Depresyonunuz ne kadar politik: ‘Artık siyaset konuşmak istemiyorum’

14 Mayıs seçimleri öncesi umutlu ve heyecanlı olan muhalif seçmenlerin büyük bir kısmı, seçimler sonrası umutsuzluk ve kaygı yaşamaya başladı. Bu durum değişir mi? Uzmanlar ve seçmenler yanıtladı.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR - 14 Mayıs Cumhurbaşkanlığı ve Türkiye Genel Seçimleri, Cumhur İttifakı ve ittifakın cumhurbaşkanı adayı Recep Tayyip Erdoğan’ın galibiyeti ile sonuçlandı. Millet İttifakı cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçimi kaybetmesi ve ittifak oylarının Meclis’te çoğunluğu elde etmeye yetmemesi, muhalif seçmende büyük bir hayal kırıklığı yarattı.

TDK’ye göre, hayal kırıklığı ‘çok istenilen veya umulan bir şeyin gerçekleşmeyişinden duyulan üzüntü’ olarak tanımlanıyor. Muhalif seçmenin çoğunluğunun içinde bulunduğu ruh halini, bu şekilde tarif etmek mümkün. Hatta hayal kırıklığının yanına yılgın, umutsuz ve kaygılı olmayı da ekleyebiliriz belki. Eğer siz de benzer hisler içindeyseniz, ‘politik depresyon’ yaşıyor olabilirsiniz.

'BİR HAFTA BOYUNCA AĞLADIM, HİÇBİR ŞEY İYİ GİTMEYECEK'

Dilek, 23 yaşında, bir kafede çalışıyor. Üniversite hayatını barınma sorunu nedeniyle yarım bırakmak zorunda kalmış. 14 Mayıs seçimlerinde ve ikinci tur cumhurbaşkanlığı seçiminde sandıklarda görev almış. Seçim öncesi ve seçim sonrası ruh halinin tamamen farklı olduğunu anlatıyor: “Her şey çok pahalı. Bir kahve içerken parayı düşünmek istemiyorum. Bu nedenle zaten geleceğe dair umutsuzdum. Aslında politikayla pek ilgilenmezdim. Ancak seçimler benim için bir dönüm noktası oldu. Heyecanlandım.”

Seçim sonuçlarını öğrendiğinde bir hafta boyunca ağladığını belirten Dilek, “Herkesten nefret ediyorum. Hiçbir şey iyi gitmeyecek. Niye yaşıyoruz ki? Ömrümüz kira ödemekle geçecek. Şu anda kendi evime çıkmak bir hayal, 'okusam ne olacak?' diye düşünüyorum. Ne kadar para kazanacağım ki? Hatta hiçbir zaman arabam bile olmayacak. Yurt dışına gitmenin hayalini bile kuramıyorum. Düşünsenize annem temizlik işçisi ama o, vakti zamanında evlere temizliğe giderek ev sahibi olabilmiş. Benim için bu mümkün bile değil” diyor.

'KİMSE BİZE BİR DAHA UMUT AŞILAMASIN'

'Şu an bir çöküş içindeyiz ama insan buna da alışıyor' diyen Dilek, politikayı  artık uzaktan takip etmekle yetindiğini dile getiriyor. Bu noktada önümüzdeki yerel seçimleri hatırlatıyoruz ve önceki seçimlerde olduğu gibi görev alıp almayacağını soruyoruz. Dilek’in cevabı, 'belki' oluyor. Seçimler için hiç umudu olmadığını belirten Dilek, içinde bulunduğu ruh halinin değişmesi için yepyeni birinin siyaset sahnesine çıkması gerektiğini düşünüyor. 'Kimse bize bir daha umut aşılamasın' şeklinde konuşan Dilek, şöyle devam ediyor: “İnsanları boşuna umutlandırmasınlar, çok kırıcı. Yani umut vermek çok daha kırıcı. Birinin kalbini kırarsın, bir şekilde tamir edilir. Bunlar umut veriyor ama karşılığında hiçbir şey göremeyince paramparça oluyorsun.”

