YAZARLAR

Demokrasi sanatında yeni devrim

Klasik tarihçilerin adını anmadığı devrim, en kısa ifadeyle “şaşkın sürü”yü hedef alır. Çünkü kendi haline bırakıldığında kontrol dışına çıkan bu şaşkın sürü, fevkalade tehlikeli olabilmektedir. Demokrasinin korunması, “bilgisiz ayak takımı” için bilgi üretiminden geçer.

Yüz yıldır bir devrim yaşıyor dünya.

Tam da Bolşevik devrimiyle aynı sıralarda temelleri atılan bir devrim ve onun tam karşıtı.

Kamuoyu inşasına, daha doğrusu manipülasyonuna dayanan devrimin kitabı 1922’de yazıldı.

Klasik tarihçilerin adını anmadığı devrim, en kısa ifadeyle “şaşkın sürü”yü hedef alır. Çünkü kendi haline bırakıldığında kontrol dışına çıkan bu şaşkın sürü, fevkalade tehlikeli olabilmektedir. Demokrasinin korunması, “bilgisiz ayak takımı” için bilgi üretiminden geçer. Onların hayaline kapılıp kayıtsız teslim olacağı, peşinden koşacağı “sahte çevre”ler yaratmak, zihinlerini, yüreklerini hayali resimlerle donatmak gerekir.

Kısaca “rıza imalatı” yoluyla “kamuoyu”nu ele geçirip yönlendirmek, “demokrasi sanatında yeni devrim”in temelini oluşturmaktadır. Bu tezlerin ve devrimin mimarı, Walter Lippmann. Siyaset bilimciler ve iletişimcilerin temel kılavuzlarından 'Kamuoyu' kitabında rıza üretiminin “mükemmel iyileştirme işlevi”ne vurgu yapar. “Demokrasi sanatında yeni devrim” olarak sunar.

Teslim etmek gerekir ki, Lippmann’ın öngördüğü bir dizi “devrim” gerçekleşti uygulamasında bizzat yer aldığı ve kitabını, kitaplarını yazdığı “kamuoyu” üzerinden. İşin siyasal yanını şimdilik bir yana bırakalım, her şeyden önce bir sektörün inşasına öncülük etti. “Kamuoyu” şirketleri pıtrak gibi bitti 1920’lerden itibaren, önce Amerika’da, ardından tüm dünyada.

Kamuoyuna; sokaktaki insana ulaşmak için şirketlere, kurumlara kılavuzluk eden sektör, danışmalıktan lobiciliğe, araştırma – eğilim ölçmeden çeşitli iletişim, tanıtım araçları ve yöntemleriyle bu eğilimleri denetleyip dönüştürmeye dek yepyeni uzmanlıklar, meslekler doğurdu. Kamuoyu çalışmaları, çok daha büyük sektörün, onun içinden doğacak yeni işlerin oluşumunu tetikleyecektir: Lippmann’ın “rıza imalatı” ve “kamuoyu oluşturma” dediği iş, “şaşkın sürü” olarak nitelediği kitleler için yine kendisinin literatüre kazandırdığı terimle “stereotip” imgeler, düşler üretmektir… Evet, kültür endüstrisi çok şey borçludur Lippmann’a.

Elbette basının ötesine geçen medya da öyle. Lippmann, çeşitli kaynaklarda “20. yüzyılın en etkili gazetecisi – modern gazeteciliğin babası” unvanlarıyla anılırken 1922’de yayımladığı 'Kamuoyu' da, “modern gazeteciliğin temel kitabı” olarak gösterilmektedir.

Tüm bunlar doğru.

Şaşkın sürü, stereotip, sahte çevre, rıza imalatı ve de soğuk savaş kavramlarının üreticisi bu büyük devrimcinin son derece usta bir pazarlamacı olduğu da bir o kadar doğru. Var olan bir kavramı ve pratiği adeta mülkiyetine geçirip kendine ait kılan usta bir pazarlamacı!

EN ÇOK İNANDIĞIMIZ ŞEYLER, EN AZ BİLDİKLERİMİZ

Lippmann, muhtemelen yukarıdaki sözden habersiz.

Önerdiği –ve öncülük ettiği- devrimin temel ilkesi, tam da burada saklı. Ve lakin, 1570’lerde kaleme alınmış bir saptamadır “en çok inandığımız şeyler, en az bildiğimiz şeylerdir” gerçekliği.

Bir uyarı ve itiraz taşır Montaigne’in tümcesi. Lippmann ise, “bilgisiz ayak takımı” ne kadar az şey bilirse, o kadar iyidir anlayışıyla hareket eder demokrasi sanatında yeni devrim için.

