Derya Erkenci: Hesaplaşmalar herkesi meraklandırır
Derya Erkenci'nin romanı 'İmkânsız Bir Liste', Doğan Kitap tarafından yayımlandı. Erkenci, "Öykü yazmak romancılığa geçiş için basamak değil. Önceden yazdığınız her şey sonraki için deneyimdir" dedi.
Gül Er
DUVAR - Öyküleri ile tanıdığımız Derya Erkenci, uzunca bir aranın ardından ilk romanı 'İmkânsız Bir Liste' ile okurlarının karşısına çıkıyor. Doğan Kitap tarafından yayımlanan roman, aşkın, ayrılığın, listelerin, anımsamanın ve dirilişin sürprizli hikâyesine davet ediyor bizleri. 12 Eylül sonrası süregelen 40 yıllık bir dönemde, mekânların, karakterlerin ruh hallerinin arasında dolaştırırken sürükleyici ve içten bir üslupla kendine bağlıyor. Derya Erkenci okurlara, gizemli bir listenin rehberliğinde eski sevgilinin peşine düşülen, arka planında İstanbul’u izlediğimiz, sırlar ve dehlizlerle dolu bir aile trajedisi sunuyor. Kitabın kahramanı Mert Zamangil’in arınma yolculuğuna eşlik eden yabancılaşma duygusunu anlatırken gündelik koşuşturmaların insana iyi gelen bildik dokusunu da ustalıkla işliyor.
Derya Erkenci ile 'İmkânsız Bir Liste'yi konuştuk.
Sizi önceden yayımlanan hikayelerinizden biliyorduk, ancak 'İmkânsız Bir Liste' bir ilk roman. Öncelikle bu nasıl hissettiriyor?
Her şeyden önce romanı tasarlamak, yazmak ve bitirmek derin bir rahatlık ve mutluluk duygusu verdi. Fikirsel olarak 15, yazma süreci olarak da 4 yıllık bir dönemin sonuydu bu. İstediğimi yapabilmiş, yazar olarak tatmin olmuştum. Sanırım bütün romancıların arzusu da budur; yazdığından memnun olmak. Sadece yazarın kendi içinde yaşadığı, başka kimseyi ilgilendirmeyen gizli bir doygunluktan bahsediyorum. Yalnız, bu ruh hali uzun sürmüyor tabii. Mutluluk hissi çok kısa bir süre sonra yerini kitabı okurla buluşturma sürecinin kaygılarına bırakıyor. Acaba kimler okuyacak? Dostlar okuyacak mı? Sevecekler mi? Onaylanma, beğenilme arzuları da yazarı heyecanlandıran, geliştiren duygular. Zaten sonra hemen, yazacağın yeni roman üzerine düşünmeye başlıyorsun.
'ÖNCEDEN YAZDIĞINIZ HER ŞEY BİR SONRAKİ İÇİN DENEYİMDİR'
Yazarlığa dair merak edilen ve çokça yorumlanan durumlardan birisi hikâyecilikten romancılığa geçiş. Sahiden böyle bir geçiş var mı, bir yazarın büyüyüp gelişmesi mi bu sıçrama yoksa bu ikisi çok başka şeyler mi?
Nasıl kısa film çekmek uzun metraj çekmek için bir aşama değilse, öykü yazmak da romancılığa geçiş için bir basamak değil. Sadece bir türde yazan ya da her iki türde de eser veren bir sürü yazar var. Bu, yazarın tercihleriyle, bazen de metnin sizi nereye götürdüğüyle ilgili. Bunun yanında, hikâyeci geçmişim romancılığımı olumlu etkilememiştir de diyemem. Önceden yazdığınız her şey bir sonraki için deneyimdir. Romanımın kahramanı Mert Zamangil, defterinin arasında 17 maddelik bir liste bulur. Listedeki akışı takip ederek eski sevgilisi Hande’ye ulaşmak ister. Çıktığı içsel ve fiziksel yolculuk onu tuhaflıklar, sürprizlerle dolu bir geçmiş hesaplaşmasına sürükler. Ben bu kurguyu uzun soluklu bir metinle, romanla anlatmak istedim. Düşündüğüm her şeyi dilediğim gibi yazabilmek için metnin boyunun uzun olması gerekiyordu.
Söz konusu hafıza olunca hesaplaşmalar kaçınılmaz oluyor. Bu kitapta da bunu çokça görüyoruz. Neden böyle bir hesaplaşmaya girmek istediniz?
Hepimizin geçmişte kalmış hayal kırıklıkları, irili ufaklı travmaları, sırları var. İçten içe bunları hatırlamak, üzerlerine düşünmek ve ruhumuzdaki yüklerinden kurtulmak isteriz. Ama bunu çok azımız gerçekten becerebilir. Yüzleşmek, hesaplaşmak, muhatabın olan kişileri o noktaya getirmek çok zordur. Kaldı ki, hesaplaşmalar gizemli, ilgi çekici hatta acı verse de eğlencelidirler. Tekdüze hayatlarımıza mana katarlar. Sarsıcıdırlar, bizi bir parça da olsa değiştirirler. Tıpkı edebiyat gibi. Yazmak ve okumak bize geçmiş üzerine düşünmek ve onunla hesaplaşmak için cesaret verir. Yazarlar gerçek hayatta imkânsız olan yüzleşmeleri cesurca getirip önümüze koyarlar. Hesaplaşmalar herkesi meraklandırır. Güçlü bir bilgi, insanı özgürleştiren bir durum vardır orada.
