Devlet aygıtı başımıza yıkılmadı mı ki?
Suç ortaklarından hiçbiri kendini aklamak için demokratik kamuoyuna seslenmiyor. Herkes devlet aygıtına sesleniyor. Bazıları telefonla arayarak, bazıları sosyal medyadan tehdit ederek...
Dinçer Demirkent
Devlet gücü kullanan kamu görevlilerinin ya da kamu görevlileri tarafından yasa dışı faaliyetler için görevlendirilen kişilerin varlığını ve işledikleri suçları uzun zamandır biliyoruz. Yeni olan şu: Sermaye birikiminin suç işlemeden oluşturulamaz hale geldiği bir sömürü düzeninin kurulduğu Türkiye’de devlet aygıtının bu suçlulardan ayırt edilemez hale gelmesi kaçınılmaz artık. Adı organize suçlarla yan yana gündeme oturan kişilerin İçişleri Bakanı ile fotoğrafının olduğu, bir cumhuriyet savcısının uyuşturucu baronu çıktığı, bir idare mahkemesi başkanının sabıkalı otellerde toplantılara katıldığının tespit edildiği, yasama organı üyesinin suç örgütlerinden para aldığının İçişleri Bakanı tarafından iddia edildiği bir ülkedeyiz. Servet sahipleri arasındaki uyuşmazlıklarda devlet adına kullandığı yasa dışı güçle nüfuz kazanmış suçlularca çözüm bulunuyor; milletvekilleri, iktidar partisi üyeleri arabulucu oluyor, gazeteci sıfatındaki kişiler ortamı yumuşatıyor ya da kızıştırıyor. Kamu iktisadi teşebbüsleri bu yollarla, kamu bankalarından alınıp ödenmeyen kredilerle sermaye sahiplerine peşkeş çekiliyor. Devlet aygıtı; anayasal kuruluşu itibarıyla yasama, yürütme ve yargı arasındaki ilişkiler bunlar. Bu aygıtın bütününün suç ve sermaye birikimi alanında birlikte çalışan çetelerle ilişkisi de bu minvalde.
Başımıza yıkılması için başka ne olması gerekir? Bizim başımıza yıllardır yıkılan; yaşamlarımızı, özgürlüğümüzü, toprağımızı, ağacımızı, işimizi, ekmeğimizi çalarak üzerimize çöken bu aygıtı çalıştıranlar birbirinin başına devlet aygıtını yıkma tehdidi savuruyorlar şimdi. Fakat suç ortaklığının boyutları öyle büyük ki zorunlu olarak bir aşamada birbirine kenetleniyorlar. Muhtemel arabulucular, pazarlıklar, müzakereler ve anlaşma. Hükmü kim kuruyor, kim adına kuruyor her defasında bilmiyoruz ama “bağımsız yargıçlar”ca “millet” adına kurulmadığı açık.
