Danıştay’da hukuk ve demokrasi şöleni yaşandı
Danıştay İstanbul Sözleşmesi duruşmalarının bence en güzel tarafı Cumhurbaşkanı kararı ve savunma sözcüklerini bolca yan yana kullanabiliyor olmak. Çünkü bu duruşmalarda yargılanan tek kişilik yönetimin karar alma usulü ve genel olarak sistemin ta kendisi. Düşünün, gün boyu kadın hakları ve şiddetle mücadele konuşuluyor. Hukukun üstünlüğü ilkesi, mahkemede heyete özgüvenle ve derin bilgi birimiyle hatırlatılıyor.
"Yürütme yetkisinde olduğu bir şekilde anlaşılacaktır."
Bu cümle mealen ‘şöyle veya böyle ama sonunda mutlaka kabul etmek zorunda kalacaksınız’ anlamında.
Ve İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma kararını savunmak için Cumhurbaşkanı adına söylendi. Cumhurbaşkanı, kararını savunmak için Milletlerarası Anlaşmalar Daire Başkanını yetkilendirmiş. Kararını savunmak için kendi adına konuşma yetkisine sahip kişinin sözü Cumhurbaşkanının sözü kabul edilmek durumunda. Bir cumhurbaşkanı böyle bir cümle kurmaz diyemiyoruz zaten ortam malum. Hiçbir gerekçe göstermeden tek cümle ile İstanbul Sözleşmesi’nden çıkıldığını Resmi Gazete ile duyurduktan sonraki günlerde, toplumsal tartışmaya son vermek için ‘kimse önünü arkasını karıştırmasın, çıkıldı mı çıkıldı’ diyebilmişti. Duruşmada vekili ‘bir şekilde anlaşılacaktır’ demiş, çok görülmez. Davalı tarafın savunmasından alınan bir tek bu cümle bile mevcut idarenin yönetme felsefesine kapsayıcı bir örnek sayılır çünkü benzeri ifadeler her gün hatta bazen günde birkaç kere gündeme düşüyor.
O şekil, nasıl bir 'şekil' olacak, hukuk dairesinde mi yoksa zorbalıkla mı, kestirmek güç ancak yarı tehdit gibi hissedilse de kalabalık duruşma salonunu güldürdü, eğlenceliydi yani.
Danıştay İstanbul Sözleşmesi duruşmalarının bence en güzel tarafı Cumhurbaşkanı kararı ve savunma sözcüklerini bolca yan yana kullanabiliyor olmak. Çünkü bu duruşmalarda yargılanan tek kişilik yönetimin karar alma usulü ve genel olarak sistemin ta kendisi.
Yargılanan Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemi ve Türkiye siyaseti hala bunun ayırdına varmış görünmüyor. Duruşmalar sonunda mahkeme ne hüküm keserse kessin değişmeyen gerçek o salonda sistemin yargılanıyor oluşu. Türkiye siyasetinin partileriyle, basınıyla, siyaset bilimcileriyle işi gücü bırakıp tek günden olarak ele alması gereken bir konu olmalı İstanbul Sözleşmesi duruşmaları.
İzleyicilerin de girebildiği bu duruşmalarda sosyal araştırmacılar, siyaset bilimciler, gündem yorumlayan yazar ve çizerler salonda yer almanın önemini fark etseler. Ve orada olsalar kim bilir ne analizler, ne değerlendirmeler düşer toplumun gündemine. Neyse bugün şölen gibi duruşmanın ardından kimseyi rahatsız edecek şeyler söylemek istemiyorum. Havayı teneffüs etmek ve yerinde gözlem yapmak isteyenler varsa çok fazla bir şey kaçırmış sayılmazlar benzeri ortam iki kere daha yaşanacak. 14 Haziran ve 23 Haziran duruşmaları var önümüzde. Ülkede her gazetedeki onlarca köşe yazarından birkaçı gelse, kendilerine hukuk ve demokrasi şöleni armağan etmiş olurlar.
Şölen evet ancak gerçeklerden kopuk değil tersine gerçek anlamda belgesel sayılır duruşmalar. Ülkede hukukun üstünlüğü sayesinde her günün nasıl keyifle yaşanabileceğini gösteren uzun metrajlı olması umulan bir filmin kısa tanıtımı çekiliyor orada diyebilirim. İç hukuk, uluslararası hukuk, insan hakları hukuku dersi veriliyor üstelik hayran olunası canlı performansla.
Danıştay 10’u Dairesinin kadınların talebini kabul etmesi ve saygı göstermesi çok kıymetli ancak bir günlüğüne demokrasi şöleni içinde yaşamak ihtimali de yine kadın mücadelesinin eseri. Kendiliğinden oluşmadı bu atmosfer. EŞİK Platform gönüllülerinin adeta 7/24 emeğini Türkiye kadın hareketine ve demokrasi sevdalılarına hediye etmesiyle şekillendi ortam. Ülkenin her yerinden, her meslek ve meşrepten kadınların eşitlik ihtiyacı ve adalet arayışı etkili o salonun doldurulmasında. İki kere bu ortamı teneffüs etme şansını yaşadım ve iki kere daha yaşamaya niyetliyim, herkese tavsiye ederim.
Düşünün, gün boyu kadın hakları ve şiddetle mücadele konuşuluyor. Şiddet mağdurları, kadın cinayetleri, cins kırım örnekleri anılıyor. Ve tüm bu acı verici örneklerle yeniden hüzünleniyor insan ama aynı anda neler ve nasıl yapılırsa şiddetin önlenebileceği dile getiriliyor. Hangi kural ve usuller uygulanırsa kadınların şiddetsiz bir hayat sürebileceği, şiddet yaşamış olanların kurtulabilmesi için yapılması gerekenler üzerinde duruluyor.
Eşit yurttaşlık talebinin ülkenin siyasal sistemi ve hukuk düzeni ile ilişkisi en ince detaylarına kadar ele alınıyor. Hukukun üstünlüğü ilkesi, mahkemede heyete özgüvenle ve derin bilgi birimiyle hatırlatılıyor. Üstelik kimse laf kalabalığı yapmadığı gibi yetki belgesi alanlar sözü kesilmeden konuşabiliyor. Karar hem hukuki hem siyasi hem toplumsal boyutlarıyla, fayda ve zarar yönlerinden derinlemesine tartışılıyor. Siyasi ve hukuki eleştiriler peş peşe ve birbirini tamamlayarak yerleşiyor Danıştay binasının duvarlarına, kapılarına, koltuklarına ve döşemesine. Sonuç ne olursa olsun bilelim ki bu kulaklara giren o sözler mahkeme kürsüsüne de asılı. “Rüyası ömrümüzün çünkü eşyaya siner” dizesiyle Tanpınar’ın bize hatırlattığı üzere hayalini kurduğumuz düzeni yaşamak için emek vermeye değer.