Dersim Tertelesi, devlet ve hukuk: Ölülerin ve ölü taklidi yapanların cumhuriyeti
Cumhuriyet kendisi ile yarışacak, denge oluşturacak tüm güç alanlarını yok etmiştir. Bizi hukuka yaklaştıran, özgürleştiren değil, tersine haktan, özgürlükten mahrum bırakan şeydi Dersim Tertelesi.
Kasım, Dersim Tertelesi anma ve hatırlama ayıdır. Dersim Tertelesi, bir “tarihsel olay” olarak kapsamlı araştırmaların konusu olageldi. Vesikalar ve belgeler ortaya konuldu ve bunların sahihliği-gayrisahihliği üzerine tartışmalar yapıldı. Farklı teorik yaklaşımlardan “olay”a; olayın gelişimine, hangi biçimlerde yaşandığına ve nasıl ilerlediğine dair değerlendirmeler ileri sürüldü. Ve ikinci, üçüncü ve hatta dördüncü kuşak araştırmacılar farklı bağlamlar ve başlıklar altında Dersim Tertelesi'nin ayrıntılarını farklı disiplinlerin gündemleri haline getirdiler.
Bütün bu saygıdeğer çabaların ve ait oldukları tartışmaların hak merkezli tartışmalarla birleşmesi ve hak, hukuk, adalet (suç ve ceza adaleti) ve demokrasi anlayışının gündemi olarak yeniden ele alınmasına dönük çabalar ise maalesef yetersiz kaldı. Anayasa hukuku ve kamu hukuku tartışmaları neredeyse hiç yapılmamıştır örneğin. Dahası Cumhuriyet ile Dersim Tertelesi arasındaki teorik ve pratik bağlara ilişkin tartışmalar da yeterince değerlendirilemedi. Hukuk-siyaset ilişkilerine dair yaklaşımlardan Dersim Tertelesi'ne hiç gelinmemiştir. Tertele'nin haklarımız ve özgürlüklerimiz ile ilişkisine dair öğretici girişimler neredeyse hiç yoktur. Oysa dünyanın neredeyse her yerinde toplu kırımlar ciddi bir suç ve ceza tartışmasıyla birlikte ele alındığı gibi anayasa, kamu hukuku ve rejim tartışmalarının da belirleyici gündemlerini oluşturmuşlardır.
Ben burada Dersim Tertelesi'nin Cumhuriyet rejimi ve onun hukuku ile ilişkisine dair şimdilik bazı başlangıç tartışmaları yapmak istiyorum. Üç tez ileri süreceğim.
En genel olanından başlayalım:
1- Cumhuriyet 1923’de değil 1937-38’de Dersim’de kurulmuştur ve Dersim Tertelesi, Cumhuriyetin en son gerçek kurucu momentidir. Bu tarih hem hakimiyetini ilan ettiği hem de kurulu hukuk ve demokrasisinin bugüne kadar ulaşan geleneğe dönüştüğü bir tarihsel andır.
Geleneksel yaklaşım devletin hukuksal, kurumsal ilanını esas alır ve böylece Cumhuriyeti tanım gereği olarak yasa egemenliği üzerinden tarif etmeyi yeterli gördüğünü gösterir. Normatif düşünce yapısının bu başlangıç önerisi hukukun somut gerçekliğini sakladığı gibi hakların toplumsal olarak tüketilip tüketilmediği sorusunu ikincil ve teferruat bir mesele haline getirir. Bu yaklaşımda Dersim Tertelesi'nde olduğu üzere yasa egemenliğinin dışına çıkılması bir “maraz”dır. Gelip geçicidir ve hukukun yapısal niteliğini belirlemez.
Bu geleneksel yaklaşımdan hareket edildiğinde Dersim Tertelesi yasal ve kurumsal düzeyde özgürlük, hak ve yurttaşlık kazanımı nedeniyle makul bir kötülük olarak tasarlanır. Ya da bir “tarihsel olay” olarak anlaşılabilir olandır. Hesabının sorulmasının gerekmediği bir tarihsel andır. Yarattığı rejim ise bu olayı aşan bir sistemdir; getirdiği demokrasi, özgürlük, eşitlik ve bunlarla ulaşılan Cumhuriyet hukukudur. Bu yaklaşıma göre “Kulluktan yurttaşlığa” geçilmiştir ve “egemenlik gökyüzünden yeryüzüne” inmiştir.
