YAZARLAR

Dijital dünyanın labirentlerinde çocuklar kaybolmasın

Çocuklar için sosyal medyasız bir hayat mümkün mü? Aile içi iletişimsizliğin sonuçlarından biri olabilen bu “bağımlılık halini” nasıl yönetebiliriz? Ve en önemlisi de çocukların hem iyi olma halini hem de fiziksel ve duygusal güvenliğini sağlamak adına sosyal medya nasıl kısıtlanır? Yasaklamak “optimal” bir çözüm mü?

Bir dönem kola bağımlılığından söz ettik, ardından tetris, Angry Birds ve şimdi de sosyal medya...

Sosyal medya, geleneksel kişilerarası etkileşim kodlarının alt üst edildiği ve kendi kurucu mitlerinin onun yerine yerleştirildiği yepyeni bir “uygarlık alanı” aslında. Her şey bir tıkla ulaşılabilir hale geliyor; bilgi özgürce dolaşıyor; zaman ve mekan mefhumları yerle bir ediliyor.

Ancak kamusal alanın yeniden şekillendiği bu yeni özgürlük alanının sosyolojisi, yeni kültürün kodlarını anlayabilmek adına dijital okuryazarlığın ve dijital yeterliliklerin gereğini bir kez daha gündeme getiriyor. Bu da elbette çocuk yaşta peyderpey doğru bir eğitimle kazanılan bir 21.yüzyıl becerisi...

ABD’de Kolorado ve Kaliforniya eyaletlerinin öncülüğünde 33 eyalet savcısı geçtiğimiz günlerde Instagram ve Facebook platformlarına karşı çok çarpıcı iddialar eşliğinde dava açtı. Amaç, çocukların psikolojik ve duygusal iyi olma halleri üzerinden gelir elde edilmesini yasaklamak.

233 sayfalık bir dilekçeye dayanan bu dava sürecini, hak savunucuları ve hukukçuların yanı sıra ebeveynlerin ve siyasetçilerin de yakın takip etmesi gerekiyor. Çünkü ilk kez bu denli fazla eyalet bir araya gelerek bir teknoloji devini, çocuk ve genç tüketicilerine kasten zarar vermekle suçluyor.

Facebook, Instagram, WhatsApp ve Messenger’ın çatı kuruluşu olan Meta’nın, çocuk ve gençlerin bu mecraları zorlayıcı ve uzun süreli kullanmalarını teşvik etmek için dopamin düzeylerini artırarak “psikolojik olarak manipülatif” ürün özellikleri tasarladığı ileri sürülüyor.

Instagram’daki “filtre” uygulaması bile, çocukların vücutlarının yeterince güzel olmadığı (“body shaming”, yani vücudundan utandırma), dolayısıyla “mükemmel” gözükmelerinin bir filtreyle mümkün olabileceği yanılsaması doğuruyor. Çocuk, bu filtreleri kullanarak, gerçekte olmayan bir kimlik üretiyor, genellikle de yaşının çok ötesinde “albenisi artırılmış” görsellerle akranları arasında popülerlik aramaya yöneliyor.

Northwestern Üniversitesi’nin yaptığı bir araştırmada erkeklerin yüzde 65’inin, kadınların da yüzde 87’sinin sosyal medyadaki bedenlerle kendi bedenlerini kıyasladıkları ortaya çıkmıştı.

Çocukların henüz öz-benliklerinin yeni yeni oluşmaya başladığı bir gelişimsel evrede dijital ekranın lanse ettiği güzellik anlayışından etkilenmesi oldukça normal.

Fotoğraf filtrelerinde yarattığı imaj karşısında kendine yabancılaşan çocuklarda psikolojik sağlık oldukça etkileniyor. Kore kültürünün pompalandığı K-pop idolleri üzerinden dayatılan güzellik anlayışının çocukları ve gençleri intihara ve depresyona nasıl sürüklendiğini her geçen gün gözlemliyoruz. Estetik yaşı, dijital dünya ve sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla birlikte giderek düşüyor.

Veya Instagram’daki fotoğrafları üzerinden kilosu veya ırkından dolayı akran zorbalığına uğrayan bir çocuk, intihara veya kendine zarar verme davranışlarına sürüklenebiliyor. Çocukların yabancılarla aynı gruplara katılarak çevrimiçi sohbet etme ortamı da ayrı risklere kapı aralıyor.

