YAZARLAR

Defne tecavüzden nasıl kurtulur?

Mülke tecavüz yasası yürürlükte olduğu sürece herkesin malına çökme yetkisi ve bu işi yaptıracak gölgeleri var iktidarın. Durdurmak için milyonla Çiğdem, milyonla direniş gerek. Ve çok daha fazla destek…

Adını mitolojiden, Daphne ve ışık tanrısı Apollon arasındaki saldırı hikayesinden aldığı söylenir Defne ilçesinin. Söylence ya da mitoloji deyip geçmek olmaz olup bitmiş, geçip gitmiş işler değildir zira o mitler. Beşerin, insaniyet yolculuğunda törpülenmesi gereken ama hiçbir zaman tam olarak yok etmeyi başaramadığımız zaaflarının nelere yol açtığını gösterirler. Bitmeyen bu yolcuğu biraz da hala canlı, dipdiri olan tecavüz kültürü ile tanır, anlamlandırırız. Evet, salt dini metinleri değil mitolojiyi de feminist okuma süzgecinden geçirince ayan beyan ortaya çıkar ki Zeus’un oğlu Apollon bildiğin tecavüzcüdür. Bu arada fark edilmiştir sanıyorum artık tecavüze, tecavüz dememiz gerektiğini düşünmeye başladım. Adlı adınca söyleyelim. Herkes suçunu bilsin. Kaldı ki tecavüz kelimesi dilimizde salt cinsel saldırı için kullanılmaz. Bugün TDK sözlük ‘eskimiştir’ uyarısıyla kodlasa da ‘ötesine geçme, sınırı aşma ve saldırı’ olarak açıklıyor. Neyse mitolojiye dönelim tekrar. Daphne Apollon’un tecavüzünden kurtulmak için toprak anaya sığınır. Toprak, onun yakarışına duyarsız kalmaz ve içine alarak Daphne’yi Defne ağacına dönüştürür. Evet bir kadın tecavüzden toprağa girerek kurtulur ama mitolojinin erk aklı bu olaydan Apollon’un payına defne yapraklarından zafer tacı biçer.

Toprak, Daphne’yi kurtardı ama soru şu ki bugün gerçek hayatta erk akıldan toprağı kim kurtaracak? Mitolojinin tanrıları yerine bugün hukuka aykırı yasa yapma kudretindeki iktidar aklı var. Depremi rant fırsatına dönüştüren akıl, anayasaya aykırı bir yasa yaptı. Hani mülksüzleştirme filan diyoruz ya değil onun adı tecavüz yasası. Yurttaşın mülküne çökme, mülkiyet hakkına tecavüz etme yetkisi veriyor kamu kurumlarına. Rezerv yapı alanı adıyla da konuşulan bu yasanın da ötesine geçildi. Malum iktidar ve her birini birer tanrıcık gibi yetkilendirdiği kamu görevlileri sınır tanımıyor. Tecavüz yasasına da tecavüz edilmiş. Yasanın sınırları aşılarak Valilere “Geçici el koyma işlemi yapma” yetkisi verilmiş olmalı ki muhtarlıklara bunun belgesi gönderilmiş, askıya çıkarmaları için. Mülk sahiplerini bilgilendirmek yok. İşleme itiraz hakkı tanımak yok. Kamulaştırma belgesi yok. İstimlak bedeli yok. Hatta kesinleşmiş, resmiyet kazanmış yol yapım planı bile yok. Karayollarının elinde taslak çizim var. Valilik muhtarlıklara sözde askıya çıkması için “el konulacak” mülklerin ada, pafta numaralarını gösterir liste göndermiş. Muhtarlardan kimisi mülk sahiplerini bilgilendirmiş, kimisi oralı bile olmamış. Mülk sahiplerinin bilgisi, rızası, onayı olmadan, yol planı kesinleşmeden Karayollarının ve muhtemelen taşeron firmaların iş makinaları ile devlet adına zeytinliklere tecavüz edilmiş. Bundan sonrasını Çiğdem Mutlu Arslan anlatsın.

