Deniz Gök: Herkesin başına gelen ilişki dertlerini yazdım
Deniz Gök ile ilk romanı 'Çıkma Teklifi Geri Gelsin'i konuştuk. Gök, "Umarım kitabımı okuyan kadınların hiçbiri çıkma teklifi almadan kimse ile ilişki kurmaz ve bu düzeni bozan ben olurum" dedi.
DUVAR - 'Çocuklar Duymasın' ve 'Seksenler' gibi televizyon dizileri başta olmak üzere pek çok çalışmada yer alan senarist Deniz Gök'ün ilk romanı 'Çıkma Teklifi Geri Gelsin’, Düşbaz Kitaplar tarafından yayımlandı.
'Çıkma Teklifi Geri Gelsin', bir gazetenin magazin servisinde editör olarak çalışan ve aynı zamanda yaşadığı toksik ilişkiyi, ilişkilere dair çıkmazları ele aldığı ilk kitabını yazmaya çalışan Melodi Mermerci’nin hikayesini anlatıyor. Kitap, hem Melodi’nin hem de arkadaşlarının yaşadıkları üzerinden farklı ilişki türlerini, çeşit çeşit erkeklik hallerini ve sonu çıkmaza varan ilişkileri mercek altına alıyor.
Deniz Gök ile 'Çıkma Teklifi Geri Gelsin'i, toksik ilişkiyi ve kadın dayanışmasını konuştuk.
'HEPİMİZİN ORTAK SESİ OLMAK İSTEDİM'
‘Çıkma Teklifi Geri Gelsin’ nasıl ortaya çıktı? Yazım sürecinde zorlandığınız veya keyif aldığınız kısımlar neler oldu?
Son üç senedir çok fazla ilişki hikayesine maruz kaldım. Dinlemeyi, istenmese de yorum yapmayı, yönlendirmeyi, akıl vermeyi haddimi aşmayı çok severim. Kimse de beni bozmaz sağ olsun… Çok fazla arkadaşım var ve arkadaşlarım arasında da siz deyin modern Güzin Abla ben diyeyim ilişki bakanı böyle bir misyonum var. "Deno acil koş, şöyle bir şey oldu. Ben şimdi ne yapacağım?", "Acil koş bana böyle bir mesaj attı, ne cevap vereceğim?", "Biz şimdi neyiz Deno?", "Sence barışır mıyız?", "Sence sevgili miyiz?", "Acaba başka kızlarla görüşüyor mudur?" gibi sorular için çalıyordu telefonum veya evime geliyorlardı. Ben de sanki kendime verecek aklım varmış gibi arkadaşlarıma akıl veriyordum. "Neyim ben ilişki yargısı falan mı?" diyemediğim için kitap yazayım bari dedim.
Şaka bir yana, cidden artık herkesten benzer hikayeler duymaya başlamıştım. Adı konmamış ne idüğü belirsiz ilişkilerin, içinde şüphe barındıran, tereddütlü sevgilerin tüm kadın arkadaşlarımın başına geldiğini görünce, paylaşılır bir derdimiz olduğunu fark edip, hepimizin ortak sesi olmak istedim. Kitap çıkalı neredeyse bir buçuk ay olacak, aldığım tepkilere bakılırsa da öyle de oldu gibi gözüküyor. "Aaa bu kız benim", "Bu olay benim de başıma gelmişti", "Off ben de bunları duydum", "Ben de bu hataları yaptım, inanamıyorum" gibi mesajlar alıyorum sürekli.
Kendi kız arkadaş grubum arasında da geyik muhabbet yapıyorduk. Acaba "'Çıkma Teklifi Geri Gelsin' diye Taksim'de eylem mi yapsak, duran adam gibi Bağdat Caddesi'nde dursak mı, yeter bu düzene baş kaldıralım" diye. Durun dedim; jop falan yeriz, TOMA'yla ıslanırız, anamız babamız üzülür yapmayalım öyle şeyler. Ben bir kitap yazayım, çözeyim meseleyi… Umarım kitabımı okuyan kadınların hiçbiri çıkma teklifi almadan kimse ile ilişki kurmaz ve bu düzeni bozan ben olurum.
