Denizin koşulsuz tanığı: Kirkor Reis

Kirkor Reis'le Kumkapı'yı, Küçük Deniz Sokağı’nı ve Balıkçılar Kilisesi'ni konuştuk. Kirkor Reis, O günleri, o insanları çok özlüyorum. Sadece Kumkapı değil, bütün İstanbul gözümde tütüyor" dedi.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Marmara bir sisten doğar. Açıklardaki balıkçı teknelerinde yabanıl bir ışık yanar, tuzun şarkısı başlar. Balık ağları ki denizin adağı… Halatlar, yengeçler, denizkestaneleri, sedefler, gümüş balıkları, aceleci kuşlar, parıldayan pullar, oltaya yön veren rüzgârın uğultusu ve fırtınada yol gözleyen kadınlar… Ağları birleştiren mekiğin tarihini en iyi onlar hatırlar. Bir de Kirkor Reis! O Kirkor (Hüneryan) Reis ki, bütün hayatı denizlerde geçmiş. Şimdilerde yaşlandığını, “bu işler”i bıraktığını söylese de, gençliği anlatırken yetmiş iki yaşındaki yorgun omuzlarını şöyle bir geriye atıyor… Ve öyle bir “Benim sülalem balıkçı yahu!” diyor ki, sanırsınız bir yıldız şafağı sıyırıp geçiyor.

KUMKAPI BİR BALIKÇI KÖYÜDÜR

Kirkor Reis’in babası Zaven Reis, 1914, Silivri doğumlu. Balıkçı ailesinin biri kız, üçü erkek dört çocuğundan biri. Aslında Kumkapı balıkçılarının pek çoğu Silivrili. Balıkçıların aileleri ile birlikte Silivri’den Kumkapı’ya yerleşmesi, Osmanlı’nın son yıllarına dayanıyor. 20 Temmuz 1920 tarihinde Yunan savaş gemileri Marmara Ereğli’sini bombalamaktadır. Sultan Çiftliği’ne Yunan askerleri girmiştir. Yunan Onuncu Tümeni karaya çıkarak, Silivri’ye doğru ilerlemektedir. Halk endişe içindeyken, Silivri’deki yaklaşık on kadar Ermeni balıkçı ailesi, o zamanlar kendi hâlinde bir köy olan Kumkapı’ya kaçmaya karar verir. Bir gece yarısı, eşleri, çocukları ve tayfaları ile birlikte kayıklarına atlayıp, Kumkapı’ya doğru açılırlar. Burada yeni bir hayat kurarlar. Kumkapı’ya geldiklerinde Zaven Reis, henüz altı yaşındadır. İlerleyen yıllarda Kumkapı’nın sevilen bir balıkçısı olur. O dönemin balıkçıları birbirinden iddialıdır: Husik Reis, Fram Reis, Diran Reis, Dacat Reis, Haçik Reis, Abo’nun Kevork Reis, Köylünün Levon… “Köylünün” dendi mi orada bir duracaksınız! Bu onun “Has Kumkapılı” olduğunu gösterir. “Köylü”, yani Kumkapı balıkçı köyünden. Kumkapı’da balıkçısından merametçisine, sütçüsünden meyhanecisine kadar herkesin bir lakabı vardır. Kirkor Reis, “Bu lakapları sakın ola küçümseme! Tırışkadan konmadı onlar, her biri yüzüne karşı da söylenecek cinsten” diyor.

