Dardenne ve... Diğer Dardenne
Dardenne Kardeşler (bir kez daha) her karesinde şefkat ve ilgi yoksunluğunu hissettiğimiz, hayatta yolunu arayan, değişik yönlere savrulmuş, bir şekilde bu sert dünyada var olmaya çalışan genç ruhları anlatan bir sosyal dram yaratıyorlar. Ve bir kez daha en iyi yaptıkları şeye dönüyorlar. Güçlü bir şekilde!
Cannes Film Festivali, eğer gelecekte festivale katılan yönetmenler için özel bir 'sadakat' ödülü verecekse herhalde Dardenne Kardeşler listede en öne geçerler. Belçikalı yönetmen kardeşler (Festivalin yan yarışmalarından ‘Quinzaine’deki filmlerini saymazsak) kendilerini tam 9 kere ana yarışmada buldular ve pek çok defa ödülle döndüler. Hatta Dardenneler aynı zamanda festivalin çok sınırlı ‘Çifte Altın Palmiyeli’ yönetmenler kulübünün de bir üyesi…
Dardenne Kardeşler'in bu kadar dikkat çekmesi ve beğeni toplaması kuşkusuz hem filmlerindeki yalın ama kendilerine has sinema dilinden hem de işledikleri konuların evrensel ve derin olmasından kaynaklanıyor. Yönetmen kardeşlerin bağlı oldukları ana tema fazla değişiklik göstermese de karakterlerindeki ve kurdukları ortamlardaki çeşitlilik bir tekrar hissiyatının oluşmasını engelliyor. Bu tema, çocukların veya ergenlerin 'entegre' olmakta yaşadıkları zorluklar şeklinde özetlenebilir.
Yönetmen kardeşlerin özgün sinema anlayışının çerçevesini daha iyi belirlemek için 'moral' ve sosyal konuları yine ustalıkla işleyen Ken Loach ve Asghar Farhadi gibi iki büyük ismin de filmlerine bakmamız gerekebilir: Dardenneler'i Loach sinemasından ayıran esas nokta, Loach’un toplumdaki değişik sosyal sınıflara bakarken daha çok bu sınıflar arasındaki 'uçurumun' politik etkilerine ve sonuçlarına odaklanması oluyor. Farhadi sineması ise değişmekte olan İran toplumumun orta sınıfına mensup çevrelerinin geleneksel dini kültürün taşıdığı değerlere ilişkin yaşadıkları 'moral' sorunlara eğiliyor. Bu bağlamda Dardenneler'in sosyal içerikler açısından Loach’a yaklaştığını, 'moral' kaygılar bakımından ise Farhadi ile buluştuğunu söyleyebiliriz.
Dardenne’lerin son filmi "Tori ve Lokita" da bunun parlak örneklerinden biri.
Konudan bahsedecek olursak: Tori ve Lokita, biri 10’lu yaşlarda diğeri ise 16 yaşında, Afrika’dan 'yarı-kaçak' yolla gelmiş, yolculuk sırasında gemide karşılaşmış iki çocuktur. Bu ikili, Avrupa’da yeni bir hayat kurmak için kendilerini kardeş gibi tanıtırlar. Ancak Tori her ne kadar ülkede 'meşru' bir mülteci gibi görülse de Lokita’nın benzer belgeleri yoktur ve hem ülkede kalmak için hem de sonrasında hayal ettiği 'temizlik' işi için Tori ile kardeş olduğunu ispat etmek zorundadır.