'DAHA ÖNCE HİÇ ANLATILMAMIŞ HİSLERLE İLGİLENİYORUM'
Kitabı okurken doğrudan tek kelimeyle tarifi mümkün olmayan insana has katmanlı pek çok duyguyu tarif ettiğinize tanık oluyor aslında okur. Duygular ve onları tarif ediş biçiminiz bu kitabın benim için en ön plana çıkan şeyiydi. Bu konuda ne söylersiniz? Buna dair bir gayretiniz var mıydı?
Duygudan duyguya geçişler ruh halimizi değiştirir. Bunu bazı hassas insanlar çok daha şiddetli yaşarlar. Kimileri için keder ve neşe arasında karanlık bir uçurum vardır. Her duyguyu zirvede yaşamak yorucudur. Mert Zamangil, bu tip bir karakter. Yükselişleri ve düşüşleri çok sert, keskin. Hep tanımlamak, duygularının adını koymak istiyor. Bu şekilde hayatına bir anlam katabileceğini düşünüyor. Daha önce hiç anlatılmamış, el değmemiş hislerle ilgileniyorum. Onları tarif etmek daha derine indiğimi hissettiriyor, yeni kapılar açıyor. Bilinç akışımıza girip çıkan bütün o tuhaf ve yabancı duygularda gizemli bir taraf var. Tabii bazı şeyleri yazarak anlatmak neredeyse imkânsız. Yüz yıl önce yazarların ilgi alanında olmayan bir sürü duygu, günümüz modern edebiyatının konusu. Bugün tarif edemediğimiz hisleri de yeni nesil yazarlar anlatacaklar.
Bir yandan kitabın baş karakteri Mert Zamangil’in “kendi varlığını hissetmek” ile ilgili verdiği bir hesaplaşma da söz konusu. Bu var oluş meselesine sizin yaklaşımınız nedir?
Dünyanın en trajik hikâyesi hayat dediğimiz şey. Çıplak ve güçsüz gelip bir gün yine aynı zavallılıkla ayrıldığımız bir yer burası. Yaşamın sonlu olduğunu biliyoruz ama bu bilgiyle uzlaşamıyoruz. Zamanla hiç bitmeyen bir didişmemiz var. İnanç, kader, ölüm, sevgi, arınma ve diriliş gibi kavramlar arasında çok geziniyor yazar Mert Zamangil. Herkes gibi mutlu olmak istiyor. Sadece mutlu insanların hayatlarını anlamlı kılabildiklerini düşünüyor. Geçmişin acılarıyla örülmüş bir hayatın da uğruna yaşamaya değer olduğunun farkına varıyor. Başına gelen bütün tuhaflıklara rağmen varoluşun yanıtlarını hep hayatın içinde arıyor. Aslında kitaptaki Aysun karakteri sorunuzun yanıtını veriyor: “Bence hayatın sırrı falan yok. Hepimiz insanız, yaşıyoruz ve her şeyi biz yapıyoruz. Hoş ya da acı tesadüfler var sadece.”
Aynı zamanda sinema ve fotoğraf ile de yakından ilgilisiniz yıllardır. Bir seferinde fotoğraf çekmenin tek kişilik bir eylem olduğundan bahsetmiştiniz. Aynı şeyi yazmaya dair de düşünüyor musunuz? Nasıl bir yazma pratiğiniz var? Kalabalık bir ortamda yazabilir misiniz yoksa mutlak sessizliğe mi ihtiyaç duyarsınız mesela?
Kitabın neredeyse tamamını İstanbul’daki kütüphanelerde, işliklerde, çay bahçelerinde ve pastanelerde yazdım. Bunu söylemeyi çok seviyorum. Yakınımda tıpkı benim gibi sessizce çalışan başka insanların olması, yazarken rahat ve güvende hissetmeme neden oldu. Ama tabii, her zaman bu şekilde yazamayabilirim de. Evet, yazmak da tıpkı fotoğraf çekmek gibi tek kişilik bir eylem. Orada sadece size yer var. Mekânın ya da kalabalığın önemi yok, tek başınasınız. Ben zaman zaman dikkat dağıtacak şeylere ihtiyaç duyan bir yazarım. Açık ama sesi kısık bir televizyon, uzaktan gelen çamaşır makinesi sesi ya da yanı başımda havadan sudan konuşan insanlar beni rahatlatabilir. Doğada, sessizlikte, güzel manzaralar karşısında genellikle tıkanırım, yazamam.
'LİSTELER BİZİ VAR OLDUĞUMUZA İKNA EDER'
Liste yapma alışkanlığı bilim dünyasında bir “hastalık” olarak da tanımlanıyor ve takıntılı kişilik bozukluğu hatta şizofreni rahatsızlığı gibi pek çok şeye yoran araştırmalar var bu durumu. Siz bir liste fikri üzerinden ilerlerken karakterinize böylesi roller biçtiniz mi hiç?
Romanda liste yapma alışkanlığı, yıllar önce ölen, asker kökenli babadan kalan bir miras. Ailede herkes liste yapıyor. Listeler Mert için hem baskıyı, zorbalığı hem de umudu, hayalleri ve geleceği simgeliyor. Liste takıntısı bizi çıldırtabilir ama hayatımıza düzen ve mutluluk da getirebilir. Listelemek, yazının icadından bile önce düşüncelerde başlamış bir eylem. Hayatta hiçbir şey yazmaya ihtiyaç duymayan insanlar bile basit listeler yaparlar. Umberto Eco, tanımların, benzetmelerin yetersiz kaldığı yerde listelerin devreye girdiğinden bahseder. Örneğin âşıklar, duygularını layığıyla ifade edemediklerinde sevgilinin özelliklerini listelerler. Rahatlamak için saçların, gözlerin, sözlerin ne güzel diye uzunca bir liste hazırlamaya girişirler. Eşyaların, olayların, duyguların bir dökümüdür liste. Bizi var olduğumuza ikna eder.