Kirkor Reis

Kirkor Reis’in bu tatlı-sert uyarısından da anlaşılacağı gibi, o dönemin balıkçıları birbirine yakın yaşayan insanlardır: “Sonuçta hepsi balıkçıydı, hepsi aynı semtin insanıydı. İhtiyarlamış reislere büyük hürmet gösterilirdi. Hepsinin ortak özelliği rakıyı çok sevmeleri, hakkını vererek içmeleriydi. Bir gün dahi kimse sarhoş olup da olay çıkarmış değildir! Edebiyle içerlerdi! Rakı şimdiki gibi pahalı değildi, bol bulunurdu. ‘Dışarlıklı’ balıkçılar geldi mi, hoop kaptığın gibi meyhaneye... ‘Sâfâ getirdin’ demekti bu! Meyhanemiz de çok orijinaldi doğrusu. Denizin üstünde, derme çatma bir yer. Kör Agop’un ilk mekânı orasıydı. Bakanlar, milletvekilleri, yazar-çizer tayfası bile oraya gelirdi. Her balıkçının bir dengi vardı. O gün balık bolsa, muhakkak iki tek atıldıktan sonra evlere dağılınırdı. Ertesi gün, “Hayr Apraham bereketi olsun!”(1) denilerek, şafak vakti yine balığa….”.

Öyle ya, Kumkapı derin uykulardayken çağırır balıkçılarını deniz. Bir Lapina Andon, bir Burunsuz Bedros, bir Merametçi Dürik ki bırakın denizleri, Kumkapı ve çevresinde bir su birikintisinden bile konuşulacaksa önce onların adı geçer. “Suyun ilk halini bilen” ise Zaven Reis’ten başkası değildir: “Babam Zaven Reis, çok çalışkan bir adamdı. Balıkçılar arasında en zengini Husik Reis’ti. Babam önceleri onun yanında çalışıyordu. O dönemler Anadolu Feneri’nde, Rumeli Feneri’nde, Poyrazköy’de balıkçılık böyle gelişmiş değildi. Hatta yoktu bile denebilir. Oralardan Kumkapı’ya gelip, balıkçılığı öğreniyorlardı. Osmanlı döneminde Kız Kulesi’nin biraz ilerisinde bir hudut vardı. Ermeni balıkçıları oraya sokmazlar, Boğaz’dan öteye geçirmezlerdi. Bu nedenle bu işin merkezi her zaman Kumkapı olmuştur. Her balıkçı bir balıkla anılır. Babam kefal tutardı, adı Kefalci Zaven’e çıkmıştı! Kefal deyip geçmeyin… Dört- beş kiloluk haskefal tutardı. Kefal balığının altı türü vardır: Haskefal, altınbaşkefal, topbaşkefal, dudaklıkefal, platerina, ilarya. En makbulü haskefaldir. Bu türün gözleri kışları bir perde ile örtülüdür, denizler ısınınca bu perde zamanla açılır. Yakalanmazlarsa yaklaşık on beş yıl yaşayabilirler. Etleri lezzetlidir. Haşlamasının üstüne mayonez koy da dene! Tadı tıpkı artık zengin sofrasına kurulan mayonezli levrek gibi olur. Pilakisini, tavasını ise mamamdan güzel kimse yapamaz! Babam Haydarpaşa mendireğinde, Haliç’te saat kaçta, hangi balık gelir, bilirdi. Haliç’e girmek yasaktı. Yine de babam kefal saatini bekler, tonlarca kefal çevirirdi”.

Zaven Reis ve arkadaşları (Sağ başta Zaven Hüneryan, ortada Yerevon Akdülgeryan, sol başta Setrak Avakya)