Türkiye’nin Kemalizmden Sol Kemalizme, oradan da sol ve hatta Marksist çevrelerine kadar uzanan kamu ve kamu hukuku anlayışlarının geleneksel iddiaları bunlardır. Bu yaklaşımdan ise kendilerine Cumhuriyet hareketini daha ileriye götürme ödevi yüklerler…
Bu yaklaşımların tümü gerçekte hukuksal-kurumsal iktidar anlayışına dayanmaktadır. İçeriksiz, maddesiz ve muhatapsız bir “çağdaşlık” iddiasının taşıyıcısı durumundadırlar.
Buna karşılık Cumhuriyetin yasalarına ve gerçek kurumsal sonuçlarına hükmeden güç ancak ve ancak 1937-38 Dersim Tertelesi sonrası ortaya çıkmıştır. Yasal ve kurumsal alanın hangi toplumsal ve sınıfsal güçler tarafından belirleneceğine dair güç savaşları Dersim Tertelesi ile son bulmuştur. Bu anlamda Dersim Tertelesi 19.yy’ın başından bu yana gerçekleşen ve Türkiye’nin gerçek yasalarını belirleyen 5. ve son büyük kurucu kırımdır. Toplumsal alanın disipline edilip hukukun sınırlarının belirlendiği bu kırımlar; yeniçeri kırımı, Avşar kırımı, Ermeni kırımı, Pontus Rum kırımı ve nihayet Dersim kırımı ile tamamlanmıştır. Dersim Tertelesi esas olarak Koçgiri kırımından başlayan “33 Kurşun”a kadar uzanan bir toplum, siyaset ve hukuk inşasının son halkasıdır. Koçgiri kırımı ile başlayan süreç Dersim Tertelesi ile sona ermiş, buna karşılık “33 Kurşun” ile kurulu Cumhuriyetin hukukunun ilerleyen dönemlerdeki icraatları belirginleşmiştir. Cumhuriyetin asıl anlamı olan “yasa egemenliği” veya “civitas”ı (farklı toplulukları bir yasa etrafında bir araya getirmek) Dersim Tertelesi ile tamamen yok edilmiş, Cumhuriyetin “yurttaşları” birer ölü yurttaş veya “ölü taklidi yapan yurttaş” olarak yeniden inşa edilmiştir. Aleviye, Dersimliye sürekli kendisi dışında bir “varlık” olduğunu kanıtlamak zorunda bırakan, Alevinin sığınabileceği bir “yasa egemenliği”nin tamamen yok edildiği bir süreç böylece başlamıştır.
Buradan bakıldığında Cumhuriyetin egemenliği gökyüzünden yeryüzüne indirdiği iddiasının herhangi bir hukuksal ve toplumsal temeli yoktur. Tersine egemenlik tanrıdan çok daha ulaşılamaz bir monarka, bir tirana teslim edilmiştir. Bu nedenle Dersim Tertelesi sürecinde bütün yoğunluğu ile yaşandığı gibi yurttaşın egemen karşısında hiç bir gücü ve hakkı yoktur. Yasanın egemenliği olmamıştır. Hukukun üstünlüğünden de bahsedilemez. Kaldı ki Cumhuriyet kurucuları için yargı bağımsızlığı diye bir mesele de yoktur. Adli istiklalden söz ederler ki bu da tıpkı bağımsızlık gibi ülke dışındaki gücün etkisinin olmaması anlamına gelir.
