Değişmeyen manzara
Vahap Avşar’ın bomontiada’daki Müdahaleler sergisindeki 22 Beyaz Erkek Gömleği işi, benim için son dönemlerde gördüğüm en özel işlerden oldu. Sanatçının Türkiye’den sansür, bürokrasi, militer tehdit gibi sebeplerle benim gibi aniden göçme kararı alıp gittiği New York’ta ürettiği ilk iş, kendi kıyafetlerini uç uca ekleyerek ürettiği bir çadır, bir sığınak. Ev, yuva, vatan, aidiyet, yersizlik, yurtsuzluk... Hepsi bu çadıra sığıyor.
Daha önce de kısa göçmenlik maceralarım olmuştu. Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden alınmış geçici oturma izinlerim süsler yabancı çalışma arkadaşlarımın asla tahayyül edemediği detaylı “gelişmekte olan ülke vatandaşı” vize başvurularımı. Bu seferki başka. Bu sefer tek gidiş biletli, süresi bilinmeyen göçmenliğimin ilk haftasındayım. İlk kez çok sevdiğim ülkem bana dar geldi, geleceğim fazla bilinmez geldi. Elimdeki sosyal ve ekonomik özgürlüklerin bir bir gidişini görmek beni de bir gidişe sürükledi. Gönlüm başka çareler aramaya varmamıştı ama birileri gelmek ister misin dediğinde, geleyim dedim. Bütün sevdiklerime sordum, “git” dediler. Bu seferki başka.
Şimdi yeni göçmenliğimde bir ev arıyorum kendime. Sanki ben kendim değilim. Arkada bıraktığım hayattaki şen şakrak, sosyal, kendine göre zevkleri olan insanı geldiğim yerde kim tanıyacak ki? Senelerdir inşa ettiğim kimliğim, başka bir yerde unutulmuş gibi. Şimdi sora sora yol bulmaya çalışan, kimsenin tanımadığı şaşkın, yabancı bir yüzüm insanlar için. O yüzden bir ev arıyorum kendime. İçerisi hatırladığım kimliğimi, dünyamı yansıtsın, kapımı kapattığımda bari tek başımayken eski ben gibi hissedebileyim diye.
Daha gelmeden olacakları hissediyordum. O yüzden işlerini farklı alanlarda parça parça görüp çok sevdiğim Vahap Avşar’ın bomontiada’daki Müdahaleler sergisindeki 22 Beyaz Erkek Gömleği işi, benim için son dönemlerde gördüğüm en özel işlerden oldu. Sanatçının Türkiye’den sansür, bürokrasi, militer tehdit gibi sebeplerle benim gibi aniden göçme kararı alıp gittiği New York’ta ürettiği ilk iş, kendi kıyafetlerini uç uca ekleyerek ürettiği bir çadır, bir sığınak. Ev, yuva, vatan, aidiyet, yersizlik, yurtsuzluk... Hepsi bu çadıra sığıyor. Dedim ya bir ev arıyorum kendime; sığınağıma girip oturabileyim diye.
Kendimle özdeşleştirdiğim bu hikâye benim hayat döngüme özel olmasına özel ama Avşar’ın işlerine baktıkça belli ki hem dünyanın hem Türkiye’nin tatsız döngüsü tekrarlanıp duruyor. Ne acı insanlık olarak dönüp dolaşıp aynı yerlere dönmemiz. Sosyal medyadaki yorumlarda görüp hak vermiştim: Sen aya çıkacak teknolojiyi geliştirebilecek kapasitede bir canlı ol ama git yine birbirini öldürecek silahlarla, didişmekle uğraş... Ahmet Ergenç’in sergide pas geçmemeniz gereken zevkle okunan yazısında söylediği gibi; “Vahap Avşar, bir 'manzara' sanatçısıdır. En karakteristik hamlesi, kültürel (ve siyasi) manzarayı taraması ve bu manzarada gördüğü 'söylemsel' arızaları sanat malzemesine dönüştürmesidir... Müdahaleler, Vahap Avşar için orta dönem bir retrospektif kurgularken ister istemez Türkiye’de 'politik' çağdaş sanatın bir tarihçesini sunuyor.” Baktığımızda, değişmesini beklediğiniz manzara hiç değişmemiş. Biz sürekli bir şeyler oluyor zannediyoruz ama dönüp dolaşıp aynı yerdeyiz. Dünya bir kapan, biz fareleriz. Üzerimizdeki deneyi de bizden daha sinsi olan fareler yapıyor. Vahap Avşar’ın ilk olarak 1994 yılında Bosna Savaşı’nı referans alarak yaptığı “Beyaz Bayrak” işi, son giysi parçasıyla bayrak oluşturan, kendi bedenleri dışında silahları olmayan, kaybedecek bir şeyi kalmamış çaresiz insanlara ithaf edilmiş. 28 yıl sonra sanatçının sergisinde bir odada duruyor ve yine birilerinin gök kubbeye baktığında, sergide yer alan aynı hayat söndüren ışıkları gördüğünü fark ediyorsunuz. Yine beyaz bayraklarını açıyorlar, yine bir parça eşyalarıyla metro istasyonlarına sığınarak bombalardan korunmaya çalışıyorlar. NATO yine sadece izliyor. Güç oyunları halkları, insanları savunmasız, çırılçıplak bırakıyor. Çok şey değişti ve hiçbir şey değişmedi.
