Deniz Özmen: Bu coğrafyanın dertlerini dile getirmeyi her zaman önemsedik

Deniz Özmen'le yönetmenliğini ve oyunculuğunu yaptığı 'Büyük İskender’in Atı' adlı oyununu konuştuk. Özmen, "Kendi dertlerimizle ortaklık kurduğumuz metinleri sahneye koymayı tercih ettik" dedi.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Bulgar tiyatrosunun önemli isimlerinden biri olan Stefan Tsanev’in kaleme aldığı 'Büyük İskender’in Atı' adlı oyun Tiyatroadam imzasıyla sahnelenmeye devam ediyor. Oyunun yönetmeni Deniz Özmen. Oyuncuları ise Berk Yaygın, Cihan Türk, Deniz Özmen, Ediz Akşehir, Esra Şengünalp ve Gökhan Azlağ.

Terk edilmiş bir meyhanede yaşayan beş kişi, birbirine uymayan dört nal bulur ve bu dört naldan hayali bir at yaratırlar, sonra da atı takas ede ede müthiş bir servet kazanırlar hayallerinde. Bütün problem de zaten burada baş gösterir... Evrensel eleştiriler içeren "Büyük İskender’in Atı"nın Direklerarası Tiyatro Ödülleri’nde (2022) “En İyi Komedi Oyunu” ve “En İyi Komedi Oyunu Yönetmeni”, Yeni Tiyatro Dergisi Emek ve Başarı Ödülleri’nde (2022) “En İyi Yapım (Komedi/ Müzikal)” ve “En İyi Oyun Fotoğrafı” ödüllerine layık görüldüğünü de belirtelim.

Oyun, iyi eleştirilerle yoluna devam ederken biz de yönetmen Deniz Özmen’le konuştuk. Kendisine oyunu, komediyi ve politik tiyatroyu sorduk.

Deniz Özmen

'DÜNYA DÜZENİNE ELEŞTİREL-MİZAHİ BİR BAKIŞ'

Büyük İskender’in Atı’nı sahneye koymaya nasıl karar verdiniz? Bu sürece dair yaşananları bizimle paylaşır mısınız?

Aslında oyunu pandemi öncesinde okumuş ve yazarın insanlık tarihi boyunca oluşturduğumuz bu deli dünya düzenine, geniş bir çerçevede metaforik, eleştirel ve mizahi bakışından çok etkilenmiştik. Oynamaya karar vermiş ve hatta dramaturjisine, dekor tasarımına başlamıştık. Fakat pandemi patlak verdi ve o koşullarda böyle kalabalık kadrolu bir oyunun oynanmasının çok kolay olmayacağına kanaat getirmiş ve bir süre ertelemiştik. Daha az kadrolu olan “Einstein‘ın İhaneti” oyununu çalışmıştık. Ancak bir sene sonra daha uygun koşullar oluşunca “Büyük İskender’in Atı”nı tekrar çalışmaya başladık.

Oyuncuların performansını da cidden takdir edilesi ki siz de oyunculardan birisiniz. Bir oyunda hem yönetmen hem oyuncu olmak nasıl bir şey? Bunun avantajları, dezavantajları neler?

Oyunu oynamaya karar verdiğimizde benim yönetmen olacağım kesin değildi ama araya giren bir sene boyunca oyun zihnimde biraz daha demlenmiş oldu, özellikle oyuncu arkadaşım Berk Yaygın ile gerçekleştirdiğimiz sohbetlerle de oyunla ilgili düşüncelerim biraz daha derinleşti. Bir taraftan da dekor tasarımına çalışıyordum. Sıcak bir ilişki kurmuştum oyunla… Sonrasında yönetmenin ekip içinden olmasının daha efektif olacağını düşündük ve yönetmenlik görevini de üstlendim.

Bir oyunda yönetmenin aynı zamanda oyuncu olması, oyuna dışardan bakılmasını engelleyebileceği düşünüldüğü için çok tercih edilen bir durum değildir ama hem rolümün nispeten rahat olması hem yıllardır pek çok oyunda çalıştığım, iyi tanıdığım bir kadro ile çalıştığım için hem de ön hazırlığımızı iyi yaptığımız için bu durumun dezavantajlarını pek yaşamadık. Çok yetenekli ve oyunculuktan/sahnede olmaktan keyif alan, işini severek yapan bir ekibimiz var. Yönetmen olarak da en büyük hedefim her oyuncunun rolünü keyifle oynaması için alan açmaktı.

'MEKÂN, YOKSULLUK VE SEFALET İÇİNDE BİR KÖY MEYHANESİ'

Oyunun en dikkat çekici yanlarından biri de dekoru. Bir yönüyle çok gerçekçi, bir yönüyle çok grotesk. Dekor tasarımı da size ait sanıyorum. Biraz da bundan bahsedelim mi?

Evet, dekor tasarımı bana ait. Oyunun “büyülü gerçekçi” tarzına uyan, bunu destekleyen bir tasarımı hedefledim. Mekân, yoksulluk ve sefalet içinde bir köy meyhanesi… Hem bu dünyaya hem de öteki dünyaya ait, oyundaki kişiler gibi arafta kalmış, yaşamla ölüm arsında sıkışmış bir yer. Kendine özgü bir perspektifi olan, asimetrik, havada asılı kalmış, yıkık dökük, katmanlı duvar ve dekor parçaları kullanarak bu hissi yaratmaya çalıştım. Uygulamayı ise atölyemizde kendimiz gerçekleştirdik.