Çiğdem’i, Mutlu Zeytin Direnişi etiketiyle X hesabından, basından ve gazetemizde Burcu Özkaya Günaydın’ın haberinden tanıyor olabilirsiniz. 33 gündür kendi zeytinliğinde son kalan ağacını kestirmemek için direniyor. Konuştuğumuzda gerçekte direnişinin 40 gün civarında olduğunu öğrendim. Çünkü öncelikle kamu kurumlarına, yetkililere ulaşmak için çaba göstermiş. Dilekçesini kayda geçirtmek için bile ayrıca mücadele etmek zorunda kalmış. Tek başına zeytinliğini savunma eylemine başlamasının itici gücünü merak ediyorum. Bu savunma halinin kendiliğinden, içten gelen, bir itkiyle başladığını söylüyor. “İki ayrı alanda zeytinliğim var. Hem asırlık ağaçlarım var hem de yeni diktiklerim. Dolayısıyla alana sık sık giderim. Sulama, ot yolma gibi bakımlarını yaptım bir gün ama ertesi gün yine gitmem gerekiyor hissiyle tekrar gittim, sanki biri beni dürttü. Yani oraya gitmen gerekiyor gibi bir hisle çıktım. Oraya bir geldim baktım ki zeytin ağaçlarının hiçbiri yok. Bölgede 2 alanım var ama farklı yerlerde. Üst tarafta bu bahsettiğim. 10 tane asırlık, 150-200 belki de daha fazla bilemiyoruz yani ama kocaman ağaçlar. Gövdesini 2 kişinin belki 3 kişinin saramayacağı ağaçlar. Allah! Onların kesilip kenarda atıldığını görünce dizlerimin bağı çözüldü. Ve ağlamaya başladım. O anki feryadı ve sorularıyla iş makinaları durmuş. Siz ne yapıyorsunuz, kimsiniz, ne işiniz var, ne hakla ağaçlarımı sökmüşsünüz?” Zeytin ağaçlarına kıyan, çalışmakta olan iş makinalarının önüne atılarak yönelttiği bu sorular üzerine araçlar, çalışanlar durmuş o an.

“Abla biz bilmiyoruz, bize yol yapılacak dediler. Şantiyeden bir yetkili çağıralım sana.” O yetkili, yetkisini de alsın gelsin dedim. Bir yetkili geldi güya ama yetkilinin ne yazık ki yetkisi yok. Şantiyeye yönlendirdiler beni. Gittiğimde işin gerçeğini öğrendim ve hukuksuz bir iş yapıldığını gördüm. Geçici el koyma kararı. Valilik kararında geçici konaklama amaçlı yazıyor ama konaklama olmadığı gibi geçici de değil, kalıcı bir yol yapımı amaçlı kesim yapılıyor. Geçici konaklama için asırlık ağaçlar mı sökülürmüş" sorusuyla devam ediyor Çiğdem Mutlu Arslan: "Beton… Bitti yani… O Valilik kararıyla bu işlem yapılmış. Buna da şöyle bir kılıf uyduruyorlar. Kamulaştırılacak, ha, nasıl olsa yapılacak, şimdiden yapıyoruz, diyorlar. Şu anda biz temizlik yapıyoruz ama şey, arkadan gelecek kamulaştırma kararı…" Günler süren kamu kurumu ve yetkilileri ile temasında aldığı cevapları böyle özetliyor Çiğdem. Tanıdık geldi değil mi, bu cevaplar.

Hukuk arkadan gelsin politikası hiç şaşmıyor yani. Ve Çiğdem son kalan 8 ağacını kesimden, kıyımdan kurtarmak için önce 15 gün ağaçlarının altında oturmaya başladı. Çiğdem bekledi, iş makinaları bekledi. Çalışanlar ise Çiğdem’i gözledi. Tuvalet ve yemek ihtiyacı için evine gitmek zorunda kaldığında komşuları veya kardeşleri onun yerine nöbete duruyor. Sonra bir çadır kurdu zeytin ağaçlarının yanına. Kurduğu çadırın hikayesi de ayrı bir yara. Depremde evi az hasarlı olduğu için devletten hiçbir yardım almamış. Çadırı da AFAD’dan kendi imkanlarıyla almışlar. Yine de depremzede olduğunu herkesin bilmesi için sembolik olarak ağaçlarının yanına o çadırı kurmuş. Fakat derdi bu kadarla da bitmiyor. Tecavüz yasası dediğim o rezerv yapı alanı meselesi yazık ki az hasarlı evini de kapsıyor. Henüz evinin akıbeti belli değil, kaygısı yüksek. Geçim kaynağını kaybediyor diğer yandan barındığı evini de kaybederse…