Şu ana kadarki kısmı özetlersek; Cumhuriyet veya herhangi bir rejim yasal düzeyde ilan edilerek kurulmaz. Güç ilişkileri belirli bir dayanıklılığa ulaştığı anda kurulur ve bu tarihsel dönem Türkiye Cumhuriyeti açısından 1937-38 Dersim Tertelesi sürecidir. İkinci nokta ise haklar ve özgürlüklerin yasal ve kurumsal düzeyde ilanı onların toplumsal ve siyasal düzeyde tüketilebilir olduğu anlamına gelmez. Gelmemiştir. Çünkü yasalar ve kurumlar belirli bir toplumsal güç ve o güce ait toplumsal beden tarafından uygulanabilir hale gelerek hukuk sıfatını kazanırlar. Cumhuriyetin hukuku ve onun eşitlik ve özgürlük vaatlerinin varlık kazandığı yer Dersim Tertelesi'dir ve bu kurucu moment Türkiye Cumhuriyeti'nin toplumsal farklılıklar karşısındaki şiddetini daimi ve dayanıklı kılan asli referansı oluşturur. Yukarıdaki her iki nedenle Cumhuriyet ile Dersim Tertelesi arasındaki ilişki bir “maraz” veya “gelip geçici”, “teferruat” olarak görülebilecek ilişki değil kurucu bir ilişkidir…
Şimdi gelelim bununla bağlantılı 2. tezimize…
2- Dersim Tertelesi, Cumhuriyetin hukuk ve demokrasisi ve onun sınırlarını anlamak bakımından da önemli bir dönüm noktasıdır. Daha açık bir deyişle Dersim, farklı aşiretler tarafından oluşturulan konfederal niteliği, merkeziyetçi güçlere sınır oluşturan geleneği, sünni memurin dil karşısındaki merkezkaç güç ve denge oluşturma kapasitesi ile cumhuriyetin son demokrasi ve hukuk şansı idi. Kırım ile birlikte Türkiye Cumhuriyeti kendisini yasa egemenliği ve halk egemenliği esaslarından tam anlamıyla ve eylemli olarak yoksun bırakmıştır.
Geleneksel yaklaşım Dersim Tertelesi ile hukuk ve demokrasinin tüm toplumsal koşullarının oluşturulduğu, feodal güçlerin tasfiye edilerek “Türk milleti” üzerindeki hiyerarşik tehditlerinin sona erdirildiği, yurttaşı mümkün kılan ve hukuksal eşitliği kullanılabilir hale getiren bir tasfiye yaşandığı tezine dayanır. Buradan bakıldığında Türkiye hak, hukuk ve demokrasi teorisini büyük oranda Kemalist tarih yazımından almış, tarihselci solun burjuva devrimi teorisi de bu teori ile eklemlenerek bir modern hukuk, hak ve özgürlük iddiası ileri sürülmüştür. Kemalizm kamu hürriyetleri ile inkılap ve Cumhuriyet tarihlerini tek bir tarihsel anlatıya dönüştüren bir anayasacılık anlayışına sahip olmuştur. Başka deyişle devrim tarihi ile kamu hukuku bir ve aynı şey olarak anlatılagelmiştir. Bu şu anlama gelir: Kemalizmin tarihsel eylemi hak ve özgürlükleri yaratan eylemlerdir ve Kemalist Cumhuriyet de hukuk ve demokrasi ile özdeş yapı ve özneyi temsil eder. Yani Kemalizmin tarihsel seyrini takip ederek hukuku ve demokrasiyi takip etmiş oluruz. Bu Kemalizmin hukuk anlayışının en karakteristik özelliğini temsil eder.
Buna karşılık hukuk ve demokrasi ancak ve ancak egemen devlet anlatısından özerkleşerek, egemen gücün tarihsel öyküsünden ayırdedilerek var edilebilir.
