Dengeyi kaybetmek: 'The Substance' ile body horror’un sınırları
Bitiş çizgisine ulaştığında, "The Substance" bir sapkınlığa dönüşüyor. Standart bir body horror filminin neredeyse iki katına çıkıyor. Karşı çıktığı kadın düşmanlığı kadar çirkin bir hale geliyor.
Genellikle beğendiğim şeyleri yazmayı severim. Bir kitabı, bir filmi, bir restoranı beğenmediysem, bana göre değil der geçerim. Beğenmediğim bir şeyi uzun uzun anlatmak saçma gelir bana, ama bu kez beğenmediğim hatta nefret ettiğim bir film hakkında yazacağım. Neden? Çünkü bu filme neden bu kadar öfkelendiğimi derinlemesine düşünmek istiyorum. Ben yazarak düşünenlerdenim.
"The Substance", Türkçe’ye "Cevher" olarak çevrilmiş. İtirazım daha burada başlıyor.
"Substance" kelimesi İngilizce'de "madde," "öz" ya da "içerik" anlamına gelir. Farklı bağlamlarda, bir şeyin temel bileşeni veya nitelikleri anlamında da kullanılabilir. Örneğin, bilimsel bir bağlamda "substance" fiziksel bir maddeyi ifade ederken, felsefi veya edebi bir bağlamda bir konseptin veya varlığın derinliğini tanımlayabilir. Film veya sanatla ilgili olduğunda ise genellikle içerik veya anlam derinliği hakkında bir yorum yapar.
"Cevher" de elbette bir şeyin özüdür fakat çok daha olumlu çağrışımları vardır. Değerli veya yararlı bir maddeyi ifade eder. Özellikle madenlerde bulunan ve işlenerek değerli metal veya taşlar elde edilen doğal maddeleri tanımlar. Bunun yanı sıra, mecazi anlamda "cevher," bir şeyin gerçek değerini ifade edebilir. Örneğin, bir kişinin karakterindeki iyi özellikler veya bir eserindeki derin anlamlar "cevher" olarak adlandırılabilir.
İNSANIN İÇİNDEKİ ÖZE CEVHER DENİLEBİLİR Mİ?
"Substance" ve "cevher" kelimeleri bazı bağlamlarda örtüşüyor gibi dursa da tam olarak aynı anlama gelmiyor. Bence film çok beceremese de "öz" ün içindeki değerleri ve anlamları sorguluyor ve bunu oldukça karanlık bir yere bakarak yapıyor. Bir sorgulama varsa eğer sorgulanan bu şeye "Cevher," demek daha en başta bu şeyin değerli olduğu ön kabulü olmaz mı? Bir kedinin içindeki öze evet ama insanın içindeki öze cevher denilebilir mi?
"The Substance"ın ilk sahneleri geniş bir perspektif ve dozunda bir sarkazmla açılıyor. Fargeat'ın eğlence sektörünün yaşlanan kadın yıldızlarını tükettikten sonra buruşturup atma şekli hakkında açıkça söyleyecek bir şeyleri olduğunu hemen hissediyoruz. Üstelik bunu oldukça eğlenceli bir şekilde yapacağa benziyor. Girişteki bu vaatler seyir iştahımı kabartıyor, sanırım iyi bir fikir yakalamış diye düşünüyorum fakat film ilerledikçe body horror’u neden sevmediğimi bir kez daha hatırlıyorum. Bu tür genel olarak gerilim ve görsel şaşırtma üzerine kurulu olduğundan, psikolojik derinlik, karakterlerin iç dünyası gibi kurmacanın en önemli bileşenleri zayıf ve yüzeysel kalıyor. Ayrıca metaforların ve görsel efektlerin aşırı kullanımı derinleşmeyi daha da olanaksız hale getiriyor. Oysa bu türün ilk örneklerinden sayılabilecek Shelly’nin 'Frankenstein’ı ve Kafka’nin Dönüşüm’ü bu unsurları ustaca işler ve 'Cevher’de olduğu gibi kör gözüme parmak yapmadan bizi derinden etkilemeyi başarır.
