Değersizleşmenin getirdiği agresiflik ve muhalefetin tutumu 

CHP’nin sol’a yaklaşması ittifak içinde elini güçlendirecektir. Tarihin cilvesi de denebilir, HDP ve sosyalistler sağı sağdan kurtarmak gibi bir pozisyona gelmişlerdir.

Google Haberlere Abone ol

Mehmet Türkay*

Bir toplumda değersizleşme hissinin yaygınlaşması insanları pasifliğe ve/veya agresifliğe yöneltir. Her iki tavır da esas olarak kendini korumaya yöneliktir. Pasiflik gündelik hayatta, “benim elimden ne gelir ki”den başlar ve muhalif aktörlerin sorumluluk üstlenmemek için olan biteni görmezden gelmesine kadar uzanır. Agresiflik ise kişisel şiddetten toplumsal şiddete kadar uzanır. Bu kötülük yapabilme hissiyatının yaratılması ve bunun hak olarak görülmesi anlamına gelmektedir. Söz konusu hissiyata dayanan birçok örnek var elbette. Ama bir tanesi bana çok sembolik geldiği için vurgulayacağım. Bir kadın Edirne cezaevini arayıp Selahattin Demirtaş’ın ailesinin trafik kazası geçirdiğini, yaralılar olduğunu, büyük kızın durumunun ağır olduğunu söylüyor. Olayın aydınlanması için gün içinde epey bir zaman geçiyor ve sonuçta asılsız, yalan bir iddia olduğu anlaşılıyor. Bu, saf kötülüktür. Söz konusu kadın AKP’li ve sırf AKP’ye yaranmak için böyle bir kötülük yapabiliyor. İşin özü, AKP’ye yaranmak için kötülük yapmak yaratılan zeminde meşru görülüyor. AKP’nin intikamcı bakışı bu türden kötülüklerin referansını oluşturuyor. Sokak röportajlarına katılan AKP’lilerin hemen hepsi saldırgan bir savunma tarzıyla konuşuyor. Aslında bu, girişte vurgulanan değersizleşme meselesi ile ilgili. Mevcut işleyiş içinde değersizleştirildiğinin farkında olan insanlar, bunu bir biçimde dayandığı/desteklediği iktidar üzerinden agresif bir normalleştirmeyle kabul etmeye ve ettirmeye çalışıyorlar.   

YİRMİ YILDA TAHRİP EDİLEN SEKSEN YILLIK KURUMSALLAŞMA 

Daha önce de vurgulandığı gibi böyle bir toplumsal hissiyatın yaygınlaşması ancak siyasal iktidarın oluşturduğu zeminde mümkün olur. Diğer taraftan iktidarın tasarrufları taraftarlarını beslerken muhaliflerde de direnç noktaları oluşturur. Bu durum elbette bir güç ilişkisi içinde anlam bulacaktır. Bugün yaşanılan durum netleşmiştir. İktidarın tasarrufları sonucunda bilindiği gibi toplumda iki taraf oluşmuştur. İktidar bloğu dışarıya yansıtmamakla beraber kendi içinde sorunlar yaşamaktadır. Muhalefetin ise yaşadıkları sorunları açık hale getirme şansı yoktur. Bu durum elbette toplumsal kırılganlığa işaret ederken Millet İttifakı bir yol haritası ile sürece müdahil olduğunu deklare etmiştir. Bir iktidarın oluşması kurumları oluşturması ve denetlemesinden geçmektedir. Bu anlamda Türkiye tarihi açısından bakıldığında seksen yıllık kurumsallaşmanın yirmi yıllık bir iktidar tarafından tahrip edilmesi veya ortadan kaldırılmasıyla karşı karşıya kalınmıştır. Bu Türkiye’deki kurumsallaşmanın niteliği ile ilgilidir.

