçeği, modern dünyanın en büyük problemlerinden biri olan sığınmacıları akla getirir. Denizi geçmeye çalışırken botu batan/batırılan, birçoğu boğulan, kalanlarınsa beter şartlarda yaşadığı bu sistemde “ev sahiplerinin” yaşadığı korku oldukça başarılı şekilde işlenir.

Cavalli, her fırsatta politik biri olduğunun belirten, taraf olmayanları eleştiren bir yazardır. Meseleye buradan bakınca da gerek sığınmacı sorunu gerek Avrupa’daki korku ve totoliterleşmeye yatkınlık durumu daha net bir tablo çizer bize.

“Bir kişi yolda yürürken düşerse komedi, herkes aynı anda düşerse trajedi olur,” demişti bir gün Muzaffer İzgü. 'Dalga'yı okurken bu söz aklıma geldi: Bir ceset kıyıya vurursa “normal”dir, ama on binlerce ceset vurursa bu bir felaket olur.