Kemalizm ile sol ve kimi Marksist çevrelerin de üstlendiği bu yaklaşım esasta liberal hukuksal-kurumsal iktidar anlayışlarından doğar. Fransız kamu hukukunun güçlü etkisi de görülür bu yaklaşımda. Buna göre hak ve özgürlükler, merkezi devletlerin onunla yarışan feodal direnişlerden kurtarılması ile mümkün olmuştur. Burada çağdaşlaşma vaadi öne geçer. Tek yönlü, muhatapsız bir demokratikleşme söz konusudur. Yurttaşlık vaadi, Dersim Tertelesi'nin hem tarihsel bir “olay” olarak hem de suç ve ceza, kamu ve anayasa hukukunu da içerecek şekilde hak merkezli yaklaşımların ertelenmesine yol açacak şekilde bugüne kadar hiç gerçekleşmemiştir. Toplumun özgürleştirilmesi iddiası artık boş bir vaatten fazlası değildir. Çünkü bu süreçten hak değil katliamlar, hepimizi kendi formuna benzetmek için kırımlar, göç ve iskan politikaları, özgürlüğümüzü yok etmek için olağanüstü haller geldi. Olağanüstü haller olağanlaştı ve cumhuriyetin hukuku haline geldi. Lord Acton’ın demokrasinin Roma mirasçısı monarşiler ile dinsel otoriteler arasındaki savaşta herhangi bir tarafın kesin olarak galip gelmemesinden dolayı Avrupada doğduğu tezini burada hatırlamak yararlı olabilir. Tabii ki Althusser’in kuvvetler ayrılığını “iktidarın paylaşımındaki güçler dengesi” olarak tarif ettiği Montesquie analizini de buraya ekleyelim. Dersim bu anlamda Cumhuriyet karşısında bir denge oluşturabilecek gücü temsil ediyordu. Dersim’in yok edilmesi Cumhuriyetin son siyasi denge ihtimalini yok ederken demokrasi ve hukukun dayanacağı bir eylemli zeminin de yok olmasına yol açmıştır. Dersim sonrasında Maraş ve Sivas gibi katliamların belirli aralıklarla devam etmesinin bu denge unsurunun kaybı ile alakası vardır. Nitekim Maraş, Alevi sol kesimlerin toplumsal merkezi ele geçirme tehlikesi karşısında devreye girmişken Sivas Katliamı ise aynı kesimlerin yeniden eski toplumsal merkezlerine dönme ihtimalinin önüne kesen bir etki göstermiştir. Ve tüm bu kırımlarda faillerin hiç bir hukuki sorumluluk ve sorgu altında kalmadan varlıklarını sürdürmelerini aynı kurucu kökenlere yormak da mümkündür.
Tam da bu nedenle geleneksel okuma, yani Dersim Tertelesi'nin değerlendirilmesine de uzanan ve feodalizmin tasfiyesi ve kulluktan yurttaşa taşınan insanlık iddiası tam tersi ile sonuçlanmıştır. Çünkü Cumhuriyet kendisi ile yarışacak, kendisini sınırlandıracak, bir denge oluşturacak tüm güç alanlarını yok etmiştir. İşte en son yok ettiği güç Dersim Tertelesi sahasıydı ve onun güçleriydi ve bizi hakka yaklaştıran, hukuka yakınlaştıran, özgürleştiren şey Dersim Tertelesi değildi. Tam tersine bizi haktan ve özgürlükten mahrum bırakan şeydi Dersim Tertelesi. Buradan da anlıyoruz ki Dersim Tertelesi'ne eşlik eden çağdaşlaşma, özgürleşme veya burjuva devrimi iddiaları boş, içeriksiz ve muhatapsız iddialardan başkası değildir. Gerçi anti kolonyal ve postkolonyal teoriler, çağdaşlaştırmacı dilin kolonyal içeriği konusunda daha bir yüz yıl öncesinden uyarmışlardı ama bu gerçek Dersim Tertelesi bağlamında maalesef geç görülmüştür. Nitekim kadın hareketleri açısından da benzer bir durum söz konusu olmuştur…
Buradan bakıldığında Dersim kırımı demokrasiyi getiren değil tersine onu yok eden bir kırımdır. Yerel beylerin halk üzerindeki baskısını yok eden değil, baskıyı merkezileştiren ve daha da katmerli hale getiren bir etki göstermiştir. Hatta yerel beyleri merkezi yapının ilişkisi ve gücü haline getirmiş, baskıyı yerel ve merkezi birimler içinde örgütlemiştir. Yerel önderlerin çok küçük ve içbirlikçi kısımlarını kendisine ayırıp cumhuriyetin varlığını terbiye ve disiplin altına alabilecek güçleri yok etmiştir. Dahası özgürleştirdiğini söylediği bölgeleri ayrı bir hukuk ile yönetmiştir. Bu anlamda Dersim’in Türkiye Cumhuriyeti'nin ayrı bir “eyaleti” olarak inşa edildiğini tespit etmeden geçmemek gerekir. Fevzi Çakmak’ın Dersim’in bir “iç koloni” olarak inşa edilmesi önerisinin resmi ve kurumsal düzeyde benimsendiğini de göstermektedir bu durum.