TAHRİBATI ONARMAK KOLAY OLMAYACAK

Batı Avrupa’da kurumların oluşum süreci sınıf mücadelelerinin sonucu olarak ve mücadelenin sertliğine bağlı olarak güç kazanmıştır. Bu ayrı bir tarihtir. Türkiye’de kurumsal yapının oluşmasını etkileyecek güçte bir sınıf çatışmasının olmaması kurumsallığı da etkileyerek yapının göreli zafiyetini de beraberinde getirmiştir. Kurumsal zafiyet otoriterlikle telafi edilmeye çalışılmıştır. Bütün sınıfların taraf olmadığı bir kurumsallık kurulduğu haliyle çözülme potansiyelini kendi içinde taşımış, Türkiye’de bu an AKP iktidarıyla son haline getirilmiştir. AKP bu zafiyeti kendi lehine çevirmeyi başarmış ve siyaseten kullanmıştır. Yirmi sene bir kurumun dokusuna nüfuz etmek anlamına gelir. Bu kolay sökülecek bir ilişki olmayacaktır.

Ancak burada AKP kendi iktidarını besleyecek bütün olanakları devreye soktuğu için bir anlamda kontrolü de kaybetmiştir. Siyaseten iflas noktasına gelen bir parti, devlet olanaklarıyla kendini var etmektedir. Bu kurumsallaşma anlamında yaşanan zafiyet gücün daha fazla kullanılmasını da beraberinde getirecektir. Gücün daha fazla kullanılması parti içinde yaygınlaşan değersizleşme hissiyatını önleyip kadrolarda ve tabanda bir konsolidasyonu da sağlamayı amaçlamaktadır.

MUHALEFET EMEK VE ÖZGÜRLÜK İTTİFAKI İLE İLİŞKİLENMELİ

AKP iktidarı, muhalefetin örgütlenmesine karşı pozisyon alacaktır, almaktadır da. Ancak kendi güç kaybını böyle telafi etmenin bir sınırının da bilincindedir. Burada “top” muhalefete düşüyor.  Görünen o ki muhalefet iki tarzı deniyor. Defansı kullandı yeterince, şimdi hücum zamanı, ancak halka nasıl anlatmalı? Parçalı bir muhalefetin varlığı elbette bunu güçleştirmektedir. Millet ittifakı kendi içinde bir konsolidasyon sağlamış görünüyor. Ancak en azından şimdilik seçimleri kazanmak için ne kadar yeterli olacağı şüpheli. Bu belirsizliği kaldırmanın tek şartı HDP’nin öncülük ettiği Emek ve Özgürlük İttifakı ile seçim bağlamında bir ilişkinin tesis edilmesidir. Ancak burası mayınlı bir alan. Mayınlı alan çünkü Millet İttifakı’nın bileşenleri, kısmen CHP de dahil, Kürt temsiliyeti ve sosyalistler karşısında tarihsel karşı duruşlarının hafızasını taşıyorlar. Böyle bir hafızaya rağmen davranmalarının sınırları var ve pek uzak değil. Samimiyseler aşmaları gerekir.

HDP VE SOSYALİSTLER: ‘YOK SAYAMAZSINIZ ÇÜNKÜ VARIZ'

Türkiye’de bugüne kadar sağ siyasetin demokrasi söylemi esas olarak kendilerine ilişkin biçimlenmiştir. Hafızalarına yenik düşmeden HDP ve Emek ve Özgürlük ittifakı ile siyaseten ilişki kurmaları önümüzdeki seçim için zorunludur.  HDP ve sosyalistlerin bu konudaki tavrı açık görünüyor; “yok sayamazsınız çünkü varız” diyorlar haklı olarak. Bu haklılığı temellendirmek için de bir aday çıkartmayı, görüşmelere açık olmak kaydıyla deklare ettiler. Bu bir yanıyla mevcut muhalefetin sınırlarını zorlamak ve el yükseltmek olarak anlaşılmalıdır. Siyaseten başka bir talepleri de yokken ve Türkiye’de mevcut iktidarın değişmesini sağlayacak tek çıkış ancak böyle bir ilişki üzerinden kurulabilecekken sorumluluk da vebal de Millet İttifakı’nın. Onlar düşünmeli. 