Devlet tarafından işlenen suçlara iştirak eden suç örgütü liderleri içişleri bakanını tehdit eder; aydınlarımızı öldürmekle suçlanan devlet görevlileri adına açılan sosyal medya hesaplarından kendisini korumayanların başına devlet aygıtını yıkma tehditleri savurulurken devlet aygıtından çıt çıkmıyor. Levent Göktaş, Necip Hablemitoğlu cinayeti ile ilişkili olarak polis tarafından yakalanacakken kayıplara karıştı. Adına açılan sosyal medya hesabından belge ve video yayımlayacağı söylendi, kendisini korumayanların başına devlet aygıtını yıkacaktı. Ertesi gün avukatları açılan sosyal medya hesabının kendisine ait olmadığını söylediler. Devlet aygıtının dümeninde oturan, servetini devlet aygıtının sağladığı alanlarda biriktiren ve koruyan, devlet aygıtı tarafından yasa dışı faaliyetlerde kullanılarak nüfuz elde eden kim varsa pazarlık masasında. AKP hükümetleri döneminin bir önceki aşamasında Fethullahçı çetenin herkes hakkında topladığı bilgiler, şimdi her klik tarafından herkes hakkında toplanıyor. Tarikatından sermayesine; bürokratından yargı mensubuna, bakanından milletvekiline, gazetecisinden akademisyenine devletin alan sağladığı herkes birbiri hakkında topladığı istihbaratın gücüne güveniyor. Siyasetin yeni bir dönemindeyiz. Devlet aygıtı içinde yaşanan doğa durumunun, herkesin herkesle savaşının dayandığı istihbarat mücadelesinin paradoksu ise şu: Mevcut iktidar yapılanmasına suç ortaklığının gücüyle bağlılar, onlar tarafından satıldıklarını düşündükleri anda harekete geçirebilecekleri “herkes” de bu çemberin dışında değil. Birbirleri hakkında bilgileri var, çok büyük olasılıkla bu bilgilerin çoğu da doğru ama ne olursa olsun çember içindeki hiç kimse harekete geçemiyor.
Paranın peşinden giden korkunç cinayetlerin, kasete çekilip kullanılan cinsel münasebetlerin, “vatanseverliğin” ve “dinseverliğin” nasıl da para ve nüfuz sahibi olma mücadelesinin aracı kılındığını izlediğimiz karanlık bir film. Bu filmde demokratik kamuoyu sadece izleyici. Yeni dönemin temel bir özelliği bu. Suç ortaklarından hiçbiri kendini aklamak için demokratik kamuoyuna seslenmiyor. Hatta artık iktidar partisi bile. Burjuva demokrasisi kurumlarının çöktüğünün en önemli göstergesi belki de bu: Herkes devlet aygıtına sesleniyor. Bazıları telefonla arayarak, bazıları sosyal medyadan tehdit ederek, bazıları operasyon gazetelerini ve televizyonlarını kullanarak. Peki halk, insanlar bizler, bu suçların ortağı olmayanlar buharlaştık mı?
Bir ülkede yönetilenlerden; geçimini sürdürmeye, çocuklarını yetiştirmeye, sağlığını korumaya, eğitime devam etmeye, kimliğini, varlığını, haklarını korumaya çalışan sıradan insanlardan daha güçlü hiçbir potansiyel güç yoktur aslına bakarsanız. Fakat her güç gibi bu güç de ancak birikerek, çoğalarak ve birleşerek ortaya çıkar. Birikme daha pasif bir süreç ve şu anda devam ediyor. Ülkenin çalışan sınıflarının neredeyse tamamı birbirine yaklaşıyor. Çoğalma örgütlenmeyi gerektiren aktif bir süreç, birbirine geçişken olan demokrasi güçlerinin örgütlenmesinden söz ediyorum. Bu, mevcut rejim içinde baskılara birlikte direnmeyi, rejimin aştığı eşiklerden onu geri itmeyi gerektiriyor. Üçüncüsü ise en kritik olanı, birleşme. Bununla bir siyasal programı kastediyorum. Demokratik kamuoyunun tekrar bir güç haline gelmesini sağlamak için siyasal öznelerin bu üç aşamayı dikkate alması gerekiyor.
Muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun devlet içine seslendiği çağrı ve girişimlerin etkisi oldu, olmaya devam edecek. Ama hesaplaşmayı sağlayacak olan, başımıza yıkılan devlet aygıtının tuğlalarını üzerimizden kaldıracak olanın, mevcut elitler ve servet sahipleri değil, demokratik güçler olduğunu unutmamak gerek. Her demokratik canlanış demokratik katılım araçlarıyla mümkün oluyor ancak. Bu araçların en etkili olanlarıyla başlamak, halk güçlerinin potansiyelini açığa çıkaracak hareketlerin önünü açmaya çabalamak gerçek bir demokratik muhalefetin temel görevi olarak ortaya çıkıyor.