ABD’li Senatörler, 2021 yılı Ağustos ayında Facebook CEO’su Mark Zuckerberg’den, şirketin platformlarının gençler ve çocukların zihin sağlığı üzerindeki etkilerine dair kurum-içi araştırmalarını kamuoyuyla paylaşmalarını istemişti. Zira Facebook bu konuda odak gruplar, çevrimiçi araştırmalar gibi araçlarla uzun zamandır araştırmalar yapıyor; ancak şirket bu talebi de reddetmişti.

Bu kurum-içi belgeler bir süre sonra Wall Street Journal’a sızdırılınca, gazetede “Facebook Dosyaları” isimli bir araştırma serisi kamuoyunun erişimine açılmıştı. Örneğin 2019 yılında Facebook araştırmacılarının hazırladığı bir PowerPoint slaytta, Instagram’ın küçük kızların üçte birinde vücuduna dair olumsuz bir yargı doğurduğu belirtiliyordu.

Ayrıca genç kızlar, Facebook uygulamasından dolayı kaygı bozukluğu ve depresyon yaşadıklarını da söylüyorlardı. Buna kısaca “FOMO” (fear of missing out) deniyor, yani sosyal medyadaki gelişmeleri sürekli takip etme, günceli kaçırmaktan korkma kaygısı...

Yeni sunulan mahkeme dosyalarında, "Araştırmalar, gençlerin Meta'nın sosyal medya platformlarını kullanımının depresyon, anksiyete, uykusuzluk, eğitim ve günlük yaşamla etkileşim ve diğer birçok olumsuz sonuçla ilişkili olduğunu göstermiştir," ifadelerine yer verildi.

Şirketin algoritmaları o şekilde tasarlanmış ki, bu toksik ve zararlı içeriklerin içine doğru çocukları çekmek için sürekli uyarılar veriyor ve “sonsuz kaydırma” imkanı tanıyor.

Ayrıca 13 yaşın altındaki çocukların kişisel verilerini de ebeveynlerinin izni olmaksızın yasadışı şekilde toplamış oluyor; ancak çocuğunun yaşını büyüterek doğar doğmaz Facebook ve Instagram hesapları açan ebeveynler bu detayla ne kadar ilgilenirler, orası meçhul.

Sonuç itibariyle bu teknolojiler, birçok açıdan onların ilgisi çekmek ve bu ilgi üzerinden kâr elde etmek için güçlü birer tuzak.

Anımsarsanız, 2021 yılı başında Facebook, çocuklar için “Instagram Kids” geliştirmeyi planladığını açıklamıştı. Bu versiyon, 13 yaşından küçük kullanıcılara yönelik olacaktı. Ancak söz konusu plan, çocukların üstün yararını gözetmeyeceği ve çocuklarda “beğeni kaygısı”, “etkileşim döngüsü” ve “bağımlılık” başta olmak üzere ciddi zihin sağlığı riskleri doğuracağı gerekçesiyle yasa koyucular ve çocuk hakları savunucularının eleştirilerini çekince geri adım atılmıştı.

Ayrıca, 40’ın üzerinde eyalet başsavcısı, TikTok’un da gençler ve çocuklar üzerindeki olası zararlı etkileri karşısında bir soruşturma açmıştı ve 2022 yılından beri bu soruşturma da devam ediyor.

2021 yılında Meta’dan ayrılan Frances Haugen isimli eski bir çalışan medya önüne çıkıp, Instagram’ın çocuklarda ve gençlerde intihar düşüncelerini tetiklediğini ve genç kızlarda “beğenilme” arzusuyla yeme bozuklukları yarattığını gösteren şirket-içi veriler ortaya koymuştu. Haugen, Facebook’un ardındaki gerçekliğe dair “The Power of One” (Birin Gücü) isimli bir kitap da yazdı.

Instagram kullanıcılarının yüzde 40’ının 23 yaş altı, her üç İnternet kullanıcısından birinin de çocuk yaşta olduğu biliniyor. Ayrıca Türkiye, sosyal medya kullanımının en yoğun olduğu 15 ülke arasında yer alıyor.

Peki çocuklar için sosyal medyasız bir hayat mümkün mü? Aile içi iletişimsizliğin sonuçlarından biri olabilen bu “bağımlılık halini” nasıl yönetebiliriz? Ve en önemlisi de çocukların hem iyi olma halini hem de fiziksel ve duygusal güvenliğini sağlamak adına sosyal medya nasıl kısıtlanır? Yasaklamak “optimal” bir çözüm mü?