SEÇİM GÜVENLİĞİ MUHALEFETİN BERABER DAVRANMASIYLA MÜMKÜN

AKP’nin değersizleşme karşısında güç kullanımı meselesine dönersek! Burada durum ciddi bir hal alabilir. İstanbul belediye seçimleri sürecinde yaşananlar herkesin hafızasında duruyor. İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi kaybeder söylemi de hafızalarda. Bu durumda Türkiye’yi kaybetmeyi iktidar ne kadar göze alabilir? Seçime kadar geçecek süreçte yaşanacaklara bakıp göreceğiz. Peki muhalefet bu sürece dair ne yapacak? Elbette kendi olanakları dahilinde yapacakları vardır, ama yetmeyecektir. Örneğin seçim aşamasında uluslararası gözlemcilerin süreci takip etmek üzere Türkiye’ye çağrılması düşünülmelidir. Çünkü şu an Türkiye’de denetim yapabilecek, güvenilecek tek bir kurum kalmamıştır. Ancak burada kritik olan güvenliğin yine de muhalefetin beraber davranma kültürünü içselleştirmesiyle mümkün olduğudur. Toplumun büyük çoğunluğu nefes almak istiyor. Rahat yaşayabilmenin koşullarını talep ediyor. Muhalif siyasetin bu talebe cevap vermekten başka bir sorumluluğu yoktur.

ÇOĞUNLUK GİDECEK OLANIN GİTMESİ İLE İLGİLENİYOR  

Türkiye’de siyaset yeniden kuruluyor. Eğer AKP kaybederse, başlayacak olan geçiş süreci diye adlandırılan dönem, ne olduğunun ya da ne olacağının göstergesi olacaktır.  Öncelikle toplumun büyük bir kesimi nezdinde beklenen somut adımların atılması elzemdir. Zaten siyaset bunlar üzerine inşa edilir. Millet İttifakı bunu açıkladı. Açıklanan metinden tatmin olmayan bir sol kesim var. HDP ve yeniden palazlanmaya başlayan sol siyasetin ilkeler bazındaki önerilerinin göz önüne alınması önemlidir. Bu duruma klasik siyaset pazarlığı aklıyla yaklaşılırsa olumlu bir sonuç çıkması pek mümkün değil. Diğer bir ifade ile Millet İttifakı’nın ihtiyacı olan destek bugüne dair, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın destek niyeti de bugüne dair; ama taleplerinin gerçekleşmesi seçim sonrasının tasarrufları. Bu durumda seçim sonrası için bir tür “garanti” beklentisi haklı bir duruş olarak ortaya çıkıyor. Çünkü Millet İttifakı’nın ana eksenini sağ partiler oluşturmaktadır. Tüm tarafların bildiği gibi AKP yenilecekse Emek ve Özgürlük İttifakının desteği önemlidir. Bu toplumun önemli bir kesimi, daha öncesiyle karşılaştırıldığında gelecek olanın ne olduğundan ziyade gidecek olanın gitmesiyle ilgilenmektedir. Ehven-i şer yaygın bir kabul durumdadır.

TARİHİN CİLVESİ OLARAK SAĞI SAĞDAN KURTARMAK

Asli kodlarıyla muhafazakâr bir toplumun “sağ” duyulu insanlarının da sürece müdahil olması önemlidir. Millet İttifakı açısından bakıldığında İYİ Parti dışındaki sağ partilerin farklı nedenlerle temsil kabiliyeti olan ancak kitlesi zayıf partilerden oluşmakta olduğu görünür bir gerçektir. Muhafazakarlığın ağırlıklı olduğu bir toplumda bu kadar parçalı bir muhafazakar siyasetin konsolidasyonu da sağ siyaset açısından zorlu bir duruma işaret ediyor. Eğer seçim kazanılırsa sağ siyasetin kendiyle imtihanı da başlayacak. Seçimi kaybetmiş bir AKP ve Millet İttifakı içindeki sağ blok baş başa kalacak. Neler olur? Kim Bilir?

CHP’NİN SOLA YAKLAŞMASI KENDİSİ İÇİN ÖNEMLİ 

CHP açısından sürece bakıldığında, CHP’nin sağa değil sol’a yaklaşması kendisi için daha da önemlidir. Önemlidir, çünkü ittifak içinde elini güçlendirecektir. İttifakın ihtiyacı olan desteğin başka türlü sağlanamayacağı aşikâr. HDP ve sosyalistler diğer taraftan ağır bir baskıyla da baş etmeye çalışıyorlar. Bu şartlarda toplumsal bir sorumluluk olarak gösterdikleri siyasi tevazunun yine siyaseten anlaşılması gerek.  Gerçi bu toplumda sağ, muhaliflerine karşı farklı tarzlarda her zaman kıyıcı olmuştur. Ancak tarihin cilvesi de denebilir, HDP ve sosyalistler sağı sağdan kurtarmak gibi bir pozisyona gelmişlerdir. Sağın bunun kıymetini ne kadar hissettiği bilinmez. Gerçekleşirse, taktir edeceklerine dair de şüpheli bir hissiyat var. Çünkü sağ her zaman müptezel bir siyaset yürütmüştür.

