Devletin dili – halkın dili
Ece Ayhan, Meçhul Öğrenci Anıtı’nda “Devletin ve tabiatın ortak yanlış sorusu” derken bunu söylemiyor mu? Maveraünnehir neredeyse, ne kadar uzak ve yabancıysa bize, dilimize, adalet de öyle değil mi?
Ne yapıp ne etsek sınıfta kaldığımız dersteyiz tekraren: Daimi devlet dersindeyiz.
Ergenlikten çıkamayan taşralı genç, devletin dış kapılarından dolanarak rüyasında görse inanmayacağı saltanata, servete, dünya nimetlerine, yeryüzü cennetlerine kavuşabiliyor; yaşayarak görüyor, öğreniyoruz. Birkaç hayatı aynı anda, aynı bedende yaşayan o genç devlet/iktidar/güç ayartısıyla kabına sığmaz hale geliyor. Ancak takviye uyarıcılar, uyuşturucularla beslenebilen “iktidar oyunu”, ortaklaşa gizli hazların paylaşıldığı görünüşte dost eğlencelerini şantaj düzeneğine çeviriyor. Tezgah, bilmem kaçıncı elde dönüp düzenleyicisini vurabiliyor.
Beslemelikten oyun kuruculuğa terfi ettiği vehmine kapılan taşralı gencin paçalarından akan sakalet sefalet, beslendiği kapıyı, kapıları da, onu oraya getiren devri daim düzenini de bir kez daha getirip orta yere koyuyor. Daimi ders devam ediyor.
***
Sürekli yenilenen, yinelenen iki başlığı var devlet dersinin: Beka ve inşa.
Kişisel tarihlerimiz üzerinden de izleyebiliriz bunu: Yüzünü bile görmediğim dedem, cihan harbinde esir düşmüş. Sonra da hürriyeti, devletin yeniden inşasını yaşamış… Babam birliğine teslim olur olmaz asker elbisesi, postalla birlikte piyade tüfeği de tutuşturulmuş eline. “Teyakkuz hali” ilan edilmiş ve o gece “ihtilal” yapılmış devletin bekası için: 27 Mayıs 1960.
İkinci beka darbesini hayal meyal hatırlıyorum: 12 Mart 1971… Üçüncüsünü biliyorum: 12 Eylül 1980. “Demokrasiye balans ayarı yapıyoruz” diyen askerlerin Sincan’da tankları yürüterek yine devlet bakası için gerçekleştirdiği 28 Şubat postmodern darbesi, öncesi sonrasıyla malum. Kanlı parodi 15 Temmuz ve şimdiki hal: Taşralı ergen-gençlerin, onları yetiştirenlerin, besleyenlerin aynasında yaşayıp izlediğimiz beka ve inşa dersleri, hamleleri.
Yaklaşık elli yıl kadar önce Vedat Günyol soruyordu: Devlet İnsan mı?
Bir kez daha düşelim o sorunun peşine.
İlk e’yi kapalı olarak seslendiren, ilk heceyi vurgulayıp dev - let diyerek insan ve doğaüstü kadiri mutlak güç yaratanlar, bilerek bilmeyerek yeryüzündeki ilk devletin mirasına sığınırlar. M.Ö. 3500’lere tarihlenen Sümer, köy topluluklarının üstüne egemenlik kurduklarında iktidarlarını fiziksel - askeri gücün ötesiyle; yücelikle, kutsallıkla donatmışlardı.
Hikmetinden sual olunmaz devletin doğrudan doğruya insanlar tarafından inşa edildiğini, ne yapıp ne edeceğine, nasıl olacağına da insanların karar verdiğini konuşabilmek için, devletin doğuşunun üstünden 3000 yılı aşkın bir zaman geçmesi gerekti. Nice beka ve inşa dersinin - deneyinin ardından tam da bu dertlerle Platon, M. Ö. 375’de Politeia’yı yazmaya başladığında 52 yaşındaydı. Devlet nedir, nasıl olmalıdır sorularına yanıt arıyordu.
PLATON'UN BÜYÜSÜ
Platon’un Devlet’i o gün bugün, devlet dersinin temel kitabı. Thomas More, Ütopya’yı Platon’un ideal devletine nazire olarak kaleme aldı 1516’da. Hoş, Alfred North Whitehead’e bakılırsa, tüm Batı felsefesi Platon’a düşülen dipnotlardan ibaret!