Bu kitabı yazmak çok keyifliydi. Çok eğlenerek ve gülerek yazdım. Kendim yazdım diye demiyorum vallahi çok komik oldu. Arada sırada küçük küçük bölümleri yakın çevremle de paylaşıyordum, onların da eğlendiğini, güldüğünü görmek bana motivasyon oluyordu. Zorlandığım tek kısım, aynı zamanda çok fazla işim vardı. Bir yandan kitap yazıyor, bir yandan da bambaşka işler yapıyordum. Her birini aynı anda yürütmek benim için çok yorucu ve stresli oldu. Kitap kusursuz olmalıydı, zamanında bitmeliydi. Diğer taraftan yine kusursuz şekilde yürütmem gereken bir iş sürecim vardı. Hata yapmadan, hiçbir alanı ihmal etmeden çalışmak istiyordum. Çok yoruldum, zorlandım yer yer stresten sinir harpleri geçirdim ama değdi. Şimdi hepsinin meyvesini topluyorum.
'GERÇEK BİR İLİŞKİ ŞÜPHE BARINDIRMAZ'
Kitabın merkezinde toksik ilişki kavramı yer alıyor. Toksik ilişki kavramını nasıl tanımlarsınız? Bu temayı işlerken nelere dikkat ettiniz?
Yaşadığın şeyin adını bilmediğin, 'Ben ne yaşıyorum sence?' diye bir başkasına sorma ihtiyacı hissettiğin, 'Beni seviyor mu acaba?', 'Mesaj atsam mı acaba?', 'Arasam rahatsız olur mu acaba?', 'Buluşmak istesem ne der acaba?' diye düşündüğün, kafanın içinde sürekli dönen ve acaba ile biten bu cümlelerin sayısı hayli fazlaysa toksik bir ilişki içindesindir. Çünkü gerçek bir sevgi, gerçek bir ilişki şüphe barındırmaz. Acaba demezsin. Başkasına soru sorma ihtiyacı hissetmezsin çünkü soru yoktur sağlıklı bir ilişkide. Bulanık, flu değildir. Nettir, berraktır. Falcı falcı dolaşıp, tarotçu ablalara kendini rezil etmene, özel hayatını deşifre etmene gerek kalmaz mesela gerçek ve sağlıklı bir ilişkide.
Toksik ilişki, içinde şüphe barındırırken, aynı zamanda müthiş de bir manipülasyon da içerir. Devamlı sende bir kaybetme korkusu, hata yapıyorum hissiyatı vardır. Bunu toksik ilişki içinde olduğun muhattabın sana ustaca yapar. Toksiktir, adı üstünde zehirlidir yani. Seni günden güne zehirler. Tavuktan zehirlensen istifra edince rahatlıyorsun ama işte 'erkolardan' zehirlenince kusarak kurtulamıyorsun. Keşke bir kussak da geçse. Şüpheler, manipülasyonlar kendin gibi olmanı, kendin gibi davranmanı engeller. Zehirlenmiş bir insan olarak bambaşka davranırsın. Zombi istilasına uğrayan insanların rengi, yürüyüşü falan değişiyor ya aynen öyle... Akrep soksa ayağın şişer, morarır mesela. Bedenin bir tepki verir özetle. Aynı zehir 'erkolardan' geldiğinde de işte beyin fonksiyonlarını kaybediyorsun. Love zehirlenmesi diyorum ben buna. Deno Hospital'a love zehirlenmesi şikayeti ile gelen hastalarımızı hemen tedaviye alıyorum. Üstelik SSK, özel sağlık sigortası vb. bir sağlık güvencesi de aramıyorum. Kitabı alıp okumaları yeterli. Önce kitabı okutuyorum, sonra bir iyileşme reçetem var onu uyguluyoruz. En fazla bir haftada hasta fabrika ayarlarına geri dönüyor. Love zehirlenmesi yaşayan hastalarımı fal bataklarından, tarotçu ablalardan kurtarıyorum. İddiam bu yönde... Umarım bu röportajı okuyan falcılar beni dövmeye gelmez.