Böylesi bolluk-bereket günlerinde her reis balıkların bir kısmını hastalarla, yoksullarla paylaşırmış. Bazen Gedikpaşa’da bir evin sofrasına, bazen bir kilise kapısına… Zaven Reis ise, Yedikule’deki Surp Pırgiç Hastanesi’ne gönderirmiş. Beş sepet yolladığı balık, üç gün yetecek kadarmış. Kirkor Reis, “Bu babamın bereket duasıydı. Tanrısına böyle şükrediyordu” diyerek, çocukluğunun unutulmaz günlerini anlatmaya devam ediyor: “Kumkapı’nın meyhanecileri balığı Azapkapı Balık Hali’nden almazdı. Balıkçı sandallarına yanaşırlar, taze taze balık seçerlerdi. Babamın otuz tayfası vardı; on beşi sandalda, on beşi motorda. Hepsi Giresun-Eynesilli’ydi. Kumkapı’da “gurbette”ler diye mamam onların bütün sorumluluğunu üstlenmişti. Kimse düşünmez bu çivi gibi delikanlılar ne yerler ne içerler diye… Mamam her akşam yemeklerini yapardı. Evin arkası liman… Diğer balıkçıların tayfası limandaki sandalda yatar, bizim tayfalar evin altındaki derme çatma da olsa ranzada yatardı. Babam o gün balıktan 10 lira kazanmışsa, yarısını tayfalara harçlık verirdi. Aralarında baba-oğul ilişkisi vardı. Herkes Zaven Reis’in tayfası olmak isterdi. Bunun faydasını çok gördüm. Tayfalar beni okula omuzlarında götürüp getirirlerdi. Üstelik babamın böyle bir talebi olmamasına rağmen. İçtenlikle, severek…”

KÜÇÜK DENİZ SOKAĞI'NIN İNSANLARI

Tayfalar gitti, zamanlar değişti… Turna geçimi fırtınaları unutuldu… Kumkapı’nın artık bir harabeye dönüştüğü bütün uzaklıklardan anlaşılır. Kalafat yeri ki pas tutmuş, cumbalar ki tedirgin, rengi atmış. Gemi enkazları yüzüstü bırakıldığı için öfkeli, küf bağlamış, yorgun… Denizin suları da çekilmiş, son volinin son tanığı da buraları bırakıp gitmişse geriye dönüp bakmanın tam vakti değil midir? Küçük Kirkor’u omuzunda taşıyan tayfayı takip edin… Küçük Deniz Sokağı’nı bulacaksınız. Böyle söylerseniz “dışarlıklı” olduğunuz anlaşılır. Siz en iyisi bu sokağa, “Kale Kapısı” deyin. Burası 50’li yıllarda balıkçı ailelerinin mekânıdır. Kirkor’un evi de şu karşıdaki iki katlı, derme çatma, tahta perdeli evdir. Küçük holde pompalı gaz ocağı vardır. Orada su ısıtılır, çocuklar -Ardaş ve Kirkor- burada yıkanır. Büyükler, Kadırga Hamamı’na gider. Balığın en güzelinin bu evde hazırlandığını söylememe de gerek yok sanırım…

MERAMETÇİLER, YAZMACILAR, ÇİROZCULAR...