HAYAT SİYASETE, SİYASET DOĞAYA MAHKUM OLDU

Bu yazıyı bitirdiğim saatte Maraş depremi haberi geldi ve dolayısıyla gönderemedim. Şimdi devam edeyim dedim ama bir yanıyla çok anlamsızlaştı. Süreci izleyince aslında yazdıklarımın bir karşılığı olduğunu hissettim. Böyle bir durumda da müptezelliklerini sürdürdüler. Detaylandırmaya gerek yok ama birtakım bakanların depremzedelere karşı takındıkları tavır kendi başına önemlidir. Benim görebildiğim kadarıyla en ufak bir şefkat emaresi yoktu. Olmadığı gibi derdini anlatmaya çalışan depremzedeleri yok sayan bir tavır söz konusuydu. İçinden çıktıkları bir toplumu yok sayan bir zihniyetin iktidarından enstantaneler izlendi bu deprem sürecinde. Devlet Nerede çığlıkları elbette bir beklentiyi ve itirazı beraber dillendirdi. Ancak iktidar temsilcilerinin ruh hali bitse de gitsek ötesinde değildi. Çünkü bunlar kendi kimliklerine kilitlenmiş, iktidarın basit görevlilerinden başka bir insani vasfa sahip değiller. Kendi mecralarında koşturdukları rant atlarıyla devam ediyorlar.  Başka birçok örnek verilebilir ama bir tanesi sorunu yeterince anlatacaktır. Gaziantep Belediye Başkanı Fatma Şahin her işte bir hayır vardır değerlendirmesini utanmadan yaptı. Hangi işten kimin hayır göreceğini toplum izleyecek. Sorun, siyasi ahlaka sahip olmamaktır. AKP’ siyaseti buna tekabül etmektedir. Akıllarında olanı başaramadılar, agresiflikleri buradan kaynaklanıyor. Depremin daha da görünür kıldığı yönetememe sorunu bu agresifliği daha da arttıracak. Aslında iktidarın pek de önemsemediği bu durum bir meşruiyet sorunu olarak önlerine çıkacak. Sorun muhalefetin refleksi ile ilgili. Malum muhalefetin aklı seçimde. Aslında seçim başladı, farkında değiller.  

Sosyalistlerin deprem bölgesinde yaptıkları taktire şayan işler. EMEP, TİP, TKP, TÖP ve diğer sosyalist yapılanmaların sürece müdahil olması sol siyaset açısından da önemli. Çünkü toplumla temas kuruluyor. Elbette keşke böyle bir durumda olmasaydı. Ancak bu vurgum bir gerçekliğe tekabül ediyor. Ülkü Ocakları üyesi bir vatandaşın TKP’lerin kurduğu mutfaktan yemek alması önemli. Belki kendisi kimden aldığının farkında olmayabilir, ancak sosyal medya, bir komünistten yardım aldığını hatırlatmıştır. Elbette bu sembolik bir duruma işaret etmek üzere vurgulandı. Terörist bir örgüt bize yardım etti diyenler de var. Vatandaş legal bir partiyi, TÖP, terörist sanıyor ve yardımlarını da kabul ediyor. Yarın ne olacağı bilinmez ama hafızada kalacak olan toplumsal hafızanın yıkımı ve yeniden oluşmasıdır.

Sonuç olarak bu yaşananlar ve yaşanmakta olanlar, toplumsal hafızaya kaydedildi. Zamanı gelince yeniden dillendirilecektir. Bunun, kime ne faydası olacağı da meçhuldür. Toplum kavramı olmayan bir şeyi var eden bir sihre sahiptir. Çünkü herkes kabul durumundadır. Bu sihir, felsefi ve siyaseten sınıf kavramı yeniden bir analiz birimi olarak devreye girdiğinde ortadan kaldırılabilir. Bu durum da toplumsal ve bağlı olarak entelektüel güç ilişkilerinin seyrine bağlı olarak biçimlenecektir.    

*Prof. Dr. (E.), Marmara Üniversitesi, İktisat Fakültesi, İktisat Bölümü