Deprem yaralarını konser ile sarmak: Tamino Türkiye turu
Tamino yasımı yaşamama saygı duyan bir musiki icra edince, onun şarkılarına tutundum ve "kaç kez şarkılarının notalarında kendimi unutmayı denedim".
Eda Özgür Kılınç
Yazımın başlangıcını Feyruz - Habbaitak Be El Saif ile yapmak istedim. Yani aslında bu yazıyı kaleme alırken dinlediğim şarkı ile. Tamino ile ortaklıkları bir hayli fazla olunca, bu yazıya eklemem aşağıdaki sebeplerle, kaçınılmaz oldu sevgili okurlar:
Bir; Tamino’nun etkilendiği en önemli müzisyenlerden birisi de kuşkusuz Feyruz;
İki; babaannesi Lübnanlı
Üç; bu yıl mart ayında gerçekleştirdiği İstanbul konserini depremzedelere adadı ve konserin tüm gelirini depremzede müzisyenlere bağışladı (o güne kadar en kalabalık konseri, İstanbul konseriydi. Müzik kariyerinin başında genç bir müzisyen için, yaptığı takdire şayan "shoukran ktiir habibi"). Depremden en çok etkilenen ilimiz Antakya olunca ve Antakya tarihsel olarak bir Arap şehri olunca, Feyruz’un şehirdeki etkisini tahmin edebilirsiniz. Bir şehri topyekun kaybetmenin acısı karşısında (bkz. solastalji), Antakyalıların sığındığı keder Feyruz - Habbaitak Be El Saif şarkısında somutlaştı sanıyorum. Kendini fahri Antakyalı olarak kabul eden biri olarak, bu şarkıya ben de sığındım.
Deprem bölgesine sıklıkla gittim. Gittikçe ihtiyaçların sürekli değiştiği ve dönüştüğü, insanlık adına hissedilebilen tüm hisleri aynı anda hisseden, uluslararası ve ulusal dayanışma ile büyüyen, sıklıkla tükenen, gelecekle belirsizleşen ama her durumdan güçlenerek çıkan-öldürmeyen güçlendirir-, daha ne kadar güçlenmemiz gerektiğini bilmeyen Sisifoslardan biri de ben oldum (sürekli orada yaşayan, yükü pek çok kere daha ağır olan Sisifoslara şükranla).
Neden sonra pek tabii müzikten medet umdum ama hareketli konserler değildi tercihim, zira içimde kıramadığım bir yas hissi mevcut bir süredir. Pek tabii Tamino yasımı yaşamama saygı duyan bir musiki icra edince, onun şarkılarına tutundum ve "kaç kez şarkılarının notalarında kendimi unutmayı denedim" (Lübnanlı yazar Halil Cibran’a göndermem olsun; "kaç kez kitapların sayfaları arasında kendimi unutmayı denedim").
Mart ayında depremzede müzisyenlere gösterdiği, etik prensiplere yakışır şekilde, bunu kendisinin ifade etmediği, büyük jest sonrası yeniden Türkiye’ye gelecekti 'habibi'; Ankara, İzmir ve İstanbul konserlerine. 17 Eylül’de Türkiye turnesi tamamlandı. Şimdi dedesi ünlü şarkıcı Moharam Fouad’ın memleketi Mısır yolunda; bu hafta Kahire’de iki kere sahneye çıkacak. Avrupa'daki fanlarının yüreklerini ne sebeple dağlıyor bilmiyorum -acıları yarıştırmak değil niyetim fakat 'Avrupalı' acıları gerçekten anlamaya çalışıyorum, acılarına özendiğim doğrudur- ama Mısır’da da acı ile kavrulacak Ortadoğu’nun Mısır sakinleri.
İkinci albümü Sahar -Türkçe Seher- albümünü Ankaralı ve İzmirli dinleyiciler ilk defa canlı dinleyeceklerdi. Ankara biletleri vaktinden önce tükendi. Ankara’da konser her zaman olduğu gibi yine ayinde hissettirdi bizi. Şarkılarının sonuna eklediği Frederik Daelemans çellosu ile eşgüdümlü glossolalia ile ruhlarımız gökyüzünde birleşti sanırım; o efsane falsettolar ile küle döndük.
Deprem travmamı müzikle hafifletme güdüm beni İstanbul’a götürdü sonra. Bu konserde albümde olmayan, sanıyorum yakın zamanda bir tekli ile bize duyuracağı Babylon’u söyledi (ilk defa İzmir’de söylediği). Bu şarkı da ağlatınca beni, kesin bir 'büyücü' olduğu hissi hasıl oldu.
Yara sarma tarifi olarak, Tamino temsilinde, müzikten bahsetmek istedim. Deprem bölgesinde kadınların inançlarına tutunarak yaralarını sarabildiklerini öğrendim. Sonra aklıma Jimi Hendrix geldi, şöyle demişti; "Music is my religion-müzik benim dinim". Yaranızı saramamışsanız henüz, belki işe yarar. Belki de kendi yarasını iyileştirmek için başkalarının yaralarını saran Chiron gibi olarak; bölgede ilk günden beri çalışan depremzedeler gibi…
Keder ummanına dalmak ve bir çeşit katharsis için buyrunuz.