Karl Popper, onu doğrularcasına idealizmden materyalizme seyreden siyasal düşüncenin iki temsilcisi; Hegel ve Marx’ı incelerken onların öncülü olarak Platon’dan yola çıkıyordu. Faşizmin, totalitarizmin kaynaklarını konu ettiği 1945’de yayımlanan kitabına Açık Toplum ve Düşmanları adını vermişti Popper. Her şey Platon’un Büyüsü’le başlıyordu ona göre…
Cambridge profesörlerinden Simon Blackburn, 2006’da yayımlanan Devlet ve Platon incelemesiyle bir bakıma Popper’ın tezini güncelledi; yeni muhafazakarlık (neo-conlar) üzerinden bir yeniden okuma getirdi. Fransız düşünür Alain Badiou ise tam tersi bir güncellemeyle, Platon’un Devleti’ni yeniden yazdı, tümüyle onun üstünden geçerek!...
Kitaplarının adıyla söylenirse, Komünist Hipotez’in, Komünizm Fikri’nin geçerliliğini savunur Badiou. Tam altı yıl sürdüğünü belirttiği, yine kendi ifadesiyle “belirsiz kitap – çılgın çalışma” olarak nitelediği Platon’un Devleti’ni yazma serüveni, “bugün Platon’a ivedilikle ihtiyaç duyuyoruz” diyerek açıklıyor. “Bu dünyadaki hayatımıza yön verebilmemiz için mutlak olana bir şekilde erişmemiz gerektiği inancına hayat veren Platon’dur,” diyor.
***
Kısaca Platon da, Devlet’i de olanca canlılığıyla, büyüsüyle – gerçeğiyle aramızda.
Kitap Türkçeye Sabahattin Eyuboğlu ve M. Ali Cimcoz tarafından çevrildi, 1959’da yayımlandı, Türk Dili Çeviri Ödülü kazandı. Yerli usul devlet dersinden de geçti: Eyuboğlu, yayınevinden kendisine ulaştırılan ilk basımın bir kopyasını yanında çalışan gençle Cimcoz’a gönderir. Yolda polisler tarafından çevrilen genç Eflatun Devlet nedeniyle karakola çekilir. Kızıllıkla bir alakası olmadığını anlatamayınca da zor bela kopardığı izinle Sabahattin Eyuboğlu’na telefon eder. O da polisleri ikna edip kurye gencin, Platon ve Devlet’in serbest kalmasını sağlar.
ADALET YA DA DALİYE SİLAH VERMEK
Sokrates ve öğrencilerinin diyalogları şeklinde kurgulanan Devlet, bilindiği üzere “adalet nedir” sorusu üzerinden yürür. Devlet dersinin birinci ve asli sorusu adalet.
Eyuboğlu – Cimcoz ikilisi adalet yerine “doğruluk” sözünü yeğliyor çeviride. Önsöz’de şöyle temellendiriyorlar bunu: “Devlet’in önemli kavramları arasında adalet ve adil başta gelir. Bu terimleri Arapça diye değil, düşüncenin akışını bozdukları, yerlerine oturmadıkları için değiştirmek zorunda kaldık. Buna karşılık doğruluk ve doğru hiçbir yerde aksamadı… Bakın Eflatun ya da Sokrates adaleti, yani doğruluğu nasıl anlatmaya çalışıyor: Bir delinin eline silah vermek doğru mudur? diye başlıyor. Siz gelin de burada doğru yerine adil sözünü koyun! Tutmuyor. Deliye silah vermek neden doğru değildir, diye başlayan düşünce, doğruluğun herkese en iyi yapacağı işi vermek olduğu sonucuna varıyor. Böylece Eflatun doğruluktan ne anladığını halkın diline dayanarak anlatıyor; bizim, içtimai adalet diye gündelik hayat dışına çıkardığımız kavram, Devlet’te herkesin doğru diyeceği bir şey, bir orta malı kavram oluyor.”
***
Görünen o ki devlet (ve adalet) dersine dilden başlamak gerekiyor.
Ece Ayhan, Meçhul Öğrenci Anıtı’nda “Devletin ve tabiatın ortak ve yanlış sorusu” derken, bunu söylemiyor mu? Maveraünnehir neredeyse, ne kadar uzak ve yabancıysa bize, dilimize, adalet de öyle değil mi?