‘BU SÜREÇ BENİ SİYASETTEN AŞIRI SOĞUTTU’

Didem, 28 yaşında, kendini ‘Kürt, Alevi, LGBTİQ+ birey bir kadın’ olarak tanımlıyor. Sahip olduğu bu kimlikler nedeniyle çocukluğundan bu yana politik bir birey olduğunu ifade ediyor. Yıllardır yurt dışına yerleşmek istediğini söyleyen Didem, 14 Mayıs seçimleri öncesi heyecanlandığını belirterek, "Vatandaşı olduğum ülkede, iyi şartlarda yaşamanın belki de bir yolu vardır diye düşünmeye başladım. Onun cevabı, sanki bu seçim dedim kendime ama maalesef öyle olmadı” diyor.

Didem de Dilek gibi seçimlerde aktif görev almış. Ancak seçim sonrası emeklerinin boşa gittiği hissine kapılmış: “Bu süreç beni siyasetten, politik insanlardan aşırı soğuttu. Bu anlamda çok geri çekildim. Umut etmiştim ve hayal kırıklığına uğradım. O yüzden önce çok sinirlendim. Sonra sebep aradım, bir sürü duygu değişimi yaşadım. Şu an seçimlerin öncesine göre daha pasif bir haldeyim. Artık siyaset konuşmak istemiyorum, anlamak istemiyorum. Hiçbir bahane dinlemek istemiyorum. Gençliğim elimden alınıyor artık.”

'SEÇİM SONRASI SAHİPSİZ BIRAKILDIĞIMI HİSSETTİM'

Zamanla daha korkak olduğunu ve sıkışmış hissetmeye başladığını kaydeden Didem, bunu şöyle tarifliyor: “Seçimde, Fatih'te bir okulda görev aldım ve oradaki insanlar beni çok korkuttu. Twitter'da ‘aktroller’ diye tanımladığımız insanları canlı kanlı gördüm. Benden nefret eden, beni öldürmek isteyen insanlarla ilk defa bu kadar yakın oldum. O yüzden biraz korktum, küçük alanıma daha çok çekildim. Yaşadığım yere daha çok sıkıştım, öyle hissediyorum. Bu seneki Onur Yürüyüşü’ne gidecektim ama gözaltına alınmaktan korktum. Bir de ‘niye mücadele ediyoruz ki, takdir eden de yok’ gibi soru işaretleri oluştu.”

Seçim sonrası yalnız ve sahipsiz bırakıldığını hissettiğini söyleyen Didem için bu ruh halinden çıkmanın tek bir koşulu var; Selahattin Demirtaş’ın hapisten çıkıp siyasete geri dönmesi… Bunun dışında siyasette kendisini hiçbir şeyin heyecanlandırmayacağını ifade ediyor.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun adaylığının açıklandığı sırada, İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener'in yüz ifadesi tartışmalara neden olmuştu. 

‘SEÇİMLERİN NE ANLAMI VAR?’

Ahmet, 33 yaşında. Medya sektöründe çalışıyor. Kendini politik bir birey olarak tanımlıyor, zira uzun yıllardır bir partiye üye. Seçimlerden önce o da Didem ve Dilek gibi heyecanlandığını ve umutlandığını anlatıyor: “Çünkü iş artık ‘size karşı biz’ gibi bir noktaya gelmişti, bir varoluş mücadelesine dönüşmüştü." Ancak onun da 14 Mayıs gecesinden sonra hisleri tam tersine dönmüş. Ahmet, büyük bir karamsarlık, geleceğe karşı umutsuzluk ve öz değersizlik hissettiğini belirtiyor. Daha sonra da ‘belki yöntem yanlıştı’ diye düşünmeye başlamış: "'İktidarın, yargı, medya gibi bütün kurumlarda mutlak hakimiyeti varken seçimlerin ne anlamı var?’ diye düşünmeye başladım.”

'Onun bahçesinde, onun topuyla, onun oyununu oynuyoruz' diyen Ahmet, bir yandan da ülkenin yüzde 50’ye yakının hâlâ ‘hayır’ diyebildiği için kısmen umut hissettiğini de sözlerine ekliyor. Yine de bu ‘umut’ onda güçlü bir duygu değil. Zira Ahmet gerçeklere baktığında gördüğü tablodan memnun değil: “Gençler kaçıyor ya da kaçmayı hayal ediyor. Tamam, belki ülkede her iki kişiden biri değişim istediğini gösterdi ama yetmedi, yetmiyor. Belli ki, bu araçlarla karşı tarafın oyununda kazanan biz olamayacağız.”

