YAZARLAR

Deprem fırtınasının ortasında: Nasıl unutabildik?

Böyle garip işler yüzünden herhalde çok katlı binaların kağıttan kuleler gibi birbirlerini devirip yıkılmaları tehlikesi ile ilgilenilemiyor öyle sürekli olarak! Ve deprem için toplanan vergiler başka işlere harcanıveriyor mesela! O vergilerle yapıldığı açıklanan otoyollarda oluşuveren derin yarıklardaki boşluklar gibi uzayıp gidiyor büyük kayıtsızlık yıllar içinde.

Daha eski depremleri unuttuk diyelim… 1999’da doğan biri bugün henüz 24 yaşında. Çeyrek asır bile olmamış, 17 Ağustos Gölcük ve 12 Kasım Düzce depremleri ile yıkılalı. O günleri yaşayanlar hatırlar, kesin kayıp sayısı konusunda hiç kimse ikna olamamıştı ama 20 bine yakın (ya da 20 binden fazla kim bilir!) insanımızı yitirmiştik. Yaralananlar, sakat kalanlar, evinden olanlar, işini kaybedenler, göç etmek zorunda kalanlar, kayıpları nedeniyle yıllarca travma yaşayanlar…

‘Toplam kayıplar’ı kim, nasıl sayacak, nasıl bilecek bunların hepsini düşününce?

***

Ve hepimizin hafızalarına kazınan, henüz yaşanmadan en çok konuşulan ama maalesef genellikle sadece konuşulan: “İstanbul depremi…”

24 yıldır ‘İstanbul depremi’ni beklerken yaşadıklarımız peki?

2011'de 7,2’lik Van, 2020'de 6,8’lik Elazığ ve 6,6’lık İzmir depremleri ilk akla gelenler…

Akla nasıl gelmesin, daha dün yaşadık!

***

Ama gelmiyor işte. Depremi yaşıyoruz, canımız yanıyor, çok büyük yanıyor hem de. Her defasında her sarsılışta o kaosu, o acıyı, o karanlığı, o umutsuzluğu yaşayıp yaşayıp sonra yenisini yaşayana kadar bir yerlere kaldırıyoruz ‘deprem dosyası’nı…

24 yıl önceki depremden istifade çıkarılan "mezarda emeklilik yasası" ile mağdur edilenlere bugün seçim gelince "EYT’lilere müjde" diye yeni yasa müjdelerken tam, yeni depreme yakalanıyoruz!

Böyle garip işler yüzünden herhalde çok katlı binaların kağıttan kuleler gibi birbirlerini devirip yıkılmaları tehlikesi ile ilgilenilemiyor öyle sürekli olarak!

Ve deprem için toplanan vergiler başka işlere harcanıveriyor mesela! O vergilerle yapıldığı açıklanan otoyollarda oluşuveren derin yarıklardaki boşluklar gibi uzayıp gidiyor büyük kayıtsızlık yıllar içinde.

Ve sonra yeni kağıttan kuleler yükseliveriyor şehirlerimizde!

***

Önceki gün sabaha karşı başlayıp iki gündür daha inanılmaz bir hal alan, ana ve artçı depremlerin nasıl böyle büyük yıkımlara yol açtığını anlamaya çalışırken, enkaz altındaki binlerce canı kurtarmak ve kurtarılanları kış koşullarında yaşatmak da -görülüyor ki- öyle çok da iyi becerilemiyor. Zamanında yerine getirilmeyen görevlerin faturasını hızla telafi etmek yani…

‘Kayıpları azaltmak’…

Hatay’da, Maraş’ta, Adıyaman’da, Adana’da, Malatya’da, Urfa’da, Diyarbakır’da, Antep’te, Kilis’te, Osmaniye’de elbette şimdi öncelik ‘hayat’.

 Ve normal zamanlarda hiç duymadığımız ağızlardan duyuyoruz, ‘birlik’ ve ‘dayanışma’yı: “Bütün vatandaşlarımızla ve sivil toplum kuruluşlarımızla seferberlik halindeyiz…”

Tamam, ‘normal zamanlar’da değiliz ancak yeniden normal zamanlara geldiğimizde ne yapıp edip unutmamayı da becermeliyiz artık: Depremle ölmemeyi nasıl sağlayacağız?

O normal zamanlara geldiğimizde ne yapacağız?

İki gündür, ‘yıllardır dilimizde tüy bitti’ diyerek hayıflanan bilim insanlarını ve meslek örgütlerini dinleyip anlayarak işe başlamak ilk koşul herhalde… Onların dinlenebileceği ‘normal zamanlar’ı sağlamak da öyle…

Ama şimdi enkazları kaldırıp yaşayanlara ve ne acı ki kayıplara ulaşma, kurtarılanları kıştan koruma zamanı hâlâ…

Şimdi zaman normal değil… Yine ve maalesef…