Kendimi biraz ciddiyete davet etmem gerekirse, kitabımda bu temayı işlerken en çok didaktik olmamaya dikkat ettim. Umarım başarmışımdır. Okuyucuya ne yapması gerektiğini direkt değil de dolaylı yollardan aktarmak istedim. Çünkü diğeri çok sıkıcı olurdu ve kişisel gelişim kategorisine girerdi. Ben eğlenceli bir hikaye anlatmak istedim, güldürmek istedim. İçinden de okuyucu kendi için isterse dersler çıkarsın, tavsiyeler alsın… ama isterse. Eğlenirken, gülerek okurken farkında olmadan kendi yaptığı hataları fark etsin ve onları bir daha yapmasın. Biz gülüp eğleniyorduk baktık bir anda getirmişiz çıkma teklifini hiç farkına varmadık diyelim. Ayaklanmamız da eğlenceli olsun istedim. Deno Akademi'de travmalardan şaka çıkarılır. Beklerim...
Melodi Mermerci karakterini yaratırken gerçek yaşam deneyimlerinden ilham aldınız mı?
Ben sosyoloji mezunuyum. İçinde yaşadığımız toplumun dinamiklerini analiz etmek, yorumlamak, tanımak benim işim. Bunun eğitimini aldım. Ben, son yılların ilişki haritasını çıkardım aslında. Toplumda en çok rastlanan kadın ve erkek tiplerinden ürettim karakterlerimi. Başlarına gelen hikayeler de yine günümüzde en çok rastladığımız ilişki hikayeleri oldu. Aslında bir grup insan üzerinden, son yıllarda yaşanılan ilişki modellerinin tablosunu çıkardım. Herkesin yaşadığı ilişki problemlerinin, maruz kaldığı erkek veya kadınların bir simülasyonu oldu bu kitap. Başarılı da oldu gibi gözüküyor çok şükür. "Benim de başıma geldi", "Benim de böyle bir arkadaşım var" dedirtmek istiyordum. Çok şükür her okuyan diyor.
'PAYLAŞILIR DERTLER KİTABI OLDU'
Melodi ve arkadaşlarının yaşadıkları ilişkiler, toplumda yaygın olarak rastlanılan durumları da yansıtıyor. Bu karakterlerin kişisel gelişimlerini nasıl kurguladınız?
Çok özel şeyler yaşıyoruz, bir tek bizim başımıza geliyor zannediyoruz ama resme uzaktan baktığımda öyle olmadığını görüyorum. Bize sosyoloji derslerinde olayları bir çemberin içine almayı öğrettiler. Normal insanlar- yani sosyolog olmayanlar- çemberin içini görebiliyor. Kendini hemen o çemberin içine sokuyor. Birinden taraf oluyor. Mesela o an çemberin içinde bir kavga var diyelim… Şiddete, kötü söze maruz kalıyor, belki öfkeleniyor, taraflı oluyor, cevap veriyor, savunuyor vs. gayet doğal çünkü çemberin içinde. Kendi de çemberin içinde olduğu için kendini, tepkilerini, nasıl gözüktüğünü göremiyor ve sonuç olarak sağduyulu davranamıyor. Ama bir sosyoloğun hemen o çemberin dışına çıkması, çemberin dışından o kavgaya ve insanlara bakması, analiz etmesi, tarafsız olması ve yorumlaması gerekir. Ben de bir sosyolog olarak içinde bulunduğumuz bu ilişki çemberinden çıktım ve çemberin dışından analiz ettiğimde gördüm ki kadın erkek ilişkilerinde herkes çok anonim şeyler yaşıyor. Yaş, meslek, eğitim, köken her şey değişiyor ama love sektöründe kavgalar, anlaşmazlıklar, dertler, beklentiler hep aynı.