Bu mutfaksız evde ziyafet sofraları hazırlayan, “midya dolma”nın(2) hasından, palamutun pilakisinden anlayan Vartuhi Hanım’dan başkası değildir. Vartuhi ve Zaven, hayat arkadaşlığının yanı sıra meslektaş da sayılırlar. Vartuhi Hanım, pek çok Kumkapılı kadın gibi merametçi! Kirkor Reis, annesini sevgiyle anlatıyor: “Her balıkçının karısı merametçiydi. Kumkapı’nın kadın merametçilerinin hepsi çok güzeldi. Balıkçılar onları kalafat yerinde, limanda sevip, almış. O zamanlar ağlar naylondan değil, iplikten yapılırdı. Kazanlarımız vardı, bunlarda ağlar boyanırdı. Sonra da boydan boya, liman boyunca asılırdı. Yanlarına çirozluk uskumrular, yazmalar… Şenlik yeri gibiydi bizim limanımız. Çok yaramaz bir çocukmuşum. Annem geceleri ağ tamir ederken, beni sırtına bağlarmış. İşi çabuk bitsin de babam sabah balığa gidebilsin diye. Çalışkanlığının yanı sıra, annem müthiş tutumlu bir kadındı. Babam bütün parasını getirip, anneme verirdi. Annem bu biriktirdiği para ile ailesini çekip çevirmeyi bildi, başımızı sokacak bir evimiz olduysa ona borçluyuz. Yıllarca derme çatma evlerde oturmaktan yorgun düşen annem, Çifte Gelinler Sokağı’ndaki beş katlı yeni evimizi her gün pırıl pırıl yapmaktan sonsuz mutlu olurdu. Ev temizlemekten, tertip düzen işlerinden dolayı bir arkadaşına sabah kahvesine bile gitmezdi. Şafak vakti yukarıdaki odalardan başlar, en alt kata kadar siler süpürürdü. Herhalde yılların acısını çıkarıyordu, kim bilir… Üstelik bu yorgunluğun üstüne yemek pişirmeyi unutmaz, gece de babamla birlikte sandala giderek, ağ onarırdı. Ara sıra bunlar aklıma geliyor. ‘Vay anacığım…’ ‘Vay ki vay!’ diyorum”. Vartuhi’nin nohut oda bakla sofa Kumkapı evinde mutluluğu kısa sürmüş. Kirkor Reis, “Göz mü değdi mamama. Neden böyle oldu?” diye hâlâ kendi kendine soruyor. Kanserden kaybettiği annesinin güzelliğini, sarı saçlarını, mavi gözlerini dilinden hiç düşürmüyor. O Vartuhi ki, yazgısı hem karadan hem denizden kuşatılmış. Öldüğünde Kumkapı’nın bütün esnafı kepenklerini kapamış, meyhaneciler -Kör Agop (İnciyan) Minas(Misisyan), Çamur Şevket- üç gün dükkânlarını açmamış. Bu dünyadan bir Merametçi Vartuhi geçmiş.

Merametçi Vartuhi ve oğlu Kirkor.

SAMATYA'DA LÜFER AKINI

Kumkapı içlerindeki o ev, Hüneryan Ailesi’nden bir emanet gibi hâlâ duruyor. Zaven Reis, balıkçılık tarihine geçmiş bir olayın sonucunda o evi satın alıyor. 1980’lerde Samatya kıyılarında inanılmaz bir lüfer akını olmuş. Zaven Reis, öyle çok balık tutmuş ki, üç gün boyunca Azapkapı Balıkhanesi’ne balık taşımış. Hayatında ilk defa “çok para” kazanmış. Öyle ki, paranın kaynağını sorgulamak için maliyeciler bile gelmiş, gazeteler haberler yapmış. Zaven Reis mutlu, Zaven Reis mağrur… Sevgiyle bağlandığı karısı, gurur duyduğu iki evladı için bir ev almış. İşte Çifte Gelinler’deki o pırıl pırıl ev, o lüfer akınının hatırasıdır. O hatıranın hakkını verircesine çok ziyafete şahit olmuştur. Bu evin tadını en çok sokağın karşısındaki Tıbbiye Okulu’nun öğrencileri çıkarmış, Vartuhi ve Zaven çifti, her hafta öğrencilere rakı-balık keyfi yaşatmıştır.

Samatya'da lüfer akını hatırası

BALIKÇI KİLİSESİ, BALIKÇI OKULU: SURP HARUTYUN VE BOĞOSYAN VARVARYAN

Kirkor Reis, çiçeği burnunda bir gençmiş o zamanlar. Elleri anne-babasınınki gibi hünerli, elleri sağlam düğümler atan…. On yedisinde torikten, denizden bir tutam iyot kokusu gömleğine sinmiş, bir daha da çıkmamış. Bir akşam serinliğinde, fenerlerin altında maviye boyadığı sandalına atlayıp, Yenikapı’ya kadar açılmış. Açılış o açılış… Sabaha karşı topladığı ağlar, o ellerin uzantısı olmuş. Uzun kıyılar boyunca, fırtınaların yakın tanığı olma sırası artık ondaymış. Çocukluğu, annesine “salma”, “pilaki” ve “dolma” yapması için midye çıkarmakla geçmiş. İlkgençliğinde midyeleri ayırıp, teneke üstünde pişirmeyi öğrenmiş. Midyeler kavalyesiz bırakılır mı hiç? Peki, o mavilikte içilen buz gibi biranın tadı unutulur mu? Kirkor Reis, geriye dönüp baktığında, “Avarelikte, yaramazlıkta üstümüze yoktu. Okul yüzü görmedik, hatta biz hiç üstümüz- başımız kupkuru dolaşmadık bile. Yaz -kış denizdeydik” dese de diğer balıkçı reislerinin çocukları gibi Boğosyan Varvaryan Okulu mezunu.

