Denizde bir gemi, elinde bir kemençe: İlknur Yakupoğlu

'Ben Denizde Bir Gemi', 'Sarağuş', 'İspandam', 'Dünyanın Gaydesi' gibi eserlere imza atan İlknur Yakupoğlu, türküleri ve kemençesiyle Karadeniz kadınının sesi oluyor.

Google Haberlere Abone ol

TRABZON - Kadın sanatçının az olduğu Doğu Karadeniz’de kendi olanakları ile kemençe ve bağlama çalmayı öğrenen İlknur Yakupoğlu, 20 yıldır türküleriyle Karadeniz kadınlarına ses oluyor.

Yakupoğlu kemençe çalabilen, çaldığı kemençe eşliğinde türkü söyleyebilen ender sanatçılardan biri. Müziğin ışığıyla hayata bağlanıp yeniden renklendirdi yaşadığı coğrafyayı. Umutları, hayalleri, yaşanmışlıkları çaldığı kemençenin sesinde çoğalarak büyüyen bir folk sanatçısı...

İlknur Yakupoğlu 1968 Tonya doğumlu. Müziğe 12 yaşında bağlama çalarak ve türkü söyleyerek başladı. Tonya’da tamamladığı lise eğitiminden sonra Ankara’da Büyükşehir Belediye Korosu ve Kültür Bakanlığı HAGEM (Halk Müziği Araştırma Geliştirme Merkezi) topluluğunda solist olarak yer aldı. Daha sonra kemençe çalmaya başlayan sanatçı aynı zamanda Tonya’da çeşitli derleme çalışmalarına katıldı.

Yakupoğlu, 2005 yılında, yönetmenliğini Fuat Saka’nın yaptığı, çoğunluğu kendi derlemelerinde oluşan ilk albümü 'Yakınlar Uzak Oldu'yu çıkardı. İlk albümden sonra müzisyen kardeşi Savaş Yakupoğlu’nun aranjörlüğünde; 2008 yılında ikinci albümü 'Keyvan' ile 2011 yılında 'Savalas' albümlerini dinleyicileriyle buluşturdu. Birçok ortak albümde de yer alan Yakupoğlu, Türkiye’de ve yurtdışında çeşitli solo konserler verdi. Aynı zamanda Kardeş Türküler, Grup Helesa gibi farklı grupların konserlerinde de yer aldı.

Yakupoğlu'nun en çok bilinen eseri ise kendi yazıp bestelediği 'Ben Denizde bir Gemi' türküsü oldu. İsmail Hakkı Demircioğlu, Cengiz Özkan, Volkan Konak ve Şevval Sam gibi sanatçıların da seslendirdiği türkü milyonlara ulaştı.

Yakupoğlu ile müzik hayatına, Karadeniz kimliğine ve müzik endüstrisine dair konuştuk...

Karadeniz müziğinin kadın temsilcisi olarak hak ettiğiniz saygıyı gördüğünüzü düşünüyor musunuz?

Sadece müzikal anlamda değil edebiyat dünyasında da, sinema dünyasında da ne kadar başarılı olurlarsa olsunlar, Türkiye’de kadınlar yaptıklarıyla çok saygı görmüyorlar. Mesela bizim Karadeniz’de 'kadın müzisyen yok’ denir. Biz evde müziğin içinde büyüdük. Babam uzun yol şoförüydü. Her gittiği yerden plaklar getiriyordu. O plakların bende çok etkisi oldu. Türküleri radyodan dinleyip ezberlerdim. Sonra kardeşlerimi toplardım, ben çalardım onlar söylerdi. Herkes mektuplaşırken biz ablamla kasetleşiyorduk. İlkokul zamanları, çok erken yaşta vefat eden öğretmen amcamdan yadigar kalan bağlamayı elime aldım ve kendi çabamla öğrenmeye çalıştım.

Kemençe çalmaya nasıl başladınız?

İlk başta Sait Uçar’la (kemençe sanatçısı) başlıyorum aslında bu işe. Muhammed abim beni bu işe hep teşvik etmiştir. "Çok yeteneklisin sen bu işi yapmalısın" der dururdu bana. Bir gün Sait Uçar'ı görmüş, benden bahsetmiş. Ankara’ya beni dinlemeye geliyorlar. O sırada 'Yar Ağlama' türküsünü söylüyorum. Türkü bitince hemen haydi kaset yapmaya gidiyoruz diyorlar. Ben de "Ankara'da çalışıyorum nasıl geleyim?" derken bir bakıyorum İstanbul’dayım. Kaset nasıl çıkarılır bu iş nasıl yapılır hiçbir fikrim yok tabii.