Hala her Türk asker doğuyor ve artık orduyu bırak, günlük hayatta bile hepimizin sıradanlaşması, fikirsizleşmesi, kimliksizleşmesi bekleniyor. Sanatçının kendi yüzünün kalıbını alarak tasarladığı büstler (Kamuflaj) 90’larda, ilk sergilendiğinde kamuflaj desenine boyamışken bugün sergide renksiz ve kimliksiz. Bizim olmamızın beklendiği gibi. Bir kısmımız bu kimliksizlik dayatmasından kaçmanın yollarını arayıp diğer kısmımız bunu marifetmiş gibi savunurken, aslında hepimizin isteği bir çay arası beraber muhabbet çevirmek. Sanatçının Şan ve Şeref Dolu 550 Gün işinde, askerlere verilen sivil hayata dönüş için günlerin işaretlendiği 550 kutucuk, askerlerin biraz olsun bireyselleşip gevşeyebildikleri çay molalarına ithafen 550 çay bardağı ile sembolize edilmiş. Avşar’ın Judith Butler’ın “Şiddete uğrama ihtimali de bir şiddet biçimidir,” cümlesinden yola çıkarak sergi alanının ilk katına yerleştirdiği donmuş, saldırgan görünüşlü Uyuyan Dev hayvan figürlerinin gölgesi altında bir gün bu korkudan salıverilmeyi bekliyoruz beraber, birbirimize saldırmadan çay içebilmek için. Anadolu’nun duvar halılarından referans alarak alakasız hatta birbirine zıt imgelerin kolaj yapıldığı halılarda olduğu gibi bir kültür fragmanına, İmgelerin Kardeşliği’nde, kendi bir arada yaşayabilmemize uyanmak istiyoruz. Serginin 4. katının ortasındaki, birinin ondan farklısın gibi evine atıp camını, avizeni kırdığı taşlar olmadan...
Bütün bunlar olurken Avşar’ın 1992 yılında ürettiği, kadim ve doğal olanın Avrupaileşip kapitalistleştiği Kapadokya taşlarıyla Hotel Europa yapıldığı günden çok daha acayip zamanlardayız aslında. Hem biz hem dünya yanarken her sene Kapadokya bir Türk turist akınına uğruyor ve her 10 Türk turistten sanırım 9’u aynı turistler için yaratılmış, halılı yapay poz verme noktasında poz verip Instagram’a koyuyor. Kişisellik, özgün kimlikler sormayın, sosyal medya hesaplarına dolup taşıyor...
Dönüp dolaşıp yine ve hatta daha beter halde geldiğimiz yerin manzarası çok geniş. Vahap Avşar bu manzaranın tarihinin kaydını bana göre en mükemmel tutanlardan. Ben bir kısmını size kendi hikâyelerimden yola çıkarak anlatmaya çalıştım, gerisini görebilmeniz ve benim gördüklerimi kendiniz de kendinize biçebilmeniz için resim, fotoğraf, video, hazır-nesne ve yerleştirmeler halinde, Ahmet Ergenç küratörlüğünde, BüroSarigedik iş birliği ile 26 Mart 2022’ye kadar Yapı Kredi bomontiada’da.