Müsamerelerde bu okulun öğrencileri hep balıkçı kılığında çünkü okul Surp Harutyun Kilisesi’nin hemen yanında. Bu kilisenin halk arasındaki ismi, “Balıkçılar Kilisesi”dir! Tarihi 19. yüzyıla dayanır. 1832 yılında, padişah fermanı ile inşa edilen şapele, Harutyun Amira Bezciyan’ın(3) maddi-manevi büyük katkısı olur. Amira Bezciyan, şapelin kiliseye çevrilmesini arzu eder. Girişimlerde bulunacağı sırada, Patrikhane ve Patriklik Katedrali’nin yeniden inşası gündeme gelir. Bu nedenle şapelin kiliseye çevrilmesi ertelenir. Amira Bezciyan, isteğini gerçekleştiremeden, 1834 yılında vefat eder. 1855 yılına gelindiğinde, Kumkapılı balıkçıların büyük katkılarıyla kilisenin inşası tamamlanır. Patrik Hagopos III. Seropyan riyasetinde ibadete açılır.

Boğosyan Varvaryan Okulu öğrencileri Kumkapili balıkçılar kılığında.

Bu kilise balıkçılar için o kadar önemli ki, bir de güzel hikâyesi var. Denizde av mevsimi başlar… Kumkapı’nın balıkçı reisleri, tayfaları ile birlikte denize açılır. Ne olduğu bilinmez, her gittiklerinde elleri boş dönmeye başlarlar. Bu duruma sadece balıkçılar üzülmez, semtin yoksul halkı da tedirgindir. Zira balıkçıların tuttukları balıkların bir kısmını yoksullara dağıtması geleneği sürüyordur. Balıkçılar endişe içinde bu duruma bir çare ararken, içlerinden birinin aklına bir fikir gelir. Papaz Efendi’den yardım istemeyi önerir. Bu fikir herkesin aklına yatar. Kilisenin yolunu tutarlar. Papaz Efendi durumlarını dinler, hâllerine acır. “Sizin için ne yapabilirim? Ancak dua edebilirim” der. Reislerden biri ricada bulunur, Papaz Efendi’nin kendileriyle birlikte balığa çıkmasını ister. Papaz Efendi, kabul eder. Cübbesini, Kutsal Haç’ı ve Kutsal Kitap’ı yanına alır, balıkçılarla birlikte denize açılır. Sabaha kadar hep bir ağızdan dua edilir. Bir ara tayfalardan biri seslenir… “Ağ takıldı, çekemiyorum” diyerek, yardım ister. Diğer tayfalar yardıma gider fakat onlar da ağı çekmekte zorlanırlar. Meğerse ağ takıldığı için değil, silme balık dolduğu için çekilememektedir. Bunun bir işaret olduğuna, duaların kabul gördüğüne inanırlar. O yılki av sezonu bereketli geçer. Balıkçılar borçlarını öder, karınlarını doyurur, para biriktirir, yoksulun sofrasına da teneke teneke balık gönderirler. Bu kutsiyet dolu anının her daim hatırlanması isteyen reisler toplanır. Bir gümüş plakanın üstüne “alamana”, kabartması yaptırıp, altına da bir balık figürü çizdirirler. Surp Harutyun Kilisesi “horan”ının(4) önündeki kandilin altına monte ettirirler. Bu balıkçıların kiliseye hediyesidir. Hâlâ kilisede durur. Kilisenin yanı başındaki Boğosyan-Varvaryan Okulu ise, adını Harutyun Amira Bezciyan’ın annesinden (Varvare) ve babasından (Boğos) alır. Bu okulun açılmasındaki temel amaç, balıkçı ailelerinin çocuklarının eğitim-öğretim görebilmesi. Tıpkı Kirkor ve diğer çocuklar gibi....