Müziğe ilgim vardı ama bu işi hiç düşünmemiştim. Kursa gidiyordum ama orada farklı anlatıyorlardı bize. Sanatçı olmayı da düşünmüyordum zaten. Köyde toplanır türküler söylerdik ama orada bile solist olmazdım. Kardeşim Birnaz okurdu türküleri. Neyse vardık stüdyoya, 'Ben Denizde Bir Gemi'yi söylüyorum ilk defa orada. Ama şimdikiyle hiç alakası yok o zamanlar söylediğimin. Zaten şarkının söz müziği bana ait. Burada bile bilmez çoğu kişi o türkünün benim olduğunu. Ankara’da evimizin önünde otururken yazmıştım onu. Sonra İstanbul olmadı benim için."

Karadeniz müziğinde kadın sanatçılar var fakat kemençe çalan kadın sanatçı az oluyor...

Karadeniz’de kadın olmak çok zor. Saatlerce bahçede çalışan, dağda odun kıran, ağaç kesen, fındıkla uğraşıp çay toplayandır Karadeniz kadınları. Karadeniz’deki kadınlar arasından ben çıktım. Neden olmasın, niye kemençe çalmasın kadınlar dedim. Bana ilk Fuat Saka bağlamayı bırakıp kemençe çalmamı söylüyor. Fuat Saka'yla fark ediyorum ki aynı pencereden bakıyoruz ama onun da peşinden üç sene koştum.

Fuat Saka'nın beni fark etmesi ise bir etkinlikte oldu. Biri yanıma gelip "İlknur sen kemençe çalıyormuşsun" dedi. Ben de o zamanlar çalıyorum ama beste yapacak kadar yani kendimi idare edebilecek seviyedeyim. Ancak ısrar edince ben de çalıp bir uzun hava okuyorum. Biraz zaman geçiyor içeriden Fuat Saka geliyor. “Kızım sen ne yapıyorsun?” diyor. Hocam kusura bakmayın sesimin içeri kadar geldiğini fark etmedim diyorum. Fuat Saka “Kız yok sen çok önemli bir şey yapıyorsun, kadın başına kalkıp erkek işine el atıyorsun” dedi. O yüzdendir Fuat Saka’yı çok önemsiyorum. Fuat Saka, "Yaptığın bütün işi bırakıp benimle kemençe çalacaksın" dedi. Tamamını benim derlediğim 12 parçalı bir albüm çıkardık.

İlknur Yakupoğlu

'TÜRKİYE’DE MÜZİK ENDÜSTRİSİ ERKEK EGEMENLİĞİ ALTINDA'

Kadın sanatçı olarak Türkiye’deki müzik endüstrisindeki cinsiyet hakimiyetini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Türkiye müzik sektöründe özellikle yönetimsel ve teknik rollerde büyük bir erkek hakimiyeti var. Egoistlik çok fazla bu piyasada, herkes nasıl para kazanırımın derdine düşmüş. Karadeniz müziği organizasyonları da kafası boş, cebi dolu adamların elinde. Mesela bir etkinlik yapacakları zaman siyasi anlamda duruşun, hayata bakışın, kendini ifade edişin adamların hoşuna gitmiyorsa seni istemiyorlar. Her şeyin özü bozulmuş, ne türkülerde, ne horonda estetik kaldı. Ben o organizasyonlarda da o toplulukta da olmak istemiyorum. Halbuki horon bir ibadet sayılır Karadeniz Bölgesi'nde.

Eskiden nasıl olurdu bu? İnsanlar bir araya toplanırdı, sohbetler edilirdi. Oturak kaydeleri (beste) söylenir, en sonunda da bir horon kurulur, iş biterdi. Ben bir araya gelip birçok iş yapmak istedim ama olmadı. Herkes kendini kurtarma peşinde. Bu işin paradan çok sevgi kısmı önemli. Biz sevdiğimiz için sanat yapmayı başarabildik. Ben Karadeniz müziğine katkı yapmak için çalışıyorum. Şu konuda da mütevazi olamayacağım. Ben kemençe çalmaya başladıktan sonra İstanbul’da genç kızların gittiği kemençe kursları açıldı. Bunda benim büyük katkım olduğunu düşünüyorum.

