Demokratik mücadelenin zorlukları ve imkanları
Günümüzde özgürlükler çağına koşmuyoruz şu an. Örneğin düzensiz göç konusunda Avrupalı ülkelerin bile Batılı değerleri rahatlıkla göz ardı edebildiği zamanlardayız. Otoriter rejimlerin yükseldiği, insan hakları ihlalinin bu rejimlerde sıradanlaştığı ve buna rağmen seçim kazanmaya devam ettiği günümüzde o ülkelerden birisiyiz.
“28 Mayıs’taki sonuç ne olursa olsun, bir iyimserliğe veya bir karamsarlığa yol açmamalı. O yüzden bir öngörüde bulunmak yerine öneride bulunmayı tercih ediyorum. Zaman ufkunun genişletilmesi ve buradan yola çıkarak demokrasi mücadelesinin örülmesi, bu tür seçim sonuçlarının zafer rehavetine de ciddi hayal kırıklıklarına da yol açmasını engeller.”
Prof. Dr. Hamit Bozarslan’dan alıntıladığım bu cümlelerle başlamayı önemsiyorum. Söyleşi, İrfan Aktan imzalı ve 27 Mayıs'ta, ikinci tur seçimden bir gün önce yayınlanmıştı. İtiraf edeyim ki yayınlandığı gün veya ertesi gün okumadığım için çok pişmanlık duydum. Yine de son yazıma seçtiğim “Türkiye Demokrasi hayalini biraz öteledi hepsi bu” başlığı ve mücadelenin süreceğine odaklanmış ana fikriyle uyumlu bulmakla keyiflendim.
Demokratik topluma ilişkin hocanın hepimize verdiği dersi de özlü söz niyetine çerçeveletip karşıma asasım geldi resmen: "Demokratik toplum, muhafazakârlığı reddeden değil ona yer açan, ama kendisi muhafazakâr olmayan, onu aşan bir toplumdur. Demokratik toplum, Immanuel Kant’ın bahsettiği iki 'fakültenin' mücadelesidir. 'Rasyonel fakülte' 'ideolojik fakülteyi' ortadan kaldırmıyor ama topluma yön veren rasyonel fakültedir." Aktan’ın “Hangi anlamda fakülte?” sorusuna verdiği cevap da hatırda tutalım: "Hem okul anlamında hem meleke anlamında ve gerçekten kurum olarak fakülte." Öneri karşısında şöyle bir durup önümüzde ne kadar uzun bir yol olduğunu hemen anlıyoruz. Üstelik demokratik mücadeleyi konuşur hatta planlarken ihmal edip çuvalladığımız zayıf noktamızı göstermesine itiraz edenler de olacaktır sanırım: "Sadece toplumda çoğulluğun oluşması yetmez, siyasi partiler de değişmeli. İspanya, Yunanistan, Portekiz’de bu oldu; konsensüs kadar dissensüs, yani ihtilaf olgusu da meşrulaştırılabildi. Hem özneye hem de kolektif bünyeye yönelik bir özgürleşme politikası uygulandı."
Bozarslan, İspanya, Portekiz, Yunanistan örnekleri ile detaylandırıyor, demokratikleşme mücadelesinin kararlılıkla sürdürülecek uzun soluklu çabaya bağlı olduğunu. Elhak doğru elbet. Yine de ortaya koyduğu ilkelerin tartılamaz oluşuna rağmen, verdiği ülke örnekleri bizim için tartılabilir. Çünkü Franco, Salazar ve Albaylar rejimlerinin “tükenmesi”,-söz konusu yazımda Jung’a atıfla dile getirdiğim ‘içten çökmesi’ (?)- biraz da zamanın ruhuyla ilişkili. Adı anılan rejimler, o toplumların ait olduğu fiziki ve kültürel coğrafyada, sık kullanmayı sevdiğimiz tabirle Batı'da ‘özgürlükler çağı’ olarak isimlendireceğimiz insan hakları hukukunun geliştiği, demokrasinin güçlendiği zamanlara rastlıyor. Baskıcı rejimlere karşı verilen demokrasi mücadelesinin başarıya ulaşmasında o toplumların ait olduğu kültür coğrafyasındaki siyasal ve toplumsal eğilimlerle uyumlu, suyun akış yönünde gelişiyor olması temel etken olarak görülmeli. Diyeceğim o ki bizim bu dersten alacağımız pay, çok daha zorlu bir mücadeleyi, kesintiye uğratmadan ve pek çok kesimin uyumlu, ortak çabasıyla sürdürme kararlılığına sahip olmamız gerektiğidir.