Oyun bir meyhanede geçiyor. Açgözlü bir meyhaneci, şiddet yanlısı bir asker, çıkarcı bir papaz, seks işçiliği yapan bir öğretmen-şair, azınlık diye hor görülen sanatçı bir Çingene, kendini kral sanan bir deli ve olmayan bir at var sahnede. Hepsinin ortak noktası yoksulluk ancak işin içine para girince bu ortaklık bozuluyor. Oyunu zamansız, mekânsız kılıp evrensele taşıyan şey de bu değil mi sizce?

Evet, aynı şekilde düşünüyorum. İnsanlık tarihi boyunca, yüzyıllardır bu ilişkiler ağı, bu yapı, hemen her toplumda, her coğrafyada gerçeklik kazanmış. Hayali varlıklar, sistemler kurulmuş ve maddi çıkarlar uğruna çatışılmış, savaşlar, katliamlar yapılmış.

Karakterlerin temsiliyetleri üzerinden konuşursak; kapitalist daha çok para elde etmek için dini ve kolluk kuvvetlerini “meşru” bir zeminde halka ve aydınlara karşı kışkırtıyor. Bu, bildik bir iş birliği. Beri yandan aydınla halk arasında benzeri bir iş birliği yok. Bu da kasıtlı bir eleştiri sanıyorum.

Aslında oyunda aydınla halk arasında böyle bir ilişki/iş birliği kurulmaya çalışılıyor; öğretmen, çingene, deli el ele tutuşup marş söyleyerek meyhaneci ve papazın üstüne yürüyorlar, isyan ediyorlar ama albay kılıcını çektiğinde korkup kaçıyorlar, dağılıveriyorlar… Yani bu ilişki kurulmaya çalışılıyor ama cılız kalıyor, çok kolay bozuluyor, güçsüz kalıyor.

Şair-öğretmenin gazetede okudukları da ayrı bir güzel. Aslında ekonomi çok iyi ama insanlar fakir taklidi yapıyorlar, diyor. Başka bir yerde de asker, Çingene’ye “Mutlu ol!” komutu veriyor. Tıpkı Türkiye’deki gibi. Ancak bunu yaşarken anlamayanlar, sahnede izleyince kendilerine yabancılaşabiliyorlar. Tiyatronun değiştirici gücü hakkında neler söylemek istersiniz?

Oyunlarımızı seçerken bu coğrafyanın dertlerini dile getirmeyi her zaman önemsedik. Kendi dertlerimizle ortaklık kurduğumuz metinleri sahneye koymayı tercih ettik. "Büyük İskender’in Atı" da dert edindiği konu itibari ile hem evrensel hem de neredeyse burası için yazılmış gibi; televizyonu, gazeteyi açtığımızda, karşımıza çıkan haberler kadar güncel. Bu yönüyle de çok çarpıcı ve bir o kadar da üzücü…

Biz kendi dertlendiğimiz şeyleri estetik ölçülerde anlatarak paylaşmaya çalışıyoruz. Etrafımızda olup bitenleri fark etmek/anlamak, bunlarla ilgili düşünmek, içinde olduğumuz duruma başka bir açıdan -gülerek de olsa- bakmak önemli, sonrasında belki biraz daha bilinçleniriz ama maksadımız tiyatro ile insanları eğitmek değil tabii ki. Haddimiz değil bu. Zaten öylesi sanatlı da değil bence. Ama sanat iyileştirir. Oyunumuza gelen biri çıkışta yanında oturduğu arkadaşına, eşine, dostuna ya da hiç tanımadığı birine oyun çıkışında oyun öncesinden daha başka bir gözle, daha sevecen, anlayışlı, daha iyi bakıyorsa bizden mutlusu yok; tiyatromuz işlevini gerçekleştirmiş, amacımıza ulamışız demektir.

'VİCDAN RAHATSIZ ETMEK İÇİN VARDIR'

Komedi oyunları eleştirel yönleriyle de insanların dikkatini çekip onlara yeni sorular sorarlar. Peki politik olmayan komedi nerede durur?

Vicdan, insana sürekli yaptığın doğru mu diye sorar. Vicdan, insanı rahatsız eder. Vicdan, insanı doğruya yönlendirir. Vicdan, insanı daha iyi bir insan yapar. Ama vicdan azapta gerektir. Vicdan, sorarak insanı rahatsız eder. Görevi budur, rahatsız etmek için vardır.

Aydınlar da toplumun vicdanıdır. Sanat da/tiyatro sanatı da aydınlık için vardır. Soru sorar, sorgular, eleştirir, rahatsız eder, insanların daha iyi olmasını ister. Politik olmayan komedi nerede durur tam olarak bilmiyorum ama politik olan komedi toplum için böyle bir yerde durur bence.

Bir tiyatro yönetmeni olarak buradan oyuncu adaylarına neler söylemek istersiniz?

Aslında tiyatro yönetmenliği benim son dönemde aldığım bir sıfat, ben kendimi daha çok tiyatro oyuncusu olarak tanımlıyorum. Bu çerçeveden baktığımda da tiyatronun büyük oranda oyuncu ile var olan bir sanat, bir oyunculuk sanatı olduğunu düşünüyorum.

Oyuncu adaylarına tavsiyem ne olur? Neden oyucu olmak istediklerini kendilerine sorsunlar ve samimiyetle, dürüstçe verdikleri cevabı/cevapları bir yere yazsınlar. Amaçlarını asla unutmasınlar. Kendilerine ve amaçlarına inansınlar. Onu hak etmek için çalışsınlar. Ve bu yolculukta bu soruyu tekrarlasınlar. Belki cevapları değişmiştir, belki derinleşmiştir ya da tam tersi… Bilinmez. Ama her zaman o amaç doğrultusunda severek, eğlenerek, anlayarak, inanarak, coşkuyla oynasınlar.