Devletin Tiyatrosuna taş fırın erkeği lazım elbette
Her şeyden önce iktidar cephesinde çok ama çok derinde yatan ve fakat asla geride durmayan, tam tersine hep önde olan 'taşralı' bir bakış var sahne sanatlarına ilişkin. Anadolu’nun içlerine doğru yol alırsanız, o taşralı bakış, içinde 'müskirat'ın (içki) da dahil olduğu ve dahi öncelikle kadınların sahne aldığı, erkekleri eğlendirdiği bar/pavyonla beraber anacaktır tiyatroyu.
Tamer Karadağlı’nın Devlet Tiyatroları’nın başına getirilmesi genel bir şaşkınlıkla karşılandı.
Ben de bu şaşkınlığa şaşırıyorum. Aşağıdaki satırları 16 yıl önce yazmışım:
"İktidarın hiç gizlemediği bir öfkesi, fobisi var tiyatroya karşı. Husumet boyutundaki öfke, aslında mevcut bütün sanat ortamını kapsıyor. Belki devlet elinin doğrudan uzandığı sanat alanlarının başında geldiğinden tiyatroda odaklanıyor, somutlaşıyor sözünü ettiğim öfke ve korku."
24 Mayıs 2007’de Radikal’de yayınlanan yazının başlığı Tiyatro yapmıyoruz burada!
Söz konusu yazıda iktidarın mevcut sanat ortamının bütününe yönelik bir husumeti, öfkesi olduğu saptamasını, kültür ve sanat ortamı olarak düzeltmek gerekiyor. 2003’de “kültür” için bir bakanlık çok -belki de gereksiz- görülmüş olmalı ki, “turizm bakanlığı”yla birleştirilmişti. Birleştirilmişti ama Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bakan dayanmıyordu. AKP iktidarının üçüncü yılında, 2005’de 3. isim oturuyordu o koltuğa: Atilla Koç.
Toplantılarda uyumasıyla ünlü Koç, koltuğa oturduktan birkaç ay sonra Devlet Tiyatroları genel müdürü Lemi Bilgin’i görevden almıştı. Bakanlık müfettişlerince “akçalı işlerde yolsuzluk”la itham ediliyordu Bilgin.
Acaba?
Teftiş öncesi yaşananları kısaca hatırlamakta yarar var.
Devlet Tiyatroları’nda sahnelenen bir oyunda küfürlü sözler kullanıldığı ihbarı üstüne bakanlık bunların çıkarılması talimatı vermiş, Müdürlük, “Edebi Kurul'dan geçmiş eserde değişiklik yapılamaz” diyerek oyunu aynı şekilde sahnelemeye devam etmişti. Bakan, Devlet Tiyatrosu rejisörlerinden birinin (MHP’den milletvekili adayı olan Ensar Kılıç'ın) baş rejisörlüğe getirilmesini, Sivas Devlet Tiyatrosu Bölge Müdürü’nün görevden alınıp yerine başka birinin (şehrin milletvekillerince kendisine iletilen ismin) atanmasını istemişti. Müdürlük, “Biz özerk bir kurumuz, atamalar ilgili kurulların kararıyla yapılır” diyerek talepleri reddetmişti.
Bakan, yeni sezon repertuarının kendisine gönderilmesini istemiş, aynı gerekçeyle bu da reddedilmiş, program bakana sunulmadan açıklanmıştı!
Öyle mi? Al sana acil teftiş, denerek talimat verilmişti. Müfettişlerin şıpın işi, şimşek hızıyla hazırladığı “yolsuzluk raporu” ilgili kişiye; Lemi Bilgin’e tebliğ edilmeden basına servis edilmiş, Devlet Tiyatroları Genel Müdürü görevden alınmıştı Ağustos 2005’te.
Kararı protesto eden sanatçılar, kurum çalışanları “bankamatik sanatçısı” ilan edilmişti Bakanlıkça. “110 kiloluk balerinimiz var” diyordu “uyuyan bakan”. “Devletten maaş alıyor, dizilerde, filmlerde oynuyorlar”dı. Tabii ki son verilecekti bu gidişe.
AHLAKA MUGAYİR ENTEL KEYİF SEKTÖRÜ
Bilgin, hakkındaki soruşturmalardan aklanarak çıkmış 2007’de mahkeme kararıyla göreve iade edilmişti. 2013’te yine genel müdürlükten uzaklaştırılmış, yine dönmüş, sonunda 2020’de emekli olmuştu.
Bu arada 2012’de Devlet Tiyatroları’nın, opera ve balenin kapatılması, özelleştirilerek özgürleştirilmesi muhabbeti iyiden iyiye ısıtılmıştı. Yine 2007’den 2012’ye uzanan dönemde AKM’nin “yıkıldı, yıkılacak, yıkılmalı” muhabbetiyle hep gündemde olduğunu da anımsayalım. “Barok tarzda yeni bir kültür sarayı” yapma arzusundan ya da rant üretmekten epey ötelere uzanır bu yıkıcı irade. Tiyatro, opera ve balenin mabedi sayılan bir yer, hem de şehrin göbeğinde?!
Bu süreci ayrıca ele almak gerekiyor. Şimdilik şunu belirtelim: Bakan Koç ve Genel Müdür Bilgin’le başlayan Devlet Tiyatroları operasyonu, siyasal otorite ve kurumsal özerklik çatışmasından ibaret bir mesele değil. Ya da iktidar ve çevresinin 2010’lardan itibaren “devletin tiyatrosu mu” olur diyerek, işi ekonomiye – devletçiliğin reddine bağlaması da fobi ve husumeti açıklamaya yetmez.
Peki, bu öfke ve fobi nereden kaynaklanıyor?
Yanıt için 16 yıl önce, 2007'de yazdıklarıma döneceğim izninizle:
"Her şeyden önce iktidar cephesinde çok ama çok derinde yatan ve fakat asla geride durmayan, tam tersine hep önde olan 'taşralı' bir bakış var sahne sanatlarına ilişkin. Anadolu’nun içlerine doğru yol alırsanız, o taşralı bakış, içinde 'müskirat'ın (içki) da dahil olduğu ve dahi öncelikle kadınların sahne aldığı, erkekleri eğlendirdiği bar/pavyonla beraber anacaktır tiyatroyu.
Kısaca tiyatro, sadece 'oyun' sahnelenen ve izlenen yer değil, çoğu kez ahlaka mugayir hallerin yaşandığı yerdir taşralı muhafazakâr bakış için."
***
Tiyatro, sakat – tehlikeli bir yer, sakat bir iş olarak göründüğü içindir ki, “devletin tiyatrosu mu olur” lafı dillendirildi bir süre. Kapatmayıp da besleyelim mi, bahsinin arkasında bu derin fobi ve husumet yatar.
İşin “taş fırın” mukallidine havale edilmesine niye şaşıyoruz?