Öncelikle şu noktanın altını çizmek gerek: Dijital dünyada çocukların korunmasında sorumluluk hem ebeveynlerin hem de teknoloji şirketlerinin. Bu gerçeği bize bir kez daha anımsatan da, 26 Ekim’de Birleşik Krallık’ta onaylanan Çevrimiçi Güvenlik Yasası (Online Safety Bill) oldu. Söz konusu yasayla birlikte Birleşik Krallık, bu topraklarda yaşayan çocukların çevrimiçi güvenliğini en çok gözeten ülke haline geldi.

Buna göre; teknoloji şirketleri, çevrimiçi sorunların raporlanmasında ebeveynlere ve çocuklara net ve kolay erişilebilir yollar sunacak. Sosyal medya platformları da kendi sitelerinde çocuklar için olası risk ve tehditleri şeffaf bir şekilde paylaşıp sürekli risk değerlendirmeleri yayınlayacaklar. Çocuklara zararlı içeriklerin bulunduğu sosyal medya platformlarında ise, yaş sınırı uygulamaları ve yaş doğrulama önlemleri getirilecek. Ayrıca, teknoloji şirketleri, çocukların yaşlarına uygun olmayan ve zararlı içeriklere (pornografik, intihar, yeme bozukluğunu teşvik eden, zorbalık gibi) erişimi engelleyecekler.

Dr. Esra Ercan Bilgiç

Dr. Esra Ercan Bilgiç, İstanbul Bilgi Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi ve Dijital Medya ve Çocuk Platformu kurucusu. Kendisiyle bu konu özelinde yaptığım söyleşide, Birleşik Krallık’ta kabul edilen Çevrimiçi Güvenlik Yasası’yla birlikte sosyal medya kullanımının doğurabileceği riskler karşısında çocukları koruma sorumluluğunun ebeveynlere yüklenemeyecek kadar büyük olduğunun bir kez daha görüldüğüne dikkat çekiyor.

“Ebeveynlerden önce hükümetlerin, çocuğun dijital dünyada iyi olma halini gözetecek şekilde yasal düzenlemeler yapmaları, teknoloji şirketlerinin ise etik bir çerçevede hareket ederek şeffaf şekilde risk değerlendirmesi yapmaları mutlaka gerekiyor,” diyor Esra hoca ve ekliyor:

“Ticari olarak şekillenmiş, çocukları ekran karşısına kilitlemeyi hedefleyen, açık bir şekilde çocukların üstün yararını gözetmeyen, çocuk verilerini sömürmeyi norm haline getirmiş olan sosyal medya platformlarının bağlı olduğu teknoloji şirketlerini, hükümetlerin yasal düzenlemelerle dizginlemeleri gerekiyor. Bu doğrultuda Birleşik Krallık ve ABD başta olmak üzere çok önemli adımlar atıldığına tanık oluyoruz. Teknoloji şirketleri, bu ülkelerdeki yasal önlemler çerçevesinde sosyal medya tasarımlarını çocuk haklarını gözeterek şekillendirdikleri takdirde, bu durum tüm dünyadaki ve Türkiye’deki çocukları da olumlu yönde etkileyecek, çünkü dijital dünya bir bütün. Elbette Türkiye’de de dünyanın geri kalanında yaşanan gelişmelere paralel olarak çocuk haklarını gözeten yasal düzenlemeler yapılması ayrıca önemli.”

Ancak bir yandan da ebeveynlere ve bakım verenlere de büyük sorumluluk düşüyor. Bu da öncelikle çocukların dijital dünyanın uçsuz bucaksızlığı ve tehlikeleri karşısında korunmasına dönük güçlü bir dijital medya okuryazarlığı gerektiriyor.

Dr. Esra Ercan Bilgiç bu konuyu şu şekilde açıklıyor: “Çok yakın zamanda, 10 ülkede eş zamanlı olarak yapılan kapsamlı bir araştırma, birçok ebeveynin çocuklarını çevrimiçi korumak amacıyla tasarlanmış filtreleri ve yazılımları nasıl kullanacaklarını anlamadıklarını ortaya çıkardı. Türkiye’de de durum farklı değil. Çocuklar internet erişimine sahip olmadan önce, çocuğun hayatının erken bir döneminde ebeveynlere rehberlik sağlanmasını gerekli buluyorum. Güvenlik ayarlarının, şifrelerin, gizlilik korumasının ve içerik filtrelerinin kullanımı hakkında temel farkındalık ve becerileri ailelere kazandırmamız çocukların risklerden korunmasında büyük fark yaratır. Ebeveynlerin, çocuklarıyla çevrimiçi riskleri yönetme konusunda nasıl konuşacaklarına dair rehberliğe ihtiyaçları var.”