Sonuç olarak herkesin başına gelen ilişki dertlerini yazdım, bir kişinin başına gelen değil. Karakterlerimi herkesin arkadaşlarından yarattım, özelliklerini öyle bir seçtim ki mutlaka herkesin öyle bir arkadaşı vardır, buna çok dikkat ettim. Paylaşılır dertler kitabı oldu.
'YAŞADIĞIM HER SORUNUN ÜSTÜNDEN SADECE ARKADAŞLARIM SAYESİNDE GELDİM'
Melodi başına ne gelirse gelsin çözümü hep arkadaşlarının yanında arıyor/buluyor. Arkadaş ilişkisi ve kadın dayanışması kitapta önemli bir yer tutuyor diyebiliriz. Bu dayanışmayı kitaba nasıl entegre ettiniz ve okurlara vermek istediğiniz mesaj nedir?
Bu sorunuz için çok teşekkür ederim. Artık size kitapla ilgili gelen sorulardan en sevdiğiniz hangisi oldu sorusuna verecek bir cevabım daha var sayenizde. Bu benim hayatta en önemsediğim konu. Deniz böyle biri, kitaba kendimden kattığım tek ve en güzel anekdot.
Her zaman söylerim, sağlığın, paran ve arkadaşların olsun çözemeyeceğin konu, aşamayacağın sorun yoktur. Bu üçü hariç herkes, her şey az ötede oynayabilir. Ben yaşadığım her türlü sorunun üstesinden sadece arkadaşlarım sayesinde geldim. Aynı şekilde başarılarımı da beraber kutladık. Beraber ağlamak kadar beraber gülmek de önemli. Çağımızda başkasının başarısına sevinmek, derdine üzülmekten daha zor maalesef. Neyse ki ben her konuda olduğu gibi bu konuda da çok çok şanslıyım. Hiçbir şeyin arkadaşlardan önemli olmadığını, herkesin, her şeyin bir gün seni bırakıp gidebildiğini deneyimledim. Sağlığın, güzelliğin, aşkın, aklın bile sadece bir insanın değil… Ama arkadaşlarının asla seni bırakmadığını gördüm. Her birinin varlığı için her gün şükür ediyorum. En çok ertelediklerimiz aslında bizi hiç bırakmayacağından emin olduğumuz, garanti gördüklerimiz oluyor. Hiçbir aşk, hiçbir ilişki veya hiçbir iş, arkadaşların önüne geçmesin istedim. Bu yüzden benden tarihe bir not kalacaksa bu ahir ömrümde, kitabımda da arkadaşlık ve dayanışma teması ön planda olsun sonsuza kadar dünyada kalsın istedim…
Kitabınızdaki olayların akışını belirlerken gerçek hayatta tanık olduğunuz hikayelerden veya duyumlardan esinlendiniz mi?
Röportajın başında detaylı belirttiğim gibi anlattığım hikayeler bir kişinin başına gelen değil, herkesin başına gelen ve en çok rastlanan hikayelerdi. Paylaşılır bir kitap olması açısından özellikle dikkat ettiğim bir konu oldu bu. Toplumda en çok görülen ilişki ve insan tiplerinden kurguladım hikayeyi. Günün sonunda okuyan herkese ben de böyle bir şey yaşadım, benim de böyle bir arkadaşım vardı dedirttim.
Kitapta ele aldığınız türde ilişkiler kendi hayatınızda da karşınıza çıktı mı? Bu deneyimler yazma sürecinizi nasıl etkiledi?
