Deprem, denetim, hukuk
Bina ve yapıların projelerinde çalışan teknik sorumlular ve bu aşamalarda kamu görevini kötüye kullanan, gerekli özeni göstermeyen tüm sorumlular hakkında yasal işlemler yapılmalıdır.
İzzet DOĞAN*
“Terk ettiğimiz yer, döndüğümüz yer değildir.” Erich Maria Remark .
Ülkemiz dünyanın en aktif deprem kuşaklarından birinin üzerinde bulunmaktadır. Türkiye de 1903-1999 yılları arasında ki depremlerde can kaybı 81.630 kişi olup, bu depremlerin neden olduğu ağır hasarlı bina sayısının toplamı ise 463.494 dür.
Daha sonra 23 Ekim 2011’de Van’ın Tabanlı ilçesi merkezli depremde 602, 24 Ocak 2020 de merkez üssü Elazığ’ın Sivrice ilçesi olan depremde 76 kişi ve İzmir’in Seferihisar ilçesinde meydana gelen depremde de 117 kişi yaşamını yitirdi.
Yüzyılın felaketi olarak adlandırılan 7.7 ve 7.6 şiddetindeki Kahramanmaraş merkezli depremlerde ise 20 Şubat 2023 günü saat 13.30’da açıklanan verilere göre 41 bin 156 kişi hayatını yitirdi. Hayvanları da ayrıca saymak gerekir.
Ancak bu kadar can ve mal kaybına karşın geçmiş dönemlerde sorumlulara gerekli yaptırımların uygulanmadığını açık olarak görmekteyiz.
1999 depremi sonrasında 2 bin 100 kadar dava açılsa da 1800 dava yasal boşluklar nedeniyle düştü. Kalan 300 davadan sadece 110'u ceza ile sonuçlandı ve bu cezaların çoğu ertelendi. Birçok davalar 2007 yılında yedi buçuk yıl geçtiği için zaman aşımına uğrayarak düştü. Açılan diğer davaların birkaçından birkaç kişiye 1 yılın altında cezaevinde yatmayı gerektirmeyen cezalar verildi. Unutulmayan tek isim 200’e yakın insanın yaşamını yitirmesine neden olduğu ileri sürülen Veli Göçer oldu. O da sonuçta 7,5 yıl hapis yattıktan sonra çıktı ve yüklenici sıfatıyla ticaretini sürdürdü.
Bu kez sorumluların cezasız kalmaması için daha başta “Ahbap” olmak üzere özellikle pek çok sivil toplum kuruluşu yoğun bir çaba gösteriyor. Depremden zarar gören yerlerde barolarla işbirliği yapan avukatlar yıkılan binalarda, yapılarda nöbet tutmakta ve kanıtların kaybolmaması için yoğun çaba göstermektedirler. Bu gruplardan biri aralarında benim de bulunduğum “Deprem-Delil tespit ve Hukuki Süreç” adlı gönüllü hukukçular topluluğudur. Aralarında WhatsApp grupları kuran, sürekli iletişim halinde olan, bizzat deprem bölgesine giden hukukçular yanında gönüllü olarak görevlendirilen C. Savcıları da bu kez daha etkili bir çalışma sergilemektedirler.
Türkiye Barolar Birliği ise depremden zarar gören vatandaşların haklarını nasıl arayabilecekleri konusunda kapsamlı bir “Hukuk Rehberi” hazırlamış ve deprem bölgesinde dağıtmıştır. Diğer sivil toplum kuruluşları gibi T.B.B de bu kez çok etkili bir çalışma sergilemektedir.
Kamu yetkilerinin sivil toplum kuruluşlarına köstek değil, destek olmaları halinde yardım, kanıt toplama ve diğer çalışmaların daha başarılı daha verimli olacağı bir gerçektir.
Yalnızca yükleniciler üzerinde odaklanmak doğru değildir. Bu kez mimar, inşaat mühendisi, denetici gibi bina ve yapıların mimari, statik plan ve projelerinde çalışan teknik sorumlular ve bu aşamalarda kamu görevini kötüye kullanan, gerekli özeni göstermeyen tüm sorumlular hakkında yasal işlemler yapılmalıdır. Bu sorumlular arasında belediye, bakanlık yetkilileri ile depremden sonra arama ve kurtarma çalışmalarının zamanında yapılmamasında ihmali olanlar da unutulmamalıdır.
Prof. Adem Sözüer, dün bu konuda Cumhuriyette yayımlanan röportajında: “Denetim, kontrol, imza ve onay safhasındaki tüm görevliler ile yapıyı yapan ve yaptıranların hukuka aykırı davranışları bu maddenin kapsamına girer” demiştir. Belediyeler de sonuç olarak binalarda oturma ruhsatı ve yapı kullanma izni vermektedirler.
Çünkü bu çöken binaların-yapıların çoğunda, daha az demir ya da yetersiz/kalitesiz malzeme kullanıldığı, tuğlaların en ufak bir baskı ile neredeyse un haline geldiği, kolonlarının kesildiği görülmektedir.
Suçun tespiti için enkazlar kaldırılmadan önce binalardan C. Savcıları, yargıçlar, hukukçular ve uzman bilirkişiler eşliğinde beton, demir, kolon, kiriş örneklerinin alınması; enkazın, hasarlı binaların ve kolonların demir yapısını gösterir biçimde fotoğraflanması, videoya alınması, bu verilerin yitirilmeyecek biçimde saklanması ve kanıtların karartılmasının önlenmesi de zorunludur.
Deprem nedeni ile yıkılan bina veya yapılarda, ölüm, yaralanma olabileceği gibi her ikisi olmadan yalnızca yıkılma olabilir.
Bu olasılıklara göre açılacak davalar TCK'ya göre “kasten adam öldürmek”, “taksirle veya bilinçli taksirle ölüme-yaralanmaya neden olmak”, “görevi ihmal veya kötüye kullanmak” olabileceği gibi özel hukuka göre maddi ve manevi zararlar için kusurlu kişilere karşı ödence (tazminat) ve kamu görevlileri için de “tam yargı” davası olacaktır.
Ödence davalarında zamanaşımı süresi sanıldığı gibi binanın yapıldığı günden başlamaz, deprem nedeni ile yıkılma tarihinden itibaren başlar. Hizmet kusuru varsa idare de ödenceden sorumludur. Danıştay bir kararında deprem kuşağında yer alan bir bölgede yürütülen çalışmalarda idarenin depreme karşı hazırlıklı olması gerektiğini ve bu konuda gerekli çalışmaları, araştırmaları, denetimleri yapmadığı takdirde mücbir nedene dayanarak sorumluluktan kurtulamayacağını açıkça belirtmiştir.
Halen Marmara bölgesi ve İstanbul da yaşayan insanlar deprem korkusuyla huzursuzlar. Bu bölgede ki binaların risk analizleri de tapu kaydı sahiplerinin başvurusu beklenmeden ve ücret alınmadan bir an önce başlanmak üzere idare tarafından yapılmalı ve riskli binalar boşaltılıp, yıkılmalıdır.
*E.İstanbul Hakimi