Son yıllarda Karadeniz müziği olarak bir çok yeni sanatçının ortaya koyduğu işlerin yöre müziğini yansıtmadığı tartışmaları yaşanıyor. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yeni çıkan Karadeniz şarkıları da çok hoşuma gitmiyor. Kültürümüze ait olmayan yeni yeni kelimeler kullanıyorlar. 'Bebeğim, yarim, aşkım' diyorlar. Bizde bunlar yoktur. Bizde sevda vardır, sevdam deriz, sevdaluk ederiz bizler. Yollar modernleşti diye kelimeleri de modernleştirdi bizim sanatçılar. Ama türkülerin orijinalden uzaklaşmadan gerçekçi olarak yazılması gerekiyor.

'KARADENİZ MÜZİĞİ EROZYONA UĞRATILIYOR'

Yöremizin kendine has ritmi ve enstrümanları bulunan ve kesinlikle otantik bir gırtlak gerektiren müziğimiz bu işin ehli olmayan adamlarca erozyona uğratılıyor. Bu erozyonda payı olan sözde sanatçılar, yaptıkları hatanın farkında olamayacak kadar cahiller. Hem ses rengi, hem yöre dili hem de kullanılan enstrümanlar bakımından bölgemizle hiç alakası olmayan bu acayip müzikleri insanlar Karadeniz müziği diye algılıyorlar.

Eskiden yaylalara yürüyerek çıkılırdı. O yollarda yol havaları söylenirdi. Bunlar daha ağır havalar olurdu tabii. Ancak yollar kısalınca, havalar da gitti. Aynı zamanda hızlı yaşam ve teknoloji de etkiledi bunu. Her şeyi hızlıca keşfediyor ve tüketiyoruz. Bu da hızlıca fark edip unutmamıza neden oluyor. Pir Sultan Abdal’ın yüzyıllar önce söyledikleri hâlâ paylaşılırken, yeniler hemen unutuluyorsa burada anlamamız gereken bir husus var demektir. Müzikle önemli şeyleri yani gerçekleri anlatmak bu hususun ta kendisidir. Bu da türkünün hikayesinin önemini gözler önüne seriyor işte. Şimdilerde pop müzik var, benim için pek bir şey ifade etmiyor zevk de vermiyor bana.

Kemençe sizin için ne anlam ifade ediyor? Kolunuza dövmesini de yaptırdınız, çaldığınız enstrüman olması dışında da anlamı var mı sizin için?

Kemençe benim kimliğim, var olduğumuz coğrafyanın sesi olduğu için yaptım. Kendime ait bir simgem olsun istemişimdir hep. Bir tanıdığıma bu isteğimden bahsettiğim zaman “İlknur kemençe çalışıyorsun ya, koluna kemençe dövmesi yaptır” diyor. Başta istemiyorum, sonra düşünüyorum ve ona hak veriyorum. Zamanla da istediğim gibi kimliğim oluyor zaten. Nereli olduğum direkt belli oluyor. Gerçi bizim buralarda pek güzel karşılamazlar böyle şeyleri ama olsun. İlk görüşte anlamayanlarda oluyor bazen. 'Balık mı, haç mı, Hz. Ali’nin kılıcı mı' diye soranlar oluyor.

Tonya'da yetişen bir sanatçı olarak türkülerinizde Karadeniz kadınından besleniyor musunuz?

Kadınlar burada taşları yerinden söküp, toprak yapar. Ben de kadınların tarlada iş yaparken, ineği ile dağda bayırda dolaşırken söylediği türküleri çok önemsedim. Bir iki cümle kuruluyor ama dinlediğinizde hayata dair olduğunu görüyorsunuz. Kendi toprağımdaki kadın, benim öğreticim olmuştur. Hepsinin acılarına, ağıtlarına, gülümsemelerine şahit olduğum için kendi dünyamda onların hikayelerine ses vermeye çalışıyorum. Genç kadınlar önce kim olduklarını, ne yapmak istediklerini öğrensinler ve hiç kimseye benzemeye çalışmasınlar. Kendin olduğun sürece ister başar, ister başarma. Ve şunu unutmasınlar yerelliğimizi tamamlayamazsak hiçbir zaman evrensel olamayız. Önce yerel olacaksın evrenseli yakalayabilesin.