Gelin görün ki, aynı gerçekliğe farklı perspektiflerden yaklaşım bununla sınırlı değil.

Deneme türünün öncüsü Montaigne, bilindiği kadarıyla “kamuoyu” kavramını yazılı bir metinde kullanan ilk isim. “Bu kitapta yalnızca ben varım. Çünkü bir insanda, insanlığın bütün halleri görünür” tezleriyle kaleme aldığı ve sunduğu 'Denemeler', bireyin manifestosu olarak okunabilir.

Montaigne’nin kendisini, çevresini, yaşadığı dünyayı ve dönemi sorgulama üzerinden kaleme aldığı 'Denemeler', yeni bir toplumun ve insanın da habercisidir. Feodal ve onu izleyen monarşik düzenleri, saltanatları alt-üst edecek olan “kamu” ve onu oluşturan “birey”ler, tam da 'Denemeler' ve onu izleyen sorgulamalardan doğar.

Montaigne’nin 16. yüzyılda ilk kez andığı kamuoyu, 18. yüzyılın en ilginç yazarlarından Jean -Jacques Rousseau’da hedeflenen yeni toplumsal yapının kurucu öğesi olarak karşımıza çıkar.

Montaigne bir öncüydü. Bireysel – kişisel bakış, sivil yazı diyebileceğimiz deneme türünü yaratmakla kalmadı, hümanist düşüncenin oluşumuna, seslendirilmesine de katkıda bulundu. Kolonyalizmin henüz ilk adımları atılırken şunları yazmıştır: “Bunca şehir temelinden yıkılıyor, bunca milletin kökü kurutuluyor, milyonlarca insan kılıçtan geçiriliyor, dünyanın en zengin, en güzel ülkesinin altı üstüne getiriliyor, niçin? İnciler, biberler alıp satacağız, diye."

Batı’nın kendisini yaşlı kıta Asya ve “ilkel” Afrika’dan ayırt etmek üzere “uygarlık” kavramını daha icat etmemişken, yağmacı tahakkümün anahtarı olarak kullandığı “barbar – yamyam” söylemlerini mahkum eden de odur.

Rousseau’yu anlatmaya gerek yok. 'İnsanlar Arasında Eşitsizliğin Nedenleri ve Kaynakları’ndan 'Toplum Sözleşmesi’ne uzanan yapıtlarıyla Fransız devrimini hazırlayan düşüncenin en tartışmalı isimlerinden. Eğitimi, taşra – merkez meselesini ilk sorunsallaştıran 'Emile' romanı, toplum – birey karşıtlığının ürünü 'Bir Yalnız Gezerin Düşleri' de onun. Romantik aydınlanmacı.

Montaigne ve Rousseau, modern kamunun, kamuoyu ve bireyin habercisiydi.

Kamuoyu profesyonellerin eline geçince ne birey, ne demokrasi, ne de kamu kalacaktır ortada! Ve bunu da gündeme getiren yine bir edebiyatçı olacaktır!

Ve geliyoruz Amerika’ya…

AMERİKAN DEMOKRATI YA DA MOHİKANLAR

James Fenimore Cooper, Amerikan edebiyatının kurucularındandır. Onlarca kitaba imza atmıştır. 'Mohikanların Sonu', bunlardan en ünlüsü ve apayrı bir inceleme konusu.

Edebiyat dışında da ürünler veren Cooper, bugün “demokrasi tarihe mi karışıyor” sorusu eşliğinde tartışılan popülizme hayli erken dönemde, 1835’de dikkat çekiyor. 'Amerikan Demokratı' adlı kitabında “kamuoyu”nu ve onu yönlendirecek demagogları, demagojiyi üretip yayacak basını demokrasinin düşmanları olarak nitelendirir Cooper.

Siyasal iktidarın, seçmenlerin yönetimi olmadığını, sadece partiyi ele geçiren grubun iktidarından başka bir şey olmadığını bunun da halkın dürtülerine, önyargılarına seslenerek “kamuoyu” desteğini almaktan ibaret olduğunu öne sürer Cooper: “Eğer halk eleştirel değilse, kamuoyu, demokrasinin diğer potansiyel yıkıcılarına - basın ve demagoga - açılan kapıdır.”

***

Görüldüğü üzere Lippmann ve izleyicileri, Cooper ve öncekileri tersinden okuyarak yapıyor demokrasi sanatında yeni devrimleri.

Ve sonuç ortada.