Tövbe diyelim. Kendi başıma gelmedi. Allah düşmanımın başına bile vermesin kitapta yazdığım ilişki modellerini. Biz çemberin dışından bakan garip bir sosyolog-yazarız sadece efendim. Allah çemberin içine düşürmesin. Çok dinledim, çok gözlemledim. Sadece Türkiye'de değil, Avrupa ve Amerika'da yaşayan arkadaşlarımın farklı milletlerden oluşan arkadaşlarını da dinledim. Yunan da olsa ghostlanıyor, Alman da olsa gashlightinge uğruyor, İngilizler love bombinglenmez diyorduk ama öyle oldu diyerek kaleme aldım. İlişkilerin globalde bir değişime uğradığını görünce ilişki bakanı olarak bu konuya ben el atmayacağım da kim atacak dedim. Çıkma teklifini geri getirmeden de susmayacağım. Bu yolda bana yol arkadaşlığı yapmak isteyen herkesi El Ele partisine beklerim. Kitabın sonunda parti için üyelik formu var. Okuyanlar görmüştür.
Ele aldığınız, toplumsal beklentiler nedeniyle şekillenen ilişki dinamiklerine dair neler söylemek istersiniz? Kitapta işlediğiniz temaların toplumsal yansımalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben medya çalışanlarının beklentilere göre üretim yaptığını değil, bizzat beklentileri belirleyecek şeyler ürettiklerine inanan biriyim. Yani bizler ne yazarsak ne söylersek, tabii ki bu kollektif bir biçimde olursa hep bir ağızdan yaparsak bunu, toplumda bir beklenti yaratır. İşte o zaman bir şeyleri değiştirip dönüştürebiliriz.
Nasıl Japon çocuklarını kahveye alıştırmak için kahveli şekerler dağıttılarsa okullarda, bizler de okutan, izleten insanlar olarak okuyucunun ve izleyicinin zamanla damak tadıyla oynayabiliyor, onu ve tercihlerini etkileyebiliyoruz. Bunun farkında olan, buna inanan kadın bir yazar olarak da özellikle kadınların ve belki erkeklerin dürüst ve sağlıklı aşk veya arkadaşlık ilişkileri kurabilmelerine naçizane bir katkım olması için yazdım.
'BİR ŞEYİN ÖĞRETİCİ OLMASI İÇİN CİDDİ BİR ŞEKİLDE ANLATILMASI GEREKTİĞİNİ DÜŞÜNMÜYORUM'
‘Çıkma Teklifi Geri Gelsin’, mizah unsurunun da güçlü bir şekilde kullanıldığı bir kitap. Mizahın bu kadar yoğun olmasını nasıl sağladınız ve bu dengeyi nasıl kurdunuz?
Öğretici bir kitap olmasını temenni ederken, didaktik ve sıkıcı olmasından kaçındım özellikle. Tarz olarak da neşeli ve şakalı biri olduğum söylenir. Biraz günlük hayatta konuştuğum gibi, olaylara verdiğim tepkiler gibi yazdım kitabımı da. Başıma ne gelirse gelsin mutlaka dalga geçerim, şaka yaparım. Eğlence yoksa ben yokum, durmam hemen 'çıkış' yaparım. Bir şeyin öğretici olması için de ciddi bir şekilde anlatılması gerektiğini düşünmüyorum. O yüzden sadece kendim gibi oldum, kalbimden geldiği gibi aktardım gözlemlerimi. Eğlenceli oldu günün sonunda içerik.
Kendi hayatımda dengeyi kurmaya çalışırken de düşündüğüm bir şey vardır hep. Hayat bir okul aslında, yaşadığımız her gün de bir ders. Görebilene. Öğrenmek için, birinin bizim kafamıza vurarak ve bas bas bağırarak anlatmasına gerek yok. Gün içinde ne yaşarsak yaşayalım ondan bir şey öğrenmek üzerine benim yaşam felsefem. Başıma gelen herhangi bir olaya tepkim salt üzülmek veya salt sevinmek olmaz hiçbir zaman. İyiyi de kötüyü de hafızaya atar ve devam ederim. Geçerim onu. Sıradaki gelsin derim. Diyelim sevgilimden ayrıldım, tamam üzüldüm teşekkürler devam edelim şimdi sıradaki olay ne oynat Uğur şeklinde yaşarım. Yoğun bakıma kaldırıldığım düşünülür ama ben o esnada muhtemelen üçüncü toplantıma giriyorum, bir ay sonraki tatilimi çoktan organize etmişim, akşam arkadaşlarımla gideceğim yemekte giyeceğim kombin kafamda hazır ve sevgilisinden ayrılan arkadaşıma teselli mesajı yazmakla meşgulüm. Çoktan unuttum bile ne olmuştu birkaç saat önce?