Yani Esra hocaya göre çocukların mahremiyeti ve haklarını gözetecek şekilde sosyal medya kısıtlamaları gerekli, ancak yaşa uygun ve dengeli olmalı. Bu süreç de ebeveynlerin ve bakım verenlerin dijital medya okuryazarlığıyla desteklenmeli.

İhtiyaç duyduğumuz dijital medya okuryazarlığı eğitimini iki yönlü düşünmek lazım: birincisi, çocukların kendilerini korumayı öğrenecekleri, dijital yılmazlıklarını geliştirebilecekleri dijital okuryazarlık becerilerini yaratıcılıklarını destekleyecek şekilde çocuklara sunmak. İkincisi, ebeveynlerin çocuk görüntülerini paylaşmaları, hatta kimi zaman çocuklarını ticari kazanç sağlama amaçlı kullanmaları gibi durumların beraberinde getirebileceği çocuk hakları ihlallerini anlamalarına yardımcı olacak dijital okuryazarlık eğitim fırsatlarını ebeveynlere ulaştırmak,” diye ekliyor Esra hoca.

Dolayısıyla, ABD ve Birleşik Krallık’tan başlayan bir farkındalık dalgası karşısında Türkiye’nin de bu sürece kör ve sağır kalmaması gerekiyor. Ne yapılacaksa da acilen, doğru ve kararlı adımlarla yapılmalı.

Başta Aile Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı ve UNICEF dahil olmak üzere ilgili uluslararası paydaşlarla iş birliği içerisinde hedefe yönelik farkındalık ve eğitim kampanyaları ve projeleri yürütülmesi şart. 

Hayat, içinden çıkılmaz bir labirent kadar boğucu olabiliyor. Tıpkı Minotaurus’un etrafına zarar vermemesi için Kral Minos tarafından labirent şeklinde, çıkışı olmayan karmaşık bir hapishaneye kapatılması misali hepimiz kendi labirentlerimizde kendimize yollar açmaya çabalıyor veya bizi kurtaracak kahramanı çaresizce bekliyoruz.

Bu “kahraman” ise, çocuklar için asla sosyal medya bağımlılığı olmamalı. Kitap olmalı, spor olmalı, sanat olmalı, arkadaşlarıyla sosyalleşmek veya oyun oynamak olmalı.

Gerektiğinde de, Dünya Ekonomik Forumu’nun yıllar önce önerdiği gibi, çocukların “sıkılmasına” da alan açmak olmalı. Çünkü canı sıkılan çocuk, kendini eğlendirmek için yaratıcılığa yönelir, çevresine merak salar, kendi çapında buluşlar yapar.

“Şiirler yazdım, kitaplar okudum. Elime bir bardak aldım, onu yeniden oydum. Derinlerde kaldım böyle bir zaman. Kim bulmuş ki yerini, kim ne anlamış sanki mutluluktan. Ey yağmur sonraları, loş bahçeler, akşam sefaları. Söyleşin benimle biraz bir kere gelmiş bulundum,” diyen Edip Cansever misali...

Sosyal medyanın labirentleri ise, kendisini daha da kaybetmesine, şiirler yazamamasına, kitaplar okuyamamasına, eline bir bardak alıp onu yeniden oyamamasına, hayatta yerini bulamamasına ve son kertede gelişimini olumsuz etkileyecek kahramanlara bel bağlamasına yol açar.

Bu labirentin yönetilmesinde şirketlere, ebeveynlere, bakım verenlere ve aynı zamanda ülkedeki yetkili kamu otoritelerinin farkındalık çabalarına büyük rol düşüyor. Haydi ekran başına! 


Menekşe Tokyay Kimdir?

Uluslararası ilişkiler alanında Galatasaray Üniversitesi'nde lisans, Avrupa Birliği bölgesel politikaları alanında Belçika Katolik Louvain Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimini tamamlayan ve Avrupa Birliği siyaseti alanında Marmara Üniversitesi Avrupa Birliği Enstitüsü'nden doktora derecesi olan Tokyay, 2010 yılından beri ulusal ve uluslararası haber ajansları için röportaj ve analizler yaptı. Uzmanlık alanları arasında AB siyaseti, Orta Doğu, çocuk hakları ve sosyal politikalar yer almaktadır. Kendisi Fransızca ve İngilizceden birçok kitabı Türkçeye kazandırdı. Aynı zamanda aylık klasik müzik dergisi Andante’de köşe yazarı olan Tokyay, bir yandan da sanat alanında önde gelen isimlerle ve müzik alanında üstün yetenekli çocuk ve gençlerle ses getiren söyleşi dizileri gerçekleştirdi.