Kirkor Reis'in gençlik fotoğrafı (solda)

ÇIRAKLIKTAN USTALIĞA

Kirkor Reis, mezuniyetinin ardından, 1965 yılında Bahçekapı’da “Gabaylar” dükkanında çıraklığa başlıyor. “Balıkçı çocuğundan iyi çırak mı olur?” diyerek anlatıyor: “Gabaylar, çok varlıklı bir aileydi. Balıkçılık malzemeleri satan dükkânları, Hacı Bekir şekerlemecisinin yanındaydı. Naylon ağları Türkiye’ye onlar getirdi. Yaklaşık on yıl kadar orada çalıştım, sonra kendi dükkânımı açtım”. 70’li yıllarda balık piyasasının merkezi Azapkapı’ymış. Balık hali oradaymış: “Mesleği çok iyi öğrenmiştim. Babam ve patronum aynı gün vefat etti. Artık bu işte her anlamda yalnız olduğumu gördüm. 1974 senesinde Gabaylar’dan ayrıldım. Azapkapı Balık Hali’nin tam karşısında kendime bir dükkân açtım. Balık ağlarını Gabaylar’ın fabrikasından temin ederdim. Beni öyle çok severlerdi ki, satayım diye kamyonla balık ağları bırakırlardı. İşimi çok büyütmüştüm. Türkiye’nin dört bir köşesinden balık ağı almak için beni ararlardı. Balıkçılığı ve merametçiliği de bırakmamıştım. Sarayburnu kıyılarından, istavrit ve sardalya; Kız Kulesi’nin hemen yanından lüfer, sarıkanat; Boğaz’dan kıraça ve izmarit; iç kıyılardan pisi, kalkan ve kırlangıç çıktığını iyi bilirim. 1980 senesinde balık hali, Kumkapı’ya taşınınca ben de dükkânımı Kumkapı’ya taşıdım. Dükkânım herkesin uğrak yeriydi. İşlerim ve günlerim çok iyi giderken balık hali bu kez Gürpınar’a taşındı. Artık gücüm kalmamıştı. ‘Benim devrim geçti’ diye düşündüm ve işimi bıraktım. Ara sıra Rumeli Feneri’ne giderdim. Bütün balıkçılar beni tanır, ben gidince etrafımı sararlardı. Belki elli kişi! Çok da hoş anlatırdım, bayılırlardı benimle sohbet etmeye. O günleri, o insanları çok özlüyorum. Sadece Kumkapı değil, bütün İstanbul gözümde tütüyor!”

Kirkor Reis, yine deniz kıyısında bir yerlerde yaşasa da artık İstanbul’dan çok uzakta. Kulağı hâlâ denizin bağrına akşamı dağıtarak gelen balıkçı motorunun sesinde…. Kumkapılıların, kefallerin, lüferlerin, hatta yağmurlar altındaki liman kahvesinin bile onu çok özlediğini biliyor mu acaba?

Kirkor Reis: Denizin geçmişine kanıtsız inanan son kişi!

  1. Halil İbrahim Bereketi
  2. Ermeniler “midye” yerine “midya” der.
  3. Darphane-i Amire Emini (İstanbul, Yenikapı, 10 Nisan 1771 – İstanbul, Ortaköy, 3 Ocak 1834) 
  4. (Ermeni kiliselerinde) sunak