Çok basit bir özetle; Dersim cumhuriyetin son demokrasi ve özgürlük imkanı idi. Dersim Türkiye için bir demokrasi ihtimaliydi. Bir hukuk ihtimali idi. Ve en temelde Türkiye Cumhuriyeti'nin gerçek bir cumhuriyet olması ihtimalini yaratan bir siyasi-beşeri-dinsel-mezhepsel coğrafya idi. Onu da yok ederek Cumhuriyet despotik varlığını tamamen inşa etmiş oldu ve Tiranlığa iltica etti…
Gelelim üçüncü teze:
3-Ve üçüncü tez ise Dersim kırımının yukarıdaki iki gerekçe ile birlikte bir “tamamlanmamış suç” olduğu gerçeğidir. Teknik askeri saldırılarla; hava bombardımanından (hatta sivillere ve sivillerin yaşam imkanlarından birisi olan keçilere yönelik saldırılara kadar uzanmıştır.) kimyasal zehirli gaz kullanımına ulaşan kapsamlı suçlar hiçbir sorgulama ve hesaplaşma yapılmadığı için bir “resmi ceza uygulaması” haline gelmiş ve sonraki tarihsel dönemlerde de birer ceza olarak varlığını sürdürmesine yol açmıştır. Başka deyişle fail yakalanıp hesap sorulmadığı, bir suç ve ceza adaleti konusu yapılamadığı için bugüne kadar uzanan katliam ve pogromlarını devam ettirmiştir. Maraş Katliamı, işte bu tamamlanmamış suçun tarihsel halkalarından birisidir. Sivas pogromu da aynı şekilde. Ve Dersim kırımının “tamamlanmamış” bölümünün halen Türkiye’yi, Dersimi, Dersimlileri ve onlarla birlikte Alevi, Kürt ve sol sosyalist kesimleri yeniden içine alarak tamamlamaya dönük bir potansiyel taşıdığına dikkat çekmeden geçmemek gerekir.
Bu anlamda Dersim Tertelesi bir devam eden suçtur. Devlet suçudur. Tamamlanmamış, sonraki her suçta; katliamda, pogromda varlığını bir başka biçimde sürdüren bir suçtur. Dersim, Maraş katliamında devam etmiştir. Sivas katliamında da devam etmiştir. Bu anlamda hem siyaseten hem de hukuken bir tür cinayetler süreci olarak görüp 1937-38’i kendi içine kapatıp ele almamak gerekir. Çünkü hem şiddet eyleminin; yani kırımın eylemsel bir süreci vardır hem de bu eylemleri var eden ve sürekli kılan hukuksal kurumsal bir zemin söz konusudur. Bu gerçek Dersim Tertelesi'ne karşı muhalefetin aynı zamanda rejim ile hesaplaşarak, onun hukuku, yargısı ve kurumları ile yüzleşerek ilerlemesi gerektiğini göstermektedir.
Buraya kadar Dersim Tertelesi ve hukuk ilişkisinin en genel boyutlarını ele almaya çalıştım. Suç ve ceza, kamu ve anayasa hukuku ve demokrasi tartışmaları bakımından daha kapsamlı bir tartışmanın önünün açılabilmesi için bu alanların daha da geliştirilmesi ve zenginleştirilmesi, geniş mukayeselere açılması artık bir zarurettir. Hukuksal-kurumsal iktidar analizlerinin solda ve sağdaki yaygınlığı bu tartışmaları yerli yerinde yapmayı maalesef engellemekte ve hak müzakerelerinin geniş alanında çalışmalar yürütülmesini; eylemler ve düşünce alanları açılması ihtimalini zayıflatmaktadır. Bu aşamadan sonra şiddeti, kırımları, yasaların, kurumların ve rejimin analizlerine taşımak bizim için temel ödevlerdir. Şiddet ve hukuk ve onunla da hak mücadelesi arasındaki ilişki bizi hem farklı bir tarihçiliğe, hem farklı bir hukukçuluk ve kamu hukukçuluğuna hem de devlet tipi ve biçimine dair geleneksel siyasal bilim tartışmalarına taşınmak zorunda bırakıyor.
Bu bağlamdaki suç ve ceza tartışmaları ise bir başka yazıya kalacaktır.
Sonuç olarak Dersim Tertelesi'nin ciddi hukuk ve demokrasi tartışmalarına taşınması ve hak merkezli arayışların daha da derinleştirilerek geliştirilmesine dönük ihtiyacın hatırlatılması bu yazının en temel meselesi olarak ortada durmaktadır.