Niyetim göz korkutmak değil ama gerçekçi olmak gerekiyorsa madem o gerçekleri de bir alt alta sıralamaktan kaçınmayalım. Günümüzde özgürlükler çağına koşmuyoruz şu an. Örneğin düzensiz göç konusunda Avrupalı ülkelerin bile Batılı değerleri rahatlıkla göz ardı edebildiği zamanlardayız. Otoriter rejimlerin yükseldiği, insan hakları ihlalinin bu rejimlerde sıradanlaştığı ve buna rağmen seçim kazanmaya devam ettiği günümüzde o ülkelerden birisiyiz. Üstelik Rusya’nın Ukrayna’yı işgali gibi çok önemli bir faktörü bir nebze dışarıda bırakırsak Kuzey-Güney eksenli kutuplaşmaya gidiş aşamasında hayli yol aldı dünya. Biz hem kültürel hem coğrafi hem de siyasi sistem olarak güneyin en kuzeyinde, kuzeyin en güneyinde, yani yine araftayız. Fakat güneyin yani despotik rejimlerin Müslümanlık iddiasındaki ülkelerle anılması -ki diğer despotik rejimlerde de İslam olmasa da dini değerler, başat aktör konumunda- seçim sürecinde ve parlamentoda aşırı dinci, milliyetçi yapı oluşması nedeniyle işimiz daha zor. Suyun akış yönünü demokrasiye, insan haklarına doğru değiştirmeyi de içerecek bizim demokratik toplum için vereceğimiz mücadele.
Mesela Müslüman Kardeşler örgütünün HÜDAPAR ve Cumhur İttifakı'na gönderdiği tebrik mesajı, zorluklarımızı kolayca anlatıyor. Aynı zamanda demokratik mücadele hattının kurulacağı alanı da işaret ediyor. “Türkiye Yüzyılı” sloganını şifre sözcük gibi kullandıklarını düşündürecek ölçüde benzer kutlama mesajları, insan hakları hukukuna itiraz eden ülkelerden, yönetimlerden geliyor. Şaşırtıcı değil, zira İstanbul Sözleşmesi hakkındaki karalama kampanyaları boyunca hep “sözleşme hakkında verilecek karar, Türkiye’nin geleceğine dair karar olacaktır” diyegelmiştik. İnsan hakları hukukunu tanımayan bir sisteme dönüş habercisi olacaktır da dedik tüm kadınlar olarak.
Ve şimdi her türlü teferruatı bir kenara bırakarak yürütülecek demokrasi mücadelesinin ana eksenini, kadının insan hakları, çocuk hakları, ayrımcılıkla mücadele ve eşitlik üzerine kurmaya davet için tek bir örnek vermekle yetineceğim. Bankacılıkla, silah sanayii ile, otomotiv sanayii ile hiçbir dertleri olmayan ama kadın ve çocuk haklarına sıra gelince yerlilik millilik, din, diyanet iddia edenlerin nasıl da aynı sözler ve politik tutumda birleştiğini bir kere daha görelim. 2013 yılında Müslüman Kardeşlerin Mısır’daki iktidarı sırasında ortaya konulan görüşlerini buraya bırakıyorum. Bakalım Yeniden Refah, HÜDAPAR ve Erdoğan’ın kampanya süreci ve seçim sonrası konuşmaları dikkate alındığında arada fark görecek misiniz, yorumu sizlere bırakayım. Şunu da belirtmekte fayda var, gelecekten umutlu olmak ve demokratik mücadeleyi sürdürmek yönündeki kararlılığı teşvik edecek şey, aşağıda görüşleri savunanların Cumhur İttifakı seçmeninin tümü olmadığını bilmek. Mart 2013 tarihli Akşam gazetesi haberinde başlık şöyle:
"Mısır'da devrim sonrası iktidara gelen Müslüman Kardeşler yönetimi, BM'nin Kadın Hakları Sözleşmesi'ne 'İslam'a aykırı olduğu' gerekçesiyle bayrak açtı."
Örgütün ve partinin internet sitesinden yapılan açıklamada Müslüman ülkeler deklarasyonu "reddedip kınamaya" çağırılırken, kadın-erkek eşitliğini tesis etmeyi amaçlayan sözleşmeye niçin karşı çıkıldığı şöyle sıralandı:
"-Sözleşme, kadınlara seyahat etme, çalışma, eşinin izni olmadan doğum kontrol hapı kullanma ve aile harcamalarını kontrol etme özgürlüğü verdiği için topluma zarar verebilir.
- Sözleşme, eşlerinin tecavüz etmesi ve cinsel tacizde bulunması durumunda kadına dava açma hakkı veriyor.
- Sözleşme kadınlara cinsel özgürlük sağlıyor; kürtajı yasallaştırıyor; gençlere doğum kontrolü verilmesinin önünü açıyor; kadınlara evlilikte eşitlik sağlıyor; kadın ve erkeklerin çocuk bakımı ve ev işleri gibi görevleri paylaşmasını sağlıyor.
- Sözleşme, eşcinsellere eşit haklar tanıyor; hayat kadınlarının korunmasının ve onlara saygı duyulmasının önünü açıyor.
- Sözleşme, eşlerini aldatan kadınlara ve bu ilişkilerden doğan çocuklara eşit hak sağlıyor.
Bu maddelerin ulusal yasaların yanı sıra dini ve kültürel değerlerle çeliştiğini savunan Müslüman Kardeşler yönetimi, böylece, deklarasyona karşı çıkan İran, Rusya ve Vatikan'a katılmış oldu."