Ya da kitabım çok okundu çok sevildi, çok mutlu olurum arkadaşlarıma haber veririm, bu birkaç saat sürer sonra yine devam ederim. Evet sıradaki güzel şey ne? Yapmam gereken işler ne? Unuturum onu hemen, geçerim yani, kalmam ben o anda o duyguda hiçbir zaman. Hayat da böyle, nehirler de böyle, doğa da böyle. Akar, değişir, dönüşür. Tutunmak, kalmak iyi veya kötü herhangi bir duyguda, doğaya aykırı, benim normalim değil özetle. Amuda kalkıp yürümek gibi anormal.
Mizahi bir üslupla yazmanın avantajları ve zorlukları nelerdir? Bu üslubu seçmenizde etkili olan faktörler nelerdir?
Mizahi bir üslupla yazmak inanın, ciddi ciddi yazmaktan çok daha zor. Sosyoloji okurken bizim sınavlarımızın tek bir sorusunun yanıtı on sayfa oluyordu. Makale yazıyorduk toplumsal cinsiyet eşitsizliği üzerine mesela veya toplumsal tabakalaşma üzerine. Uygarlık Tarihi dersinin sınavlarında yaz Allah yaz, koskoca tarihi yazarak bitirebilir misin? Okuyarak da bitmedi bu arada, çok uzundu... Neyse şaka bir yana kolaydı ama yazması çünkü sadece analiz, tespit ve yorum yapıyorsun. Okuyan kişiye sadece bilgi ve görüşlerini aktarıyorsun. Onu eğlendirmek veya güldürmek gibi bir kaygın yok, neden olsun zaten. Birini uygarlık tarihi ile güldürmek sanırım isteyeceğim ilk üç şeyden biri olmaz. Çünkü isteyeceğim ilk üç şey çoktan belli. Bir bir milyon dolar, iki iki milyon dolar, üç üç milyon dolar. Çünkü geri kalan her şeye sahibim çok şükür.
Konumuza dönecek olursak, herkes farklı şeye gülüyor. İşin riskli yanı insanları güldürmek, eğlendirmek için özellikle şaka yapmak. Genellikle de başarısızlıkla sonuçlandığını görmüşümdür. O yüzden ben "Şu şakayı yaparsam çok gülerler haa" diye yazmadım. Formülüm kendi güldüğüm, kendi eğlendiğim biçimde yazmak oldu. Böyle daha doğal olduğunu düşünüyorum. Zorlama şakalardansa gönülden geldiği gibi ifade etmeyi daha iyi buluyorum kendim için diyelim. Benim de gönlüm hep eğlenmekten yana olduğu için, organikte kitap da bu şekilde mizahi bir dilde gelişti.
'YAZARIN ANLATMAK İSTEDİĞİ BİR HİKAYESİ OLUYOR'
Uzun yıllar televizyon senaristliği yaptıktan sonra roman yazmaya nasıl karar verdiniz? İki yazım tarzı arasında ne gibi farklar gözlemlediniz?
Kitap tek başına ürettiğin bir şey. Yazarken hiçbir şey gözetmeksizin sadece aklından ve gönlünden geçenleri beyaz sayfaya aktarıyorsun. Bu yüzden inanılmaz konforlu. Ama dizi veya film öyle değil. Yazdığın sahnenin çekim pratiğini de gözetmen gerek. Hava durumunu, çekim mekanının uygunluğunu, oyuncularının veya ekip arkadaşlarının programını. Her şeyi ama her şeyi düşünmen lazım. Özgür olduğun bir alan değil.