KARDEŞ GÖRÜNMENİN ZORLUĞU
Yönetmenler senaryolarının iki ana karakterini yani Tori ve Lokita’nın arasındaki bağı hassas bir dengeye oturtarak daha en baştan nasıl bir atmosfer ve gerilim yaratacaklarının sinyallerini veriyorlar. Birçok sinemacı yaş ve dolayısıyla 'direnç' olarak da küçük olan Tori karakterini sadece 'korunması gereken' veya önemsiz bir 'yan karakter' gibi sunabilecekken, Dardenne Kardeşler 'gizliden' asıl inisiyatifi onun eline veriyorlar. Kuşkusuz film boyunca Lokita, Tori’ye gerçek bir abla gibi davranıyor ve onu birçok defa koruyup kolluyor ama aslında biraz da cinsiyetinden dolayı kendi durumu ondan çok daha savunmasız ve kırılgan… Dolayısıyla film ilerledikçe Lokita’nın önündeki engeller artıyor: Bir yandan onu İtalya’dan kaçak olarak getiren organizasyon tarafından tehdit ediliyor, diğer yandan da gizlice çalıştığı lokantadaki aşçının uyuşturucu trafiğinde kurye olarak çalışmaya zorlanıyor. Zaman zaman cinsel istismarlara uğruyor, hatta bir süre sonra mafyanın başında olduğu bir uyuşturucu merkezinde çalışmak durumunda kalıyor. Ancak bütün bu sorun 'yumağında' ona yardım elini uzatan beklenmedik bir şekilde Tori karakteri oluyor. Onu adeta öz ablası gibi gören Tori, en çaresiz durumlarda ona umut veriyor hatta çok küçük yaşta olmasına rağmen ona yardım için kendisi de 'kuryelik' yapıyor. Bu yardımlar bazen bu eylemler gibi büyük çapta bazen ise Afrika’nın ayrı ülkelerinden geldikleri için kendi yerel dili öğretme gibi çok daha kişisel ama aynı derecede işlevsel gayretler türünde oluyor. Bunun gibi 'alışverişler' Tori’yi biraz geri planda gibi gösterse de asla unutturmuyor, hatta bazen filmin asıl protagonisti haline getiriyor.
MİNİMALİST SİNEMANIN ZORLUĞU
Bilindiği üzere Dardenne Kardeşler'in filmlerinin 'alameti farikalarından' biri de sinema dillerindeki minimalist yaklaşımdır. Filmlerinde hiçbir zaman çok özel veya sıra dışı karakterler olmaz. Onlar daha çok kişisel travmalar veya rahatsızlıklar taşırlar. Karşılaştıkları engeller sıra dışı durum veya olaylardan değil, daha çok etnik köken farklılığı veya sosyal eşitsizlikten doğan durumlardır. Ancak bu, asla yaşanan olayların veya karakter çatışmalarının vahametini azaltmaz. Aksine bu olaylara çok daha sağlam, gerçekçi ve zaman zaman adeta 'nefes alınamaz' dayanaklar sağlar. Ana karakterler sadece acı çeken değil daha çok acı içinde 'var olmaya' çalışan kişiler haline dönüşürler. Yönetmenlerin bu minimalist sayılabilecek sinemasal yaklaşımı sürekli olarak, hiçbir karakterin göründüğü kadar sıradan olmadığına, ruhsal bir 'çöküntünün' sadece eylem ve sözlerle gösterilme zorunluluğu taşımadığına ve ahlaksal ikilemlerin vicdani tereddütlerden hiç de geri kalmadığına işaret eder.
Hatırlamamız gerekir ki bu çok başarılı kariyere rağmen Dardenne Kardeşler de bir 'duraksama' veya ufak bir form düşüklüğü dönemi yaşadılar. Kuşkusuz yönetmen kardeşlerin filmleri belli bir düzeyin altına asla düşmedi ve gerek senaryoları gerekse de parmak bastıkları konular yine dikkat çekiciydi ama "Söz"(La promesse), "Rosetta" veya "Oğul"(Le fils) gibi filmlerle geniş bir hayran kitlesi, iki Altın Palmiye ve birçok önemli ödül kazanmış Dardenneler'in "Bisikletli Çocuk"tan (2011) bu filme kadar çektikleri üç film o derede etkileyici bulunmadı. Biz yine de kendi adımıza 2019 yılında imza attıkları "Genç Ahmed" filmini konusunun güncelliği ve ele alma açısından bir adım önde görüyoruz.
Yönetmenlerin hakkını vermemiz gereken noktalardan biri de kuşkusuz oyuncu seçimleri ve onlardan aldıkları verim oluyor. Zamanında kariyerleri yükselişte olan (bugün ise bir kısmı ünlü) oyunculardan aldıkları performans, bu kez uzun bir seçme sürecinden sonra 'keşfedilen' Pablo Schils ve Joely Mbundu isimleri ile sürüyor. Gerçekten iki oyuncuyu da bu ilk deneyimlerindeki başarılarından dolayı kutlamamız gerekir.
Sonuçta Dardenne Kardeşler (bir kez daha) her karesinde şefkat ve ilgi yoksunluğunu hissettiğimiz, hayatta yolunu arayan, değişik yönlere savrulmuş, bir şekilde bu sert dünyada var olmaya çalışan genç ruhları anlatan bir sosyal dram yaratıyorlar. Ve bir kez daha en iyi yaptıkları şeye dönüyorlar. Güçlü bir şekilde!