Dijital çağda aynılaşmak ve 'Ötekini Kovmak'
Byung-Chul Han’ın 'Ötekini Kovmak: Günümüzde Toplum, Algı ve İletişim' kitabı Mustafa Özdemir çevirisi ile Ketebe Yayınları tarafından yayımlandı.
Murad Karabulut
Sayısı artarak devam eden dijital platformlar, sosyal medya platformları bireylerin gündelik hayatlarına çağrı yapmaya devam ediyor. Yaşanılan her anı ve hissedilen her duyguyu sömürerek bir içerik haline getiren bu platformlarda etkileşim, ben ile öteki arasındaki mesafeyi kapatıyor. Kimsenin birbirini dinlemediği yankı odalarında "ben" sadece kendisi olmakla ilgilenirken, ötekinin olmadığı narsist, hastalıklı bireylerden bir toplum oluşuyor. Çıkış yolu ise ben’in ötekini kavrayabileceği, neoliberal öznenin verimlilik telaşından kurtulduğu bir “zaman devriminde” ve “ötekinin keşfinde”.
Byung-Chul Han’ın 'Ötekini Kovmak: Günümüzde Toplum, Algı ve İletişim' başlıklı kitabı Mustafa Özdemir çevirisi ile Ketebe Yayınları tarafından basıldı. Güney Koreli kültür bilimci Byung-Chul Han dijital çağa, dijital çağda benliğin oluşumuna, toplumun kuruluşu ve “hastalıklı toplumdan” çıkış yollarına kadar geniş bir yelpazede tartışmaya devam ediyor. Chul Han’ın 'Ötekini Kovmak' adıyla çevrilen kitabı neoliberal performatif öznelerin dijital çağda özgürlük vaadinin peşine takılarak nasıl aynılaştığını, öteki ile arasındaki mesafeyi kaybederek yıkıcı bir benlik oluşumuna nasıl girdiğini anlatıyor. Bastırmak ve olumsuzlamak yerine her şeye izin veren, her şeyi olumlayan; aşırı iletişim ve aşırı tüketime yönlendiren dijital çağda benlik artık bir öteki tarafından, ötekinin getirdiği negatiflik tarafından değil doğrudan onu ortadan kaldırarak bir öz yıkım sürecine girmektedir. Her zaman öteki ile birlikte kendisini var eden, kendisini anlatabilen ve kavrayan özne ötekinin olmadığı bir dünyada sadece kendisi ile baş başa kalmaktadır. Dijital platformlar beni sadece bu şekilde yapılandırıp bir “dil kafesi”ne hapsetmez, aynı zamanda sonsuz bir “ben döngüsü”ne ve “oto-propagandaya” da neden olur. Tekinsiz olandan, acıdan, belirsizlikten kaçan birey aynı olanın etrafında dönerek sistemi devam ettirir. Kaygı, acı, olumsuz bütün duygular ve belirsizlik “like” tuşu ile ortadan kaybolur. Ötekiyi var eden bütün boşluklar, yersizlik ve kimliksizlik duygusu da aynı hızla kaybolur. Fakat bu aynılaşma “terörü” ötekini sakince yok etmez, edemez. Bu yok oluşa tepki yeni sağ hareketler ve kimlik hareketlerinden gelir. Mülteci krizinden küresel politikalara kadar milliyetçilik ve kimlik hareketleri yeniden hortlar. Tam da bu yüzden Chul Han’a göre “Yeni Sağ’ın destekçilerinin yalnızca yabancı düşmanı olmakla kalmayıp, aynı zamanda kapitalizmi eleştirmeleri de tesadüf değildir”.
Dijital platformlarda özgürlük vaadinin peşinden koşan birey sadece kendi öz yıkımını gerçekleştirmekle kalmıyor, aynı zamanda bir “sömürücü”den de kurtuluyor. Kitabın “Yabancılaşma” bölümünde yazar, Marx’ın yabancılaşma kavramını kendi bakış açısından masaya yatırıyor ve neoliberal performatif öznenin “gönüllü eylemlerinin” bir sömürücüye ihtiyaç duyulmadan sistemi döndürecek noktaya geldiğini de iddia ediyor. Coşkuyla kendisini işine veren birey tükeninceye kadar çalışır. Ötekinin yokluğu bireyin kendisini aldattığı bir özgürlük anlayışı içerisinde gerçekleşir. Bu çalışma biçimi diyor Chul Han, “herhangi bir direnişi, herhangi bir devrimi mümkün kılmadığı sürece uğursuzdur”.
Öteki’ni kaybetmiş, yabancılaşma duygusu kırılmış ve sadece ben’i önceleyen dünyayı dijital ağlar örmektedir. Bu dünyada “ruhu canlandırabilecek her türlü merak ihtimali ortadan kaybolur”. Dijital ağlar ve dijital ekran, hayret duygusunu da ortadan kaldırmaktadır. Sanatçının tekinsiz tarafı ve pazardan döndüğü zaman poşetindeki yalnızlık artık dışlanmış ve hiper-iletişim çağında ortadan kalkmıştır. Bastırılan bu tekinsiz ve belirsiz duygular ile birlikte sanatçı da aynının gürültüsünde kaybolmaya mahkumdur. “Ben Bir Başkasıdır” diyen Rimbaud’u desteklercesine Chul Han da “şiir ve sanatın ötekine yöneldiğini” söylemekte ve edebiyatın krizinin de ötekinin yok edilmesi olduğunu iddia etmektedir.
Bizi dijital çağda, hiper-iletişim çağında narsist öz çöküşten kurtaracak olan “bir kurtuluş formülü” olarak ötekinin keşfidir. Ben’i depresyondan çıkararak, ona tekrar sorumluluk aldıracak ve Eros’u denkleme sokacak olan bu sihirli dokunuştur. Chul Han’a göre “aşk, her zaman bir başkalığı şart koşar ve yalnızca ötekinin başkalığını değil, aynı zamanda bizzat kişinin kendisinin başkalığını da.” Badiou’cu bir yaklaşımla aşkı iki farklı öznenin hayatı bir olarak algılaması, deneyimlemesi anlamında kavrayan Chul Han da ötekinin yokluğuna karşı aşkı ve Eros’u saflarına katmak istemektedir. Fakat sadece bunlarla yetinmemektedir. Bir “şifa dağıtıcı” olarak dinlemeyi tekrar gündeme almakta ve dinlemenin “bir meslek” olarak bile düşünülmesi gerektiğini söylemektedir. Çünkü Chul Han’a göre dinleme olmadan herhangi bir cemaat/ortaklık oluşmamaktadır. Bütün bunları gerçekleştirmek için “bugün ihtiyaç duyulan şey ise tamamen farklı bir zamanın başlamasına izin verecek bir zaman devrimidir.”
Byung-Chul Han, keskin dili, kışkırtıcı yaklaşımı, disiplinlerarası anlatımı ve yeni kavramlarıyla insanları rahatsız etmeye, mutlu alanlarını dağıtmaya ve yeni öneriler yapmaya devam ediyor.