'MUHALEFET SOLA YÖNELMELİ'

Ahmet, 14 Mayıs seçimlerinde sandıklarda görev almak istese de sağlık problemleri nedeniyle bunu yapamamış. Yerel seçimler için ise görev alıp almayacağı sorusuna, “Hiç zannetmiyorum, kırgınım, kızgınım, bir de gücümün tükendiğini hissediyorum” şeklinde cevap veriyor. Ahmet, yeniden nasıl umut ve heyecan taşıyabileceğini ise şöyle anlatıyor: “Bu ülkede bugünden yarına bir şey olmayacağı belli. Şimdiye kadarki yöntemlerin de işe yaramadığı belli. Yani sağ ile ittifak yaparak olmuyor. O yüzden daha uzun vadeli düşünülmesi gerekiyor. Belki iki seçim daha kazanamayacaksın ama daha sokaklara yayılmış bir örgütlülüğün olacak. Ben muhalefetin sola yönelmesi gerektiğini düşünüyorum. Bunun dışında yakın gelecekte beni umutlandıracak bir şey olmaz.”

Uzman Psikolog Emre Aydoğan, bireylerin içindeki olumsuz ruh halinden kurtulması için sistem değişimine ihtiyaç olduğunu belirtiyor. 
‘SİSTEM DEĞİŞİRSE BİREYLER BU RUH HALİNDEN ÇIKABİLİR’

Uzman Psikolog Emre Aydoğan, psikoloji literatüründe ‘politik depresyon’ kavramının var olmadığını belirterek, ABD’li ve İngiliz akademisyenlerin bu kavramı birkaç yıl önceki makalelerinde ilk defa kullandıklarını vurguluyor. Ana akım klinik psikolojinin, bireyde olan şeyin kendisine içkin olduğu varsayımından yola çıktığını anlatan Aydoğan, “Bu bağlamda çevresel koşullar sorgulanmaz ve bunların değiştirilmesi gerekmez. Bu sebeple danışana dair sorunlar ve psikopatolojiler sadece danışanın kendinden kaynaklı sorunlarmış gibi görülür, kişinin çevreye uyum sağlaması istenir” diyor.

Politik depresyon kavramına ilişkin ilk çalışmaların Catherine Gimbrone ve arkadaşları ile Almog Simchon ve arkadaşları tarafından gerçekleştirildiği bilgisini paylaşan Aydoğan bir diğer kavramı da vurguluyor; öğrenilmiş çaresizlik… Aydoğan şöyle devam ediyor: “Seligman'ın 'öğrenilmiş çaresizlik' kavramı var. Bireyler, maruz kaldığı olaylar sonrası bir motivasyonsuzluk, olumsuzluk yaşıyor ve karşılaştıkları durumları, çevrelerindeki olayları kontrol edemeyeceklerini, bunları değiştiremeyeceklerini öğreniyorlar. Bu durumu, Türkiye'de üst üste sürekli aynı iktidarın seçilmesinden dolayı seçmenlerde ortaya çıkan fenomenlerle ilişkilendirebiliriz ancak tabii söz konusu durum Türkiye’deki tüm seçmenleri de kapsamayabilir.”

'TÜRKİYE, OTORİTERYEN BİR TOPLUM'

Türkiye toplumunu, uzun yıllardır aynı iktidarı seçmesi nedeniyle 'otoriteryen' bir toplum olarak tanımlayan Aydoğan, Özlem Dirilen Gümüş'ün, 2009 yılında yaptığı doktora tezini örnek olarak gösteriyor: “Bu tezde, ABD’deki ve Türkiye’deki üniversite öğrencileri çeşitli psikometrik özellikler açısından kıyaslanıyor. ABD’li öğrencilerin Türkiye’deki öğrencilere göre, daha yatay ve daha az hiyerarşik ilişkilere sahip olduğu görülüyor.'' Aydoğan, bu bağlamda, sağ siyasal ideolojilerin hiyerarşik ilişkileri destekleyen bir yapıya sahip olabileceğini belirtiyor.