Muhtemelen Fargeat’in karakterlerin iç dünyasını göstermemeyi seçmesi bilinçli bir tercih ve muhtemelen şov dünyasının insanları nasıl sömürdüğünü ifade etmek için böyle yapıyor. Ancak bu yaklaşım, hikayenin tekrara düşmesine ve tek boyutlu hale gelmesine yol açıyor. Yani, karakterlerin derinliğinin olmaması, izleyicilerin onların hikayelerine bağlanmasını zorlaştırıyor. En azından benim için böyle.
ÖZLE İLGİLİ SORGULAMA
Filmi izlemeye devam etmemdeki en önemli motivasyon, Elisabeth’in dengeyi kurma zorluğuyla karşı karşıya kaldığında bunun nereye varacağıyla ilgi meraktı. Bununla nasıl baş edecekti? Genç ve yaşlı "özlerin" arasındaki çatışma (bedenler savaşı) potansiyelle doluydu, ancak bu noktada "Öz" ile ilgili sorgulama tek bir kanaldan, zenginleştirilemeden, derinleştirilmeden verilmeye devam edildi ve hikaye olduğu yerde saymaya başladı.
Bu filmle beraber David Cronenberg'in yönettiği body horror filmlerinin neden 85-90 dakikayı geçmediğini daha iyi anlıyoruz. Fargeat deforme olmuş et ve şiddetle bozulmuş uzuvların korkunç görüntülerinin, sınırlı dozlarda ve stratejik anlarda sunulmasının daha etkili olduğunu vurgulayan Cronenberg’i aksine aşırıya kaçmayı seçiyor. Filminin ilk yarısında Hollywood’a eleştirel bir bakış açısı ile korku unsurlarını dengeli bir şekilde kullandıktan sonra tıpkı Sue gibi dengeyi kaybetmeye başlıyor. Bu aşırılık, kuralların ihlal edilmesi durumunda ne olacağını gösterme konusunda ısrarcı bir tutum sergilemesiyle birlikte, filmin geri kalanını gürültülü, şişkin bir provokasyona dönüştürüyor. Yani, başlangıçta yaratıcı olan yaklaşımı, ilerleyen bölümlerde aşırılığa ve tekrar eden çirkin bir deneyime evriliyor.
Bir noktada Fargeat'ın her şeyi bitirmeye hazırlandığı hissediyoruz ya da bunu umuyoruz ama hayır, o ne yapıyor? Tüyler ürpertici darbesi için ısınıyor, mide bulandırıcı bir final için daha fazla aşırılığı sunmaya devam ediyor. Karakterler aceleci kararlar alıyor, ağzımızı açık bırakacak kadar aptalca davranışlar sergiliyor. Baştaki dozunda sarkazm yerini anlamsız mizah hamlelerine bırakıyor ve "The Substance" yarattığı önemli iyi niyeti yok edecek şekilde raydan çıkıyor. Filmin kör edici öfkesi, sürekli havaya kaldırdığı yumruk, Moore ve Qualley'nin sağlam performanslarını bastırıyor ve izleyici güvenli kelimeyi defalarca haykırdıktan çok sonra bile acı vermeye devam ediyor, feminizimle hiçbir alakası olmayan bir formda kendini zorbaca diretiyor.
Bitiş çizgisine ulaştığında, "The Substance" bir sapkınlığa dönüşüyor. Standart bir body horror filminin neredeyse iki katına çıkıyor. Karşı çıktığı kadın düşmanlığı kadar çirkin bir hale geliyor. "The Substance" sürekli saldırırken içimizdeki öfkenin dayanılmaz bir hal aldığını fark ediyoruz. İçten içe bir türlü gelmek bilmeyen merhamet için yalvarırken denge diye bağırmak istiyoruz, kahrolası dengeye keşke sen de biraz saygı gösterseydin.