Dayanışmaya ne oldu?
Dünya halklarının muhtaç olduğu uyanış nasıl gerçekleşecek bilmiyorum, ama karar vericilerin, dünya siyasetinin değişmesi için önce kolektif aklın ve ruhun değişmesi, hiç değilse içindeki iyi bir şeyleri hatırlayıp, canlandırması lazım.
Hayır Lech Walesa’nın sendikasını sormuyorum… Pandeminin ardından hepimizin bir umutla sarıldığı o kavramdan söz ediyorum. Güçlünün güçsüze, olanın olmayana destek olacağı, herkesin birbirine yardım edip omuz omuza vereceği ve bu sayede türümüz insanlığı ortak düşmanımız Covid-19’dan koruyacağımız bir dayanışma ortamı hayal etmiştik. Olmadı. Bir an sanki insanlık başına gelenin farkında gibiydi, ama sonra belanın öyle kolay kolay geçmeyeceğini anlayınca herkes yine kendi başının çaresine bakar oldu. Sadece kendi ailesini, kendi hanesini kollama kültürü olan bizi geçtim, kolektif bilinci daha yüksek olan toplumlarda bile farklı bir şey görmedik. Batı Avrupa, belki hanenin sınırlarını geniş tuttu yine, ama onlar da kendi tanımladıkları ulusal ve kıtasal sınırların ötesine geçemediler.
Aşı keşfedildiğinden bu yana işler daha da sarpa sardı, insanlığın berbatlığı daha da görünür oldu. Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) zaten en baştan olan bitenin adını koydu: ‘Ahlaksızlık’. Ama gün geçtikçe işin vahameti arttı. İhtiyacı olduğundan çok daha fazlasını parasıyla bağlayan Batılı ülkeler, daha sonra teslimatın kendilerine söz verilen tarihte yapılmayacağını öğrenince daha da açgözlü bir hal aldılar. Kendi kurumlarına güvenen Avrupalılar bile aşının faydası ve yan etkileri üstüne şüpheye kapılınca kamuoyu baskısı oluştu ve aşının musluğunu tutan Avrupalı ülkeler işi bir adım daha ileri götürüp iki gün önce aşının AB dışına satışına yasak getirdiler. İngiltere de onlara kızdı, o da kendi aşısını kimseye yollamayacağını duyurdu. Ada kıtayı milliyetçilikle, kıta Adalı ilaç firmasını sözünü tutmamak ve şeffaf olmamakla suçladı. Yani aşısı ve umudu olanlar bile birbirine girdi.
Yoksul ülkelerin hali ise perişan. Trumpgillerin çağında etkinliği iyice azaltılan uluslararası örgütler, bizim ulusal meslek örgütleri gibi eleştirel bir tutum takınmaktan daha fazlasını yapamaz hale getirildi. DSÖ’den öğrendiğimize göre yoksullar aşıya ancak 2022’de kavuşabilecek.Herkes kendi aşısını üretme ve mümkünse herkesten önce üretme ve mümkünse bütün dünyaya satıp bu işten de yeni bir zenginlik elde etme yarışına girmişti, şimdi bu aşı tacirlerinin kayıkçı kavgasını izliyoruz. Covid-19’un sınır tanımadığı daha ilk ayda belli olmuştu. Dünyanın en zengin ve medeni ülkeleri kendilerini evlerine kapanmış buldu. Küresel ticaretin, seyahatin bir dünya düzeni oluşturacak şekilde bu kadar yaygınlaştığı bir zamanda ulusal sınırlara çekilmenin mümkün olmadığını herkes görmüş olmalı. Aşı dahil salgınla her tür mücadelenin uluslararası örgütlenmeyle sürdürülmesi gerektiği bir zaman, işte böyle silahlanma yarışı gibi aşılanma yarışı içinde geçirildi. Hiçbir şey yapılmadı değil, mesela bütün ülkelere adil aşı dağıtımı için bir organizasyon kuruldu: Covid-19 Aşıları Küresel Erişim Programı COVAX. Sonuç hiç parlak değil, yeterince destek bulamayan COVAX yetersiz kaldı. DSÖ Genel Direktörü Dr. Tedros Adhanom Ghebreyesus olan biteni şöyle özetledi: "Şu an dünyanın az gelişmiş ülkeleri (aşıları) izliyor ve beklerken, zengin ülkelerde aşılamalar devam ediyor. Her geçen gün dünyanın zenginleri ve yoksulları arasındaki uçurum daha da büyüyor."
Ölüm karşısında zaten eşit değildik, biliyoruz. Ama bulaşıcı bir hastalıkta komşun hastayken sen sağlıklı kalamazsın. Yani bu bir vicdan meselesi bile değil, en basitinden akıl meselesi. İnsanlık geçen bir yıl içinde bu krizi ne aklıyla ne de vicdanıyla yönetemediğini, karar mekanizmalarında sadece bencilliğin, günübirlik siyasetin ve kitlesel hezeyanların etkili olduğunu gösterdi. Zaten üstünde yaşadığı yerküreyi her tür ekolojik felaket ve iklim yıkımıyla yok eden bir türden daha ne beklerdik ki? Dünya halklarının muhtaç olduğu uyanış nasıl gerçekleşecek bilmiyorum, ama karar vericilerin, dünya siyasetinin değişmesi için önce kolektif aklın ve ruhun değişmesi, hiç değilse içindeki iyi bir şeyleri hatırlayıp, canlandırması lazım.
Ulusal sınırların duvarlarını daha da yükseltmeyi matah sayan ülkelerin yanı sıra aynı toplumun içinde de çoktan gücü gücü yetene düzeni başladı. Biraz da dönüp kendimize bakalım. Nüfuz sahibi olanlarımız tanıdık usulü aylar öncesinden denek listelerine yazılıp üniversitelerde aşısını oldu bile. Devlet büyüklerimiz doktorlardan önce aşılandı. Aşılamaya 90 yaşındaki 120 bin kişiyle başladık ve hâlâ sıra 70 yaşındakilere bile gelmiş değil. Hiç öyle bir haber duymadım, ama hepimiz içimizde bir yerlerde inanıyoruz ki yeterince parası olanlar çoktan bir yolunu buldu, aşısını yaptırdı.
Peki ekonomi? Toplumsal dayanışmamız askıda ekmek bulundurmaktan öteye gidebildi mi? Hiç öyle görünmüyor. Milyonlarca işsiz insan kartlı kartsız kredilere yaslanarak bir yılı geçirdi. O kredileri bile alamayanlar ne yaptı nasıl ayakta kaldı anlamak zor. Öğrenmek de kolay değil, ne de olsa bunun peşine düşecek yaygın medyamız da pek kalmadı. Eğitim ve sağlık hizmeti alamayan, ısınamayan, barınamayan, karnını doyuramayan insanlar için ne devletin ne de sivil toplumun bir atılım içinde olduğunu görüyoruz. Akrabalık bağları yine devrede, yine herkes kendi ailesini kollayıp hayatta tutmaya çalışıyor. Ama bir büyük toplum olmanın gerektirdiği dayanışma, sadece bir kavram olarak ortada bir yerde duruyor.