Peki, seçimler sonrası depresif bir hale bürünen bireyler, bu duygu durumundan nasıl çıkabilir? Aydoğan’ın bu soruya cevabı şu şekilde oluyor: “Geleneksel ana akım klinik psikoloji, kişilerde görülen semptomların, psikopatolojilerin ve olumsuzlukların, içinde bulunulan toplumsal ve politik koşullardan kaynaklanabileceğini ve tüm bunlardan etkilenebileceğini nadiren dikkate alır. Ortaya çıkan durumun, kişiye ait olduğu ve kişinin de çevresel koşullara uyumlanması gerektiğini söyler ama bu durumdan çıkmaları da sistemin değişmesiyle olacak bir şey. Çünkü bu durum, kişinin kendisinin özel yaşamından ya da zihinsel durumundan çok genele, içinde bulunulan toplumsal bağlama ait bir şeydir.”

‘SEÇİMLER, SİYASAL KATILIMIN NEREDEYSE TEK MECRASI OLDU’

Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Siyaset ve Sosyal Bilimler Anabilim Dalı öğretim üyesi Prof. Dr. Mete Kaan Kaynar, Millet İttifakı’nın seçimlerde ciddi bir umut haline geldiğini ancak hem TBMM seçimlerinde hem de cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yaşanan başarısızlığın ciddi bir politik-travmaya sebep olduğunu ifade ediyor.

Türkiye’de siyasetin ‘seçimlere’ indirgenmiş olmasının bu politik-travmaya etkisi nedir? Kaynar buna cevap olarak şunları söylüyor: “Seçimler, herhangi bir Avrupa ülkesinde seçimlere yüklenen anlamdan çok daha önemlidir. Tabir-i caizse Türkiye’de siyaset ağırlıklı olarak siyasi partiler etrafında, seçimler ekseninde cereyan eden bir faaliyetler bütünü olarak düşünülebilir. Seçimler, siyasal katılımın neredeyse tek mecrası; siyasi partiler de katılımın tek mekanizması olarak sunulur. Dernekler, sendikalar, meslek odaları, vakıflar, üniversiteler gibi sivil toplum unsurlarının siyasete katılımına çok sıcak bakılmaz. İktidar yanlısı sendikalar, AKP siyasetinin uzantıları haline getirilerek etkisizleştiriliyor, muhalif sendikalar da ötekileştirilerek sistem dışına itiliyor. Anadolu insanının elinde de kala kala bir ‘survivor’ yarışması tadında seyrettiği ve katıldığı seçimler kalıyor.”

‘PARTİ ÖRGÜTLERİ YEREL SEÇİMLERİN KAZANILACAĞINA İNANIYOR MU?’

Kaynar, tüm bu koşullara rağmen muhalefetin önümüzdeki yerel seçimlere kadar bir ‘umut’ yaratma ihtimali olduğundan bahsediyor. Ancak bunun yaratılması için parti örgütlerine dikkat çekiyor: “Sorun bu partilerin halkta yeniden bir umut yaratıp yaratamamaları değil, parti örgütlerinin buna inanıp inanamadığı. Bir başka ifade ile örneğin, CHP örgütü gerçekten yerel seçimleri kazanacağına, kazanabileceğine inanıyor mu? Elinizde gözünü hedefe kitlemiş, motive olmuş, işe koyulmuş, inanmış bir ‘örgüt’ yoksa topluma bir umut vermeniz, toplumu yeniden ikna etmeniz mümkün değil. Ben şu anda muhalif parti örgütlerinde böyle bir inanmışlık ya da adanmışlık görmüyorum. Hatta bir adım daha atarsak CHP’de, değil toplumu, parti örgütünü bile değişime ve yerel seçimleri kazanmaya ikna edecek bir liderlik görmüyorum. Bu değişebilir. Ancak günün sonunda ufka doğru baktığımızda, böyle bir değişime dair bir kıpırdanma gözlemlemiyoruz.”

Editörün Notu: Haberde yer alan bazı isimler, kişilerin isteği üzerine değiştirilmiştir.