Kitap yazmak tek başına tatile çıkmak, dizi yazmak turla tatile çıkmak diyebilirim. Seninle yolculuğa çıkan bir otobüs dolusu insan, bir şoför ve bir rehber var. Yüz kişinin aynı fikirde olması imkansız. İkisinin de bambaşka keyifleri var. Bir iş birliği içinde güzel bir ürün ortaya çıkarmanın tadı da çok başka, o sevinci o başarıyı paylaşmak, beraber gururlanmak süper bir duygu. Tek başına üretmek de güzelmiş, yeni deneyimledim.
Yazmak karar vererek yaptığın bir eylem değil, en azından benim için öyle. Dolayısıyla da bir sabah uyandım ve kitap yazmaya karar verdim, olmadı. Yazarın anlatmak istediği bir hikayesi oluyor. Anlatmak, göstermek, paylaşmak… Kalbine ve aklına girdiğinde kendine saklayamıyorsun, hemen döküyorsun, akıtıyorsun… Akıttığında ister onu bir kitaba dönüştür, ister diziye, ister filme. O sana kalmış. Mantıyı ister borcama koy, ister tencerede kalsın, ister tabaklara servis et. Üretim bittikten sonra, gerisi sunum.
Kitabınızı okuyanlardan gelen en ilginç veya beklenmedik geri bildirim neydi?
Sevgili Oya Doğan bu kitabın sadece bir ilişki kitabı değil politik de bir kitap olduğunu söylemişti. Şaşırdım ama bir o kadar da mutlu oldum. Kitabı derinlemesine okuyan birkaç kişiden biri diyebilirim. Görmek isteyene, çok fazla mesajı var ve evet politik de… Sadece bir romantik komedi değil. Hayat gibi. Hayatın içinde ekonomi, siyaset, aşk, sağlık, aile, arkadaşlar, hayvanlar, spiritüel dünya gibi her türlü şey varsa, bu kitap da öyle.
Bu kitap sonrasında başka yazarlık projeleriniz var mı? Yeni projelerinizden bahsedebilir misiniz?
'Çıkma Teklifi Geri Gelsin'in filmini yazacağım. Aynı zamanda ikinci kitap 'Erkolar Kapatılsın'ı da yazıyorum. Çok kült efsane bir dergide yazmak için görüşmeler yapıyorum, şimdilik adını söylemeyeyim. Çünkü güzel kızlar hasta olmazlar, onlara nazar değer... Şimdilik planlarım bu şekilde ama bana güven olmaz her an başka şeyler de yazabilirim.
Romanınızın bir televizyon dizisine uyarlanmasını ister miydiniz? Eğer öyleyse, hangi yönlerinin ekranlara taşınmasını özellikle isterdiniz?
Tabii ki çok isterim. İçeriğime aşığım filmi, dizisi, TV programı, YouTube programı, yapılabilecek her şeyi yapmak isterim bu kitaptan. Hatta geçen kapağını bez çanta yapıp kullanmaya karar verdim. Turşusunu bile kurabilirim kışın...
İçerik olarak her türlü projeye çok uygun bir kitap. Her şey olur ondan, dizi olursa olaylar ve karakterler daha derinlemesine aktarılır. Çünkü biliyorsunuz TV dizileri yüz altmış dakika ve eğer bir de izlenirse yüzü aşkın bölümler yazıyor senaristler. Bu da her hafta yüz otuz sayfa demek. Daha fazla karaktere, daha fazla mekana ve daha fazla hikayeye ihtiyacın var. Kitapta iki üç sayfa ile geçtiğim bir konuyu muhtemelen dizisi olursa bir sezon anlatabilirim.
Ben en çok arkadaşlık dayanışmasını, kadınların birliğini ve ayaklanmasını ön plana çıkarmak isterim. Bunu pastanın keki yaparım. 'Erkolar' ve romantik detaylar da pastanın kreması ve süsü olur.