Bir dokun bin ah işit, derler ya Çiğdem için, Defne için ve genelde deprem bölgesi için öyle geçerli bir söz ki uğranan haksızlıklar için ne kadar konuşsak, yazsak yetersiz kalacak. Bu nedenle herkesin yerim dar, yenim dar demeden elinin erdiği aklının kestiği yerden gündemde tutması gerekir. Çiğdem’in direnişi basında ses getirdi ve inşaat için ‘yol temizliğini’ şimdilik durdurdu ama yarın ne olacağı bilinmez. 30 gün boyunca zeytinliğin başında bekletilen iş makinaları son günlerde şantiyeye çekilmiş ama güven olmaz ki. Rehavet yaratıp, nöbeti engelleyecek bir tuzak da olabilir bu ‘geri çekiliş’. Mülke tecavüz yasası yürürlükte olduğu sürece herkesin malına çökme yetkisi ve bu işi yaptıracak gölgeleri var iktidarın. Durdurmak için milyonla Çiğdem, milyonla direniş gerek. Ve çok daha fazla destek… Siyasetten, sivil alandan, bireylerden gelen destekler ise son günlerde, Kaymakam ve Karayolları yetkilisinin direniş alanına yaptığı ziyaretten sonra azalmış. İktidar gücü arkadan yapılan pazarlıklarla direnişlerin gücünü kırmayı iyi bilir. Belki öyle bir şeyler dönüyordur. Ama Çiğdem kendi direnişi sayesinde zeytinliklerin aşağıda kalan kısımlarını şimdilik kurtardığının farkında. Üstelik şunu da biliyor: TOKİ konutlarının inşa edildiği bölgeye kadar giden bir yol zaten var. İki yol olduğunu ve birisinin konut inşaat alanına kadar gittiğini söylüyor. Yol açmak için zeytinliklere kıymaya gerek olmadığının farkında. Kent planlarının, yol açma çalışmalarının planlanması aşamasında ağaçların önceliği olması gerektiğinin de bilincinde. O plan olmayıp taslak çizimden ibaret yol açma girişimi, yol açmaktan da ibaret olmayabilir.

Malum bir de ekonomik kriz ve özellikle gıda enflasyonu varken endüstriyel tarım ürünü olan zeytini, zeytinyağını yok edecek zeytinlik kesimini baksanız sömürge valisi bile yapmaz. Ama ülkenin zenginliklerini gözetmek yerine kendilerini zenginleştirme hesabı yapanların karar vericiliğinde olmaz, olmaz. 


Berrin Sönmez Kimdir?

Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi mezunu. Aynı üniversitede araştırma görevlisi olarak akademiye geçti. Osmanlı Devleti’nin 1. Dünya Savaşı’na giriş süreci üzerine yüksek lisans tezi yazdı. Halkevi ve kültürel dönüşüm konulu doktora tezini yarıda bırakarak akademiden ayrılıp öğretmenlik yaptı. Daha sonra tekrar akademiye dönerek okutman ve öğretim görevlisi unvanlarıyla lisans ve ön lisans programlarında inkılap tarihi ve kültür tarihi dersleri verdi. 28 Şubat sürecindeki akademik tasfiye ile üniversiteden uzaklaştırıldı. Dönemin keyfi idaresi ve idareye tam bağımlı yargısı, akademik kadroları “rektörün takdir yetkisine” bırakarak tasfiyeleri gerçekleştirdiği ve hak arama yolları yargı kararıyla tıkandığı için açıktan emekli oldu. Sırasıyla Maliye Bakanlığı, Ankara Üniversitesi, Milli Eğitim Bakanlığı ve Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde ortalama dört-beş yıl demir atarak çalışma hayatını tamamladı. Kadın, çocuk, insan hakları, demokrasi ve barış savunucusu, feminist-aktivist Berrin Sönmez’in çeşitli dergilerde